Yavuz Erkan Söyleşisi

#08
Yavuz Erkan
Şener Soysal - Tevfik Çağrı Dural
Hakkında Diğer Yazıları

Avustralya'da yaşayan sanatçı Yavuz Erkan ile "Unorthodox Aphorisms" çalışması, üretim pratiği ve Avustralya'daki güncel sanat durumu üzerine bir söyleşi.

 

Özgeçmişine göre İTÜ'deki eğitimin ardından İsveç'te yüksek lisansa devam ederken, Avustralya'ya gidip fotoğraf üstüne lisans okumuşsun. Bu süreci biraz anlatabilir misin? Ayrıca neden bilimden vazgeçip fotoğrafa yöneldiğini ve eğitim için Avrupa yerine Avustralya'yı seçtiğini merak ediyoruz.

Bu aslında çok uzun bir hikaye, ama kısaca bahsedecek olursam İsveç'te doktora eğitimimin ikinci yılı bitince hayatımın sonuna kadar bilim adına araştırma/geliştirme yaparak tatmin olamayacağımı anladım. Bu bahsettiğim tatmin olma duygusu zevkten ziyade insanın kendini sorgulama süreciyle ilgili; yani bir bakıma içsel huzur. Lise yıllarından beri ilgimin olduğu sinema ya da fotoğraf alanına profesyonel olarak eğilmeye işte o zaman karar verdim. Geride bıraktığım başarılı bir kariyerden sonra oldukça sancılı bir süreçti aslında. Ama şimdi hiç pişman değilim. Doktoramın üçüncü yılı boyunca ikili bir hayat sürdürdüm. Bir taraftan bilimsel araştırmalarıma normal şekilde devam ederken, diğer taraftan kimseye haber vermeden fotoğraf öğrenimime başlama kararımı destekleyecek planlar için çalışıyordum.

Bilim yerine neden fotoğraf meselesine gelince, doktora üzerine uzmanlaştığım konu oldukça ileri bir teknolojiydi ve bir şekilde yaptığım araştırmanın güncel hayatla bağlantısını kurmakta gittikçe güçlük çektim. Her ne kadar araştırma konum çok değişik ve mikroskop altında oldukça görsel olsa da… Aslına bakacak olursanız kararıma şaşkınlıkla bakan herkes neden ikisini de aynı anda yapamayacağımı sürekli dile getirdi. Ama benimde kaçmaya çalıştığım bu ikili yaşama durumuydu. Birinden birini daha çok istediğinizde diğerini öteki kadar iyi yapamayacak olma duygusu ve sanırım birazda o sıralar yorgun olmam fotoğrafı seçmemde önemli bir etkendi. Neden sinema değil de fotoğrafa gelince ise, lise yıllarından beri oldukça sıkı bir film izleyicisiydim ve içten içe sanırım görüntü yönetmeni olmak istiyordum. İzlediğim her filmin kare kare algılanması hikayenin ya da oyuculuğun benim için çoğu zaman önüne geçiyordu. En sevdiğim yönetmenlerden Jean Luc Godard'ın "Fotoğraf gerçektir, sinema ise saniyede 24 kere gerçektir" sözü aksine ikna edici görsel retoriğinin çağdaş sanat kapsamında sürekli değiştiği ve şaşırttığı için fotoğrafı seçtim. Sinema (ticari ya da sanat) benim için hala çok inandırıcı ve içine sürüklediği sorgulama hissi oldukça tek yönlü. Ama fotoğfaftaki anlam asla tek değil.

Neden Avrupa değilde Avusturalya'ya gelince, 3 yıl boyunca İsveç'te yaşadım ve bu süre boyunca hem coğrafi hem sosyo-kültürel anlamda yeterince Avrupa deneyimim oldu. Değişik bir coğrafya arayışındaydım ve anadilin kesinlikle İngilizce olmasını istiyordum. Kanada ve Kuzey Amerika gözüme hiçbir zaman çok sıcak gözükmedi, dolayısıyla geriye Avusturalya kalıyordu.

"Unorthodox Aphorisms" projen özellikle ilgimizi çekti. Bu projen ve çalışmaların ekseninde üretim pratiğinden bahsedebilir misin?

"Unorthodox Aphorisms" geçen sene tamamladığım okul bitirme projemdi ve yaklaşık sekiz ay sürdü. Daha önceki çalışmalarıma bakacak olursam oldukça minimalist ve deneyseldi. İlk başta kendime özgü garip davranışlarımı kamera karşısında sergileme isteği içindeydim ve elime geçen nesnelerle çeşitli denemeler yaptım. Bir bakıma oyun oynuyordum. Daha sonra stereotipik olarak nitelendirebilceğimiz cinsiyet hareketlerini ve davranış biçimlerini hem otobiyografik hem gözlemsel olarak fotoğraflarımda yansıtmaya çalıştım. Model olarak kendimi kullandığım için bu fiziksel ve görsel oyunlara ağırlıklı olarak erkeksi bir çatı altında yaklaştım. Bütün bunları yaparken aslında amacım toplumdaki "diğer" diye tabir edilen insanlarla empati kurmaktı; hem bu tip davranışlarda bulunurken hem de bu tip davranışlar yaparken gözlemlendiklerini bildiklerinde. Klasik sanat tarihi geçmişinde yüzyıllar boyunca erkekler "etken", kadınlar ise "edilgen" bir bakış açısıyla yansıtılmıştır ve bundan ötürü hala görseli algılama bu bakış açısıyla tanımlanır. Bu fotoğraflardaki belirsizliği kullanarak, bahsetmiş olduğum bu tip bir görseli deşfire etme çabasına meydan okumaya çalıştım. Gittikçe değişen ve gelişen bir tanım olmasına rağmen "erkeksilik" toplumda hala çok tek düze ve günümüzde insanlarının kimliklerini fotoğrafla yansıtmaları kendileri için hala çok önemli. Bu yüzden mükemmel görünmek için toplumun önünde kendimizi çok fazla kısıtlıyoruz. Bana kalırsa ortaya kendisiyle çok fazla dürüst olmayı başaramamış bireyler ortaya çıkıyor. Farklı olmayı bir güç olarak algılamaya başladığımız an, insanların daha az yargılayıcı olacağına ve dolayısıyla daha bağışlayıcı bir toplum oluşacağına inanıyorum. Bu sadece üzerinde çalıştığım "erkeksilik" üzerine değil, toplumun hemen hemen her köşesinde hissedilen birşey bence. İnsanlar gittikçe empati ve diyalogdan uzak bir yaşam tarzını seçiyor ve birbirimizi anlamakta güçlük çekiyoruz. Şimdiye kadar ürettiğim işler genel olarak bu gibi bakış açılarını ve toplumun kurallarını alt üst etmeye yönelik. Genelde ilgi alanıma giren konular röntgencilik, askerlik, bürokrasi, takım sporları ve erkeksi eylemler.

 

Amerika, Avrupa, hatta Uzak Doğu fotoğrafını bile bir şekilde takip edebilsek de Avustralya dünyanın ulaşılamayan ucu gibi, bir kör nokta. Orada estetik anlayış, eğilimler, sanata bakışnasıl?

Evet sana katılıyorum, Avusturalya coğrafi olarak gerçekten çok uzak ama açık konuşmak gerekirse sadece bu yüzden insanların burada olup bitenden haberdar olmaması beni endişelendiriyor. Öte yandan Avusturalya'da fotoğrafa ve bütüne bakıldığında sanata olan ilgi oldukça olumlu. Hemen hemen her eyalette yerel ve uluslararası sergi amaçlı fotoğraf merkezleri var (Australian Centre for PhotographyCentre for Contemporary PhotographyQueensland Centre for PhotographyPerth Centre for Photography). Hatta önümüzdeki aylarda Melbourne'ı ziyaret eden insanlar aynı anda üç farklı bireysel sergide Gregory Crewdson, Thomas Demand ve Jeff Wall'un işlerini Centre for Contemporary Photography ve National Gallery of Victoria'da görebilirler. Ayrıca birçok müze ve galeri sadece fotoğraf üzerine verilen çok prestijli ödüllerle bu sanat dalının ciddiyetini Avusturalya için pekiştirmekte. Bunun dışında köklü bir geçmişe sahip Sydney'deki Stills Gallery Avusturalya'nın en ünlü fotoğrafçılarını temsil etmekte ve Edmund Pearce Gallery gibi sadece fotoğraf gösteren ticari galerilerin sayıları her geçen gün gittikçe artmakta. Estetik olarak baktığımızda yelpaze oldukça geniş ama hemen hemen bütün fotoğrafçılar güçlü kavramsal temelleri olan güncel işler ortaya çıkarıyor. Köklerini modernist akımlara dayayan geleneksel anlamdaki fotoğraf, özellikle izlerini Türkiye'de hala çok fazla gördüğüm siyah-beyaz okulu, çok daha az popüler.

Bütün bu pozitif gelişimlerden söz ettikten sonra, yeni değişen yerel hükümetle beraber şu an Queensland eyaletinde yaşanan bütçe kısıtlamalarından söz etmeden geçemeyeceğim tabii ki. Üzülerek söylüyorum ki Avusturalya kadar gelişmiş bir ülkede bile ekonomik bir dalgalanmanın ilk etkilediği sektörlerden bir tanesi sanat. Yerel hükümetin desteğini sanattan çekmesi ticari amacı olmayan kurumlar ve sanatçı bireyler için oldukça acı ve tabii ki bu partilerin politik tavırları, ve toplumun öncelikleriyle ilgili, ama burada vurgulamaya çalıştığım nokta modern dünyada sanatın hala bir temel ihtiyaç olarak görülmemesi.

Türkiye'de yaşananlara uzaktan ve tarafsız bakabilme şansın var. Gözlemlediğin kadarıyla Türkiye'de çağdaş sanat ve fotoğraf için neler düşünüyorsun?

Yaklaşık 7 yıldır İstanbul dışında yaşıyorum ve son 3 yılın ardından ilk defa bu sene yaklaşık 10 haftalığına İstanbul'u ziyaret ettiğimde, gerçekten bu şehrin artık içinde çağdaş sanat dahil herşeyi barındırdığını gördüm. Son bienalin uluslararası başarısı, yeni açılan sayısız ticari galeriler, ARTER ve SALT gibi kurumsal mekanlar, İstanbul'a getirilen uluslararası üne sahip sanatçılar ve sempozyumlar sadece özel sektör girişimleriyle gerçekleştirilse de inanılmaz güzel örnekler. Bütün bunlar olurken sadece kafama takılan "sanat çevresinde acaba yeterince kritik düşünme ve yorumlama mevcut mu?" sorusuydu. Elimden geldiğince olup biteni internetten ve dergilerden takip etmeye çalışıyorum ama sanırım bu kadar etkileşim ve üretimin olduğu bir ortamda daha fazla yazı ve düşüncenin olması gerekiyor. Eğer bir ülkenin herhangi bir sanat dalındaki başarısı o ülkedeki gerek ulusal, gerek ticari galerilerin sadece o sanat dalına ayrılmış departmaları ve kuratörleri ile doğru orantılıysa; fotoğrafın Türkiye'deki konumunu yavaş ilerleyebilen bir sanat olarak görüyorum. Öte yandan Ali Taptık'ın UNSEEN'deki başarısı fotoğrafın Türkiye'deki geleceği için çok parlak, onu buradan da tebrik ediyorum ve kendisinin işlerini en çok sevdiğim Türk fotoğrafçı olduğunu da eklemek istiyorum.

Son olarak Türkiye'ye dönme, burada iş üretme/sergileme düşüncen var mı?

Çok yakın gelecekte İstanbul'a geri dönme planım yok. Önümüzdeki sene buradaki bir üniversitede fotoğraf alanındaki eğitimime "Honours" (4. Sınıf) ile devam etmeyi düşünüyorum. Bu sene İstanbul'da bulunduğum süre içerisinde birkaç galeri ile görüşme fırsatını yakalamıştım. Gelecekte somut sergi planları şu an için yok ama tabii ki çok isterim. Ve son olarak geri döndüğümde orada kaldığım süre boyuncaki etkileşimlerimden oluşan bir proje ortaya çıkarmayı düşünüyorum. Ama bu ne zaman olur bilinmez.