Tarlabaşı'nda bir sokakta oturup aklına estikçe "Ölüm de var!" diye bağıran bir adam yaşıyor. Hayatı orada geçen adam sokaktakilerle selamlaşmak gibi gündelik durumların yanında bize sürekli olarak bir gün öleceğimizi hatırlatıyor. Bunu yaparken tehdit etmiyor, korkutmuyor; aksine içinden geldiği gibi, doğanın değişmez yasasını tüm sokağa sürekli duyuruyor: "Ölüm de var!" Cathrine Ertmann'ın "About Dying" projesi için bu hikayedeki adamın yaptığı şeyin görsel hali diyebiliriz.
Ertmann, projesinde ölen insanlar ile onların son yolculuklarına dair fotoğraflar ve ölüm ile ilgili metinler yer alıyor. Fotoğrafçı, hepimiz için var olan bu gerçeği romantikleştirmeden, duygusallaştırmadan ya da korkutmadan yansıtıyor. Kadraj seçimleri ve tekniği ile fotoğraflara baktığımızda bizi rahatsız edecek detaylar vermiyor, duygusal olarak etkilemeye çabalamıyor. Keza, metinler de bilimsel gerçeklik üzerinden hareket ediyor ve ölümün hepimiz için geçerli olduğunu hatırlatıyor.
Ertmann'ın bakışı oldukça önemli; çünkü yeryüzündeki herkesin yaşamlarındaki tek ortak nokta, bir gün ölecekleri olsa gerek.
Ertmann, çalışmasının yazısına "Uyarı: Ölü İnsanları Fotoğrafları" diyerek başlıyor ve şöyle anlatıyor: "‘Ölüm Hakkında' ölüm ve defin arasındaki zamanda yer alır. Cinsiyet, milliyet, yaş ya da dil açısından umursamadan paylaştığımız tek şey olmasına rağmen, neredeyse hiç birimizin görmediği dünyanın doruk noktasıdır ölüm. Kendi gözlerimizle görsek ne olur? Peki zaten bildiğimiz bu şeyin fotoğrafını çeksek? Vücut bozulabilir, yırtılabilir, sertleşebilir ve soğuyabilir.. Neticede canlıyken içinde yaşadığımız bir kabuk."
Devamında ise Karl
Ove
Knausgård'den bir alıntı: "Kalp için yaşamak basittir. Atabildiği kadar atar, sonra durur. Eninde sonunda, bir gün ya da bir başka gün pompalama hareketi kendiliğinden durur ve kan vücutta küçük bir göl oluşturduğu en alçak noktaya doğru gitmeye başlar. Bu birazcık beyaz tende görülebilecek şekildedir. Isı düştükçe, kol ve bacaklar sertleşir ve bağırsaklar boşalır." (MY
STRUGGLE
#1)
Göğüs kafesi durgun. Vücudundaki hücrelerin işlevi sona erdi, mekanizma durdu ve bundan sonra artık yaşlanmayacak.
Aarthus Üniversite Hastanesi Patoloji Enstitüsünün küçük kilisesine ölüler alınıyor. Kaybettiklerimiz, son bir kez veda edemeden burada kıyafetler ile giyidiriliyor, saçları taranıyor ve tabuta yerleştiriliyorlar.
Buzun üzerinde, kadınlar ve erkekler/kızlar ve oğlanlar yatmakta. İhmalkarlıktan, şanssızlıktan veya ecellerinin gelmiş olmasından. Bu kadın evinde ölü bulundu. Otopsi sonucu cinayet kurbanı olmadığı saptandı. Yakında giyidirilip tabuta yerleşrililecek.
Hayattaki tek ve tam kesin olan, bir gün öleceğimizdir. En kesin şey olmakla beraber başımızdan geçen en belirsiz durumdur. Çünkü sonrasında ne olacağını kimse kesin olarak söyleyemez. Belki ölüm hakkında bu kadar zor konuşuyor olmamızın nedeni de bu. Ve belki de yolların altında, erişilmezliğe adanmış odalarda, hastanelerin altındaki soğuk koridorlarda saklanılmasının nedeni de bu. Gözlerimizle görmüş olsaydık ne olurdu acaba? Zaten bildiğimiz şeyin resmine sahip olsaydık… Vücudumuzun fani olduğuna, parçalara ayırılabileceğine, sert ve soğuk olabileceğine, çürüdüğüne ve en sonunda hayattayken sadece ikamet ettiğimiz bir kabuk olduğuna…
Kasların sertleşmesi ölümden sonraki dört ile on ikinci saatler arasında başlar. Boyundan itibaren kol ve bacakların hareket etmesini imkansız kılar. Kafatasına ulaştığında ölünün saçlarının dikilmesine sebep olabilir.
Krematoryumda cenazeler yakılıyor. Çiçekler burada yok. Ama 850 derecedeki büyük sobada çizimler, kartlar ve resimler ona eşlik ediyor. Küle dönüşmesi bir-bir buçuk saati alıyor. Kemik parçaları varsa ezilip, tüm küller bir kabın içine dökülüyor. Sonra kabı bir lahide yerleştiriyorlar veya denize serpebiliyorlar.
Tabuta yerleştirilmeden önce anneye ailesi son bir kez bakıyor. Kilisenin özel törenlere ayrılmış bölümünde bulunuyor. Burada tüm dinler aynı. Satanistler, Hristiyanlar, Müslümanlar ve Hindular birbirinin aynı, kendilerine öz ayinlerle merhumla son bir kez vedalaşıyorlar.
Çift kapılı odanın duvarında Latince bir yazı asılı. Şöyle diyor: "Burada ölüm yaşayanlara yardım ediyor." Vücut tahlil edilip doktorlar hastalığın insanı nasıl öldürdüğünü anladıklarında, hamallara işlerinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor.
Ölüden hayattayken izin alınmamışsa, en yakın akrabasının kabulüyle otopsi gerçekleştiriliyor.
Kilisede iki tanıdık ve bir kuzen, tabuttaki adamla vedalaşıyor.
Vücudun üzerinde mavi ve kırmızı lekeler var. Bunlar ölünün çürük yerleri. Hücrelerin çalışmayı durdurduğunu ve kanın vücudun en düşük noktasına hızla aktığını belli eden işaretler. Ayak parmaklarındaki etiket merhum hakkında önemli bilgi içeriyor. Etiket turuncuysa, Falck tarafından nakledilmişlerdir, yeşilse hastanenin bölümlerinden bir tanesinden geliyorlar. Ölümün ne zaman gerçekleştiğini, otopsinin gerekli olup olmadığını isim ve kimlik numarasını söylüyor.
Bazıları tabutta yatarken uzerinde hangi kıyafetleri giyeceklerini planlar, ama çoğunlukla buna aile karar verir. Mevcut bir karar yoksa kilise ölü için özel bir tişört sağlar. Arkası ve kol arkaları kesik olan bu giysi, merhuma daha kolay gidirilebilir. Bazan merhumun çıplak olması isteği de beyan ediliyor.
Otopsi sırasında vücut kaburga kemikleri boyunca boğazına kadar açılır.Göğüs ve karın boşluğundaki tüm organlar ile kafatasından beyin alınır ve incelenir.
Otopsi bittikten sonra masa ve yerler, temiz su ve sabunla temizlenir.
Adamın saçları taranmış. Tabutta yatıyor, tişört ve spor ceketle giyidirilmiş. Yakınları onu görmeyecek, tabutun kapağı küçük vidalarla kapatılana kadar onun sadece iyi görünmesi gerekiyor.
"Buraya gelen ölüler genç ise çok zor oluyor. Yaşayacak daha çok şeyi olanlar… Ardında küçük çocuklar bırakanlar… Yoksa bu doğmak kadar doğal bir şey ve biz bunu gizlemiyoruz." diyor kilisedeki işleri yöneten Michael Petersen.