"Thames Estuary", Mike Seaborne'un 2011 yılına kadar neredeyse otuz yıl boyunca obsesif bir şekilde Thames Nehri'nin iki yakasını fotoğrafladığı projesi. Şehrin Thames tarafı, uzun yılar boyunca Londra endüstrisinin atıklarını bıraktıkları arka bahçesi olmuş ve hala bunun izlerini taşıyor. Üstelik bölgede endüstriyel yatırım devam ediyor.
Süreç boyunca insan eliyle değiştirilen, daha çok deforme edilen bölgenin halini belgelemeyi kendine görev edinen fotoğrafçı için bir Londra'nın bir portresini çıkardığını söylemek mümkün.
Seaborne'un yaklaşımı Susan Sontag'ın fotoğraf-zaman-mekan ilişkisine dair yorumu ile örtüşüyor: Fotoğraf ilk ortaya çıktığı devirden itibaren William H. Fox Talbot fotoğraf makinesinin ‘zamanların yol açtığı hasarlar'a karşı özel bir yatkınlığı olduğunu saptamıştı. Talbot bunu söylerken, binaların ve anıtların başına gelen tahribatlardan bahsetmekteydi. (…) Tarihsel değişim hızlanmayı sürdürdükçe, geçmişin kendisi de (Benjamin'in söylediği gibi, kaybolup gitmekte olan şeylere yeni bir güzellik atfetmeyi mümkün kılarak) en sürreal malzemeye dönüşmüştür. Fotoğrafçılar daha en başından itibaren kaybolup gitmekte olan bir dünyayı kayda geçirme görevini kendileri üstlendikleri gibi, o dünyanın kaybolup gidişini hızlandıran güçlerce de bu işe biçilmiş kaftan sayılıyorlardı…"
Bu uzun süreç boyunca bölgenin olumlu/olumsuz gelişmelerini bize gösteren Seaborne'un çalışması tıpkı Sander'in Almanya fotoğrafları gibi bir dönemin tipolojisini ve yaklaşımını sunuyor. Ancak bu sefer fotoğrafa konu olan insanlar değil, insanların nehre verdiği zararlar.