Fotoğraf ve fotoğraf eleştirisiyle ilgili beklentilerimi basit bir sergi konuşmasından, söyleşisinden yola çıkarak ifade etmek istiyorum. (Tabi kurmaya çalışacağım bu ilişki, Orta Format'ın geçtiğimiz güncellemesinde yayınlanmış olan, fotoğraf yazımını nasıl sürdürüyor olduğum ve diyalog kurduğum-kurabildiğim işlerle de ilgili.)
İstanbul'un çeperi olarak sayılabilecek yeni yerleşim bölgelerini ve hafriyat alanlarını fotoğraflayan Serkan Taycan, Galeri Elipsis'te yeni kapanan sergisinde makro ve mikro ölçekli fotoğrafları harmanlayarak, izleyicinin boyut ve mekan algısıyla oynuyor. Yaşadığımız şehre ait olan bu fotoğrafların tetiklediği şaşkınlık ve aidiyetsizlik duygusu, izleyici olarak merak giderme beklentimizi tatmin etmekten uzak. Bir anlamda belki de hiçbir zaman gitmeyeceğimiz yerler hakkındaki merakımızı giderme çabası yerine, zamanı ve mekanı anonimleştiren sanatçı, bizi periferi ve merkez üzerine düşünmeye sürüklüyor.
Bu fotoğrafları tanımlayan özelliklerden biri, şehrin kanayan bir yarası olan hızlı ve kontrolsüz şehir üzerine olmaları. Diğer bir deyişle, sosyal bilimlerin, kent plancılarının, saha çalışmalarıyla teşhis etmeye, haritalandırmaya ve ilgili mercilerin kapısını aşındırarak önlemeye çalıştığı bir şeyi fotoğraf aracılığıyla anlatılıyor bu projede.
Estetik bir dil ile gündeme getirilen konu oldukça gerçek, trajik olmasa bile yaralayıcı. Bu konununun güzelleştirilerek, bir anlamda temizlenerek, belki de araçsallaştırılarak görselleştirilmesi projenin tam da işlemeye başladığı nokta. Diğer bir deyişle, hafriyat alanlarının, şehrin farklı alanlarından yok edilmiş binaların kalıntılarının üst üste, yan yana biriktirdiği alanların mükemmel renklerinin kocaman bir triptikle görselleştirilmesi, hafriyat alanının ne olduğunu, hafriyatın nerelerden geldiğini unutturarak bu yeni peyzajın içine hapsederken izleyici Serkan'ın işlerinin ne olduğuyla yüzleşmesini geciktiriyor.
Süjenin fotoğrafın önüne geçmesi fotoğraflarla ilgili konuşmalarda beklendik bir şey mi?
Fotoğrafın resmettiği şeyi tanıdığımız zaman -bu projede bu ‘şeyi' tanımanın ötesinde, içinde yaşıyoruz- fotoğraf ve sanatsal çerçeveyi tartışmamız imkansızlaşıyor mu? Fotoğrafı, kendi içindeki değerler, görsellikler, ve fotoğrafçı-süje ilişkisi bağlamında değerlendirmek sadece bir başlangıç noktası mı?
Stephen Shore'un birkaç ay evvel SALT'ta yaptığı konuşmada fotoğrafların içeriğine yoğunlaşan soruları düşünüyorum. Shore'un belki de yaşı ve farklı bir kültürden gelmesinin tetiklediği merakın da etkisiyle sorulan soruların fotoğrafların nerede ne şekilde çekildiğine dair olması benim için oldukça önemliydi. Renkli fotoğrafı ve sıradanı yüceleştiren Shore'un fotoğrafları, gündelik üzerinden bir anlatım üreterek aslında fotoğraf mecrasının en kolay yapabildiğini -gündelikle ilişki kurmayı ve belgelemeyi- sanatsal bir anlatıma dönüştürüyor. Fotoğrafların bu kadar sıradanı bir anlamda dönüştürerek, belki de geri dönüştürerek, çevremizle olan ilişkimize müdahale eden Shore'un neyi nasıl yaptığından çok etrafından yabancılaşması çok daha can alıcı bir sokak fotoğrafı konuşmasına gitme potansiyeline sahipti.
Vereceğim en son örnek ise bilinçli olarak fotoğraf dışında ama görselliği dil olarak kullanan bir sergi-söyleşi. Natalie Czech'in Ağustos ayında Polistar'da gerçekleştirdiği Metodolojik Çalışmalar #5 çerçevesinde düzenlenen ‘açık atölye' üslubunu kullanan konuşmada da yoğunlaşılan Czech'in kullandığı metinler hakkında ne düşündüğü, edebiyatla olan ilişkisi ve metnin görselleştirildiği farklı metotların tarihiydi. Czech'in görselliği, işlerin merkezindeyken görselleştirdiği metinlerin içeriği birdenbire izleyicilerin odak noktası oldu. Belki de elle tutulabilen ve tarihselleştirilebilen'in cazibesiydi konuşmayı o yöne çöken ama kimse ne işlerinde neden metni objeleştirdiğini ya da metinle görselleri bu kadar birebir bir ilişkiyle kurguladığına yoğunlaşmadı.
Bu bağlamda, önermek istediğim, fotoğrafı kullanan sanatçıların işlerinden bahsederken fotoğrafı bir sonuç olarak değil de bir araç olarak görmek. Diğer bir deyişle, fotoğrafın gerçeklikle olan bire bir ilişkisini, konuşmayı yönlendirici bir şekilde kullanmak yerine bu durumu bir veri olarak alarak fotoğrafı fotoğraf üzerinden incelemeye başlamak.
Belki de fazlasıyla modernist olan bu önerge, işlerin kendi içinde bir tutarlılığı, bir değeri olduğu fikrinden yola çıkıyor. Öte yandan da, konuşulan konunun koordinatları haritalanmadan konuşmanın kendi alanının dışına çıkmasının üretken olmadığını düşünüyorum. Diğer bir deyişle, eğer kullandığımız, konuştuğumuz süjenin kendi içindeki değerlerini, görselliğini, tükettiğimiz halini tam olarak kavramadan, belirlemeden başka noktalara sıçramamız, zeminsiz, tutarsız ve en önemlisi geçici olacaktır.