Sanal gerçeklik teknolojisi, fotoğraf makinesinin ve internetin icadının insanlık tarihine getirdiği köklü dönüşümlerin daha derinini bir arada yaşatacak, yepyeni bir icat bana kalırsa. Şimdilik en yoğun kullanıldığı alan oyun sektörü. Şu an İstanbul'da birçok büyük ilçede saatlik olarak kiralayabildiğiniz VR oyun odaları var. Piyasada satılan kimisi ucuz, kimisi pahalı VR gözlükler bugünlerde büyük ölçüde oyun oynama amacıyla satın alınsa da, çok uzak olmayan bir gelecekte bunun değişeceğine eminim.
Oyun endüstrisi dışında başka birçok sektörün daha sanal gerçeklik teknolojisini kullanmaya başladığını görüyoruz. Örneğin bir grup genç tarafından diş hekimliği öğrencileri için geliştirilmiş bir VR start-up'ı kısa bir süre önce Virginia Tech Üniversitesi'ne satıldı. Normalde sabun oyarak veya diş hekimi hocalarının hastalarına yaptığı işlem sırasında hocanın ve hastanın etrafını sararak öğrendikleri bilgileri, şu an VR gözlüklerini takıp, bir simülasyonun içinden deneyimleme imkânına sahipler. Benzer bir şekilde Türkiye'de kurulan genç bir şirketin, eczacılık fakültelerindeki öğrencilere bir eczanenin nasıl düzenlenmesi gerektiğini VR üzerinden öğrettiği bir yazılım da mevcut. Böyle sayısız örnek vermek mümkün.
Geçtiğimiz senelerde başka birçok alan gibi, sanatta da sanal gerçeklik teknolojisinin kullanılmaya başladığına şahit olduk. Hem sanatçılar hem de sanat kurumları, henüz pek de ucuz olmayan bu teknoloji ile sanat işi üretmeye veya sanat mekânlarına bu teknolojiyi taşımaya çalışıyor. Örneğin 2017 yılında Londra'da Somerset House'da sergilendikten sonra, 2018'de Yapı Kredi Kültür Sanat'ta da görme imkânı bulduğumuz, İngiliz sanatçı Mat Collishaw'a ait "Eşikler" isimli sergiyi VR gözlükleri takarak gezebiliyorduk.
Kapıdan baktığınızda bembeyaz görünen odaya sanal gerçeklik gözlüğü ve ekipmanıyla girdiğinizde, 19. yüzyılda İngiliz bilim adamı William Henry Fox Talbot tarafından açılan ilk fotoğraf baskı sergisini görüyorduk. Talbot, geliştirdiği kalotip tekniğiyle oluşturduğu fotoğrafları, 1839 yılında Birmingham'daki King Edward's School'da sergilemiş. Collishaw'un sergisindeyse Talbot'un dikdörtgen camekanlarda sergilediği fotoğraflara yalnızca bakmakla yetinmeyip, isterseniz tutabiliyor veya arkasını çevirebiliyordunuz. Üstelik sadece Talbot'un gümüş tuzlarına batırdığı kağıtlara bastığı fotoğrafları değil, binanın 19. yüzyıldaki halini de deneyimleme imkânı vardı. Duvarlardaki portre fotoğraflardan tavandaki avizelere, yanan şömineden zeminde hızla yürüyerek kaybolan hamam böceklerine ve hatta binanın hemen dışında gerçekleşen siyasi protestolara kadar her türlü görsel ve işitsel detay düşünülmüştü.
Benzer bir çalışmayı bugünlerde İstanbul Araştırmaları Enstitüsü ile Pera Müzesi'nde de görmek mümkün. 21 Eylül'e kadar İstanbul Araştırmaları Enstitüsü'nde devam eden "Aralıktan Bakmak: Meşrutiyet Caddesi'nden Bir Kesit" sergisi kapsamında, günümüzde Pera Müzesi olarak kullanılan binanın, Bristol Otel olduğu yıllara gitmek, otelin lobisinden geçerek yemek salonuna gidip masalardaki ve duvarlardaki obje ve fotoğrafları incelemek, asansöre binip odanıza çıkmak mümkün.
Pera Müzesi'nin koleksiyon sergisinde Osman Hamdi Bey resimlerinin bulunduğu kısımda ise sanal gerçeklik gözlüklerini takarak Osman Hamdi'nin Boğaz'ın kıyısındaki yalısının içine girmek, geniş çalışma odasının içinde dolaşmak, masasındaki evrakları incelemek, Osmanlı'nın çok farklı coğrafyalarında yaptığı arkeolojik kazılar sürecinde çektiği fotoğraflara bakmak ve son olarak da ünlü Kaplumbağa Terbiyecisi resminin içine girerek kaplumbağaları marulla beslemek mümkün.
Benim şimdiye dek Türkiye'de görme şansı bulduğum VR sergilerinde hep tarihi bir boyut vardı. Ancak bu teknolojiyi tarihi bağlamı ötesinde kullanan sanatçılar ve kurumlar da mevcut. Örneğin House Biennial 2017'de fotoğrafçı Natasha Caruana annesini odağa aldığı "Timely Tale" isimli sergisini VR gözlükleri üzerinden seyredilecek bir şekilde tasarlamış. Hastanelerden toplanmış kimi eski koltukların üstüne oturan seyirciler, VR gözlüklerini takarak sanatçının hastalıkla mücadele eden annesinin odasına girip, bu atmosferi deneyimleyebiliyor.
Caruana'nın VR ve fotoğrafçının rolü üzerine söylediği bir söz bence son derece önemli. VR teknolojisini kullanan fotoğrafçı, artık izleyiciye belirlenmiş bir kare sunmuyor. Sanatçının yarattığı geniş dünyada seyirci, ister sanatçının annesinin odasının dağınıklığına, ister camın dışından görülen şehir manzarasına, isterse de tüketilen bol sayıda ilaca odaklanabiliyor.
VR teknolojisinin özü de zaten Caruana'nın işaret ettiği gibi kullanıcıya sunulan otonomiden ve interaktiviteden kaynaklanıyor. Senelerce her türlü bilgisayar oyununu oynamayı anlamsız bulan, daha doğrusu tuşlara basarak bir şeyleri öldürme fikrinden keyif almayan bir kişi olarak, Collishow sergisini görmemin hemen ertesinde gitmeye başladığım VR merkezlerinde saatlerce zombi öldürmekten sonsuz bir keyif alıyorum. Zira deneyimi parmağımın ucuyla bir klavyeye basarak değil, bütün bedenimle yaşamak veya yaşadığımı sanmak apayrı bir duygu.
Tabii ki teknolojik yakada aksayan bir dolu mesele de var. Gerek VR merkezleri, gerekse sergi mekanlarındaki deneyimleme imkânım olan ekipmanlarda henüz çıplak gözle görüşümüzle kıyaslanabilecek derece net bir görüntüyle karşılaşmadım. Bir parça buğulu bir atmosferin içinde olmayı kabullenmeniz gerekiyor ki bir saat kadar kullandıktan sonra genellikle gözleriniz sulanıyor ve başınız ağrımaya başlıyor. Öte yandan kafada veya sırtta taşınan gözlük ve ekipmanlar hiç de hafif olmuyor. Sergilerde deneyimleme imkanları genellikle 5-10 dakikalık zamanlarla kısıtlanıyor vb. Ancak bu tür meselelerin önümüzdeki yıllarda hızla çözüleceğini ve yakın gelecekte her birimizin bir dizüstü bilgisayarı ve akıllı telefonu olması gibi, VR gözlüklerinin de günlük hayatın doğal bir parçası haline geleceğine eminim.
Sanatçıların, sanat kurumlarının ve sanat dünyası için içerik üretenlerin de kendilerini bu teknolojiye ve bu teknolojinin getireceği yeni deneyim ve tartışmalara hazırlaması gerekiyor.