Bu yazı, Nida, Litvanya, 7 Eylül 2018'de düzenlenen NIDA fotoğraf sempozyumunun düzenleyicilerinin daveti üzerine gerçekleştirdiğim konuşmanın metnidir. Fotoğraf kitaplarının 21. yüzyılın ilk yarısında online hayatın özellikleriyle nasıl ilişkilendiğine ve bu özelliklerin bir ürünü haline geldiğine dair düşünme girişiminde bulunduğum daha önceki bir konuşmanın yeniden düzenlenmiş halidir. Her şeyden önce, beni bu konuşma için davet eden Nida Sempozyumu organizasyonuna teşekkür etmek istiyorum. Bu gibi fırsatları her zaman memnuniyetle karşılıyorum, zira araştırma yapmak, yani kitap okumak için bir zaman harcama bahanesi sağlıyor. Bu sayede dün gece Ellen Meiksins Wood'un "Kapitalizm Demokrasi'ye Karşı" kitabını sonunda bitirme fırsatım oldu.
Letonya kökenli Meiksins Wood, siyaset teorisi ve ekonomi alanında hayranlık uyandıran bir yazar ve düşünürdü. Onun hakkında sevdiğim, kitaplarını okurken mutlu olmamı sağlayan şey, yazdığı konunun içinde, kendisinin düşünme şeklini hakikaten de duyabiliyor olmanız. Kapitalizmi eleştirmenin mümkün hale geldiği tutunma noktasını, onunla birlikte adım adım yaratıyorsunuz. Bu tutunma noktası, kapitalizmin bizi ve gezegenimizi yok oluşla tehdit edebilecek derecede ekstrem bir noktaya vardığı günümüzde hala ve belki eskisinden de fazla önemli.
Meiksins pervasız, pasif, umarsız ve şımarık dışında her şey ve okurlarının kendi düşünme sürecinin içine girmesine izin verecek denli cömert. Her şey birlikte ele alındığında Meiksins; okur olarak sizi, içinde bulunduğunuz sosyo-ekonomik ve politik pozisyonun üstünde bir eylem gücüne sahip olduğunuzu ve bunu nasıl etkinleştireceğinizi anlamanızı sağlayan bir güçlendirici.
Elbette konuşmam ekonomi, kapitalizm ya da çağlar boyu demokrasinin siyasi tarihinin ince noktaları ile ilgili değil. Fotoğraf kitapları hakkında konuşmak için buradayız. Meiksins Wood'dan bahsetmemin nedeni kendisinin asla pervasız olmayan yapısı. Topluma yayılan belli bir pervasızlık, beni uzunca süredir düşündürüyor. Yayınladığım yazıya dönüp baktığımda, okuyucularımın daha az düşüncesiz olması ve etkileşimde bulundukları bu alandaki belirli güç dinamiklerinin daha çok farkına varmasını sağlamak için çok fazla enerji harcadığımı görüyorum. Üstelik fotoğraf kitapları nispeten sınırlı ve iyi tanımlanmış bir alan olmasına rağmen. Kendi fotoğraflarınızı gözeterek verdiğiniz her bir karara ya da fotoğraflarınızın yayınlanmasını istediğiniz kitapla ilgili detaylara böylesi bir özen gösterirken düşüncesiz olarak etiketlenmeye sinirlenmeden önce, bir şeyi eklememe izin verin.
Bu belirli düşüncesizliğin çalışmanızın üretim süreciyle ya da sanatsal ve estetik kaygılarınızla pek ilgisi yoktur. Bu birçok insanın hayatına yayılmış, ancak bundan sorumlu olmadıkları bir düşüncesizliktir; çünkü bu düşüncesizlik normal kabul ettiğimiz devlet yapıları tarafından, ta en başından itibaren yerleştirilmiştir. Siyasi iktidarla arasına mesafe koymuş herhangi birinin sesi, bizim seslerimiz –özellikle de kadınların sesleri- kamusal tartışma alanlarından işitilemez. Genel olarak, Meiksins Wood'un da hatırlattığı gibi; bizlerden beklenen şey aktif bir güçten feragat ettiğimiz ve bu gücü seçilmiş temsilcilerimize aktardığımız bir demokrasi biçiminde, pasif tüketici rolünü gerçekleştirmemizdir, hatta bunun için eğitiliriz. Bunu yaparak, iktidara ve onu kullanma hakkına sahip olduğumuz fikrine yabancılaştık. Bunun da ötesinde, politik ve ekonomik eylem alanlarının ayrılmasını sorgulamamaya ve "piyasa" eliyle yönetilen ekonomik alanın sıradan insanlar tarafından erişilmez olduğunu idrak etmeye başladık.
Doğal olarak, gündelik hayatımıza devam ediyor, çoğu zaman büyük resmin bir parçası olan ve etkileşim içinde olduğumuz sosyal ve ekonomik ilişkiler hakkında düşünmeden çalışıyoruz – zira değiştiremeyeceğimiz şeylere neden vakit harcayalım? Ve kapitalizmin kitabını değiştirebileceğini düşünecek cesarete kim sahip? Hatta yaratıcı endüstrinin içinde olduğu gibi gününün çoğunu neredeyse asgari ücretle çalışarak geçirirken, kim bunun için yeterli vakte sahip? Değil mi? Elbette fotoğraf topluluğunda da iktidar oyununun neredeyse ikinci bir doğaya dönüştüğü insanlar her zaman olacaktır; fakat bu insanlar sistem boyunca oldukça sığ sularda yüzmeye meylederler ve onlara prestij ile kültür sermayesi verenleri sorgulamaya nadiren eğilim gösterirler. Başka bir deyişle, başkalarından daha az düşüncesiz olmaları için bir neden yoktur.
Şimdi fotoğraf kitapları dünyasına dönelim. Bu sempozyum için verdiğim kısa bilgide; kitap yapmanın esas noktasının kitap ödülleri için kopardığımız yaygaralar, doğru yayıncıyı bulma çabaları, kitabın çılgıncasına yayılması, bağış toplama kampanyaları ve yayına gösterilen ilgi ile yeterli kamusallık arasında kaybolduğunu söyleyen Stephen Gill'den alıntı yapmıştım. Gill, bir şekilde sanatsal ürünün özerkliğine ve içsel değerine hala inanan romantik bir huysuz olabilir; ancak bütün bu keşmekeşin ortasında, oldukça merkezi bir şeylerin kaybolduğuna işaret ederken haklıydı. Ve bunun ne olduğunu görmek çok da zor değil.
Şu anda fotoğraf kitaplarının tanıtıldığı yerlere baktığımda –ki bunların çoğu kendi reklamını yapanlar için genellikle "ücretsiz" (ücretsiz ama göze çarpmalı) olan sosyal medyada gerçekleşiyor- bazı tanıtım biçimleriyle karşılaşıyorum: ‘bu kitaba bak', ‘bu kitap iyi', ‘bu kitap shortlistlere girdi', ‘bir blogda ya da bir makalede bundan bahsedildi', ‘ödül kazandı' vs vs. Ancak bana neden bu kitaba bakmam gerektiğini, herhangi birinin zamanını almaya değer olup olmadığını ya da neden herhangi birinin bu kitabı iyi bulduğunu asla söylemiyor. Kitap yapmanın esas noktası olan kitabının içeriği, dikkatle seçtiğin bu imajlar sayesinde ve aracılığıyla ne söylemeye çalıştığın ve çalışmanla nasıl bir kitleye ulaşmayı umduğun – bunların hepsi bu günlerde tamamen ortadan kalkmış gibi görünüyor.
Kitabınızın viral olması bile, içeriğinin ve daha fazla bir dikkatin gelişmeye başlaması için ekstra çaba sarfedileceği anlamına gelmez. Çalışmanız adaylıklar, ödüller, sergiler ve yeni kitap kontratları akışıyla alınabilir ve desteklenebilir. Ancak bunların hiçbiri kitabın amaçladığınız şeyleri iletmesini, söylemesini umduğunuz şeyin duyulmasını sağlayacağını garanti etmez. Ve bu durum hem fotoğrafçı ve/veya kitabı basan bağımsız yayıncı için, hem de izleyici kitlesinin içinde yer alan ve benim gibi yalnızca duyuruyla beslenmek zorunda bırakılan insanlar için oldukça sinir bozucu olabilir.
Kaygı duyduğum şey fotoğraf kitaplarının somut bir nesne olarak sahip olduğu zanaatkarlık kalitesi değil. Bugünlerde geniş bir üretim oldukça yüksek seviyelerde sağlanıyor ve bu kitapların yapımında ne kadar sevgi ve çaba olduğunu görebilirsiniz. Daha ziyade, kitabın alınma eğilimlerinde bir şeylerin çok yanlış gitmesi söz konusu. Ve bu alınma eğilimlerinin kısırlığına odaklanan bir gözle soruyorum: "Fotoğraf kitaplarıyla etkileşime girerken ne tür bir çalışma söz konusu ve nasıl etkileşimler dışarıda kalıyor?"
Geçmişte, bu soruya Bruce Sterling'in ekonomi ve ağ teknolojileri konusunda bir düzlem yaratan Spime kavramına bakarak yaklaşmaya çalışmıştım. Peki, Spime'lar neyin nesi?
Bir blueprint'in üzerine diğerini koyduğumuzda her ikisinde de benzer yapısal öğelerin izlerini takip edip edemeyeceğimizi inceleyeceğimiz bir haritalama çalışması yapacağız. Elbette böyle bir çalışmada hangi baskıyı taslak olarak kullandığınız rastgele bir karar olmayacaktır, ancak ben diğer disiplinlerden haritalar kullanmayı tercih ediyorum, bu da elimizdeki sorulara yanıt verebilir. Bu ayrıca her şeyi fotoğraf ve sanat tarihindeki araçları kullanarak çözmeye çalışan dar bir bakış açısından kaçınmamı sağlıyor.
Sterling şöyle diyor: "Geniş bir açıdan baktığımızda, nesneler ve insanlar arasındaki ilişkinin bir tarihi var. Bu böyle ilerliyor. Günümüze dek, geçmiş boyunca, biz insanlar dört farklı nesne sınıflandırması yapmış ve devam ettirmiştik. Bu nesne sınıfları, tarihsel sıralamaları itibariyle insan elinden çıkan eserler, makineler, ürünler ve akıllı aygıtlardır."
İnsan elinden çıkan eserler, makineler, ürünler ve akıllı aygıtlar arasındaki farklar mekanik değildir. Tarihseldir. Aralarındaki farklar, onları mümkün kılan somut kültürlerde bulunur. Üretildikleri toplum türünde ve onların yapımı ile kullanımı için gerekli olan insan türünde.
İnsan elinden çıkan ürünler avcı-toplayıcı ve geçimlik çiftçiler tarafından yapılır ve kullanılır.
Makineler, sanayi toplumunda alıcılar tarafından yapılır ve kullanılır.
Ürünler, askeri-endüstriyel komplekste, tüketiciler tarafından yapılır ve kullanılır.
Akıllı aygıtlar son-kullanıcılar tarafından yapılır ve kullanılırken, bugün ortaya çıkan şey ("Yeni Dünya Düzensizliği", "Terörizm-Eğlence Kompleksi") kendi kısa arada kalmış dönemimizdir. Son-kullanıcı, tüketicinin tarihsel olarak gelişen biçimidir.
Akıllı aygıtlar, merkezi olarak planlanmış bir toplum tarafından üretilemez. Akıllı aygıtta, gelişme son-kullanıcılar tarafından belirlenir. Bu okuyucu kitlesindeki hemen hemen herkes gibi insanlar olan son-kullanıcılar, akıllı aygıtları geliştirmede bolca karşılıksız iş yapıyorlar. Sıradaki adım ise henüz var olmayan bir nesne. Bir isme ihtiyacı var, bu yüzden üzerine düşünebilirz. Hala spekülatif olan bu hayali nesne için uydurma bir sözcük niteliğindeki "Spime"ı kullanabiliriz. Spime'ı da yapan ve kullanan bir insan tipi vardır ve bu insan tipine "Wrangler" denir. Bu noktada, birçok insan hala akıllı aygıtların son-kullanıcılarıdır. Benim tezim, kehanetim ise çok yakın bir zaman içinde, sizin de Spime için boğuşan wranglera dönüşeceğinizdir.
Spimelar hakkında bilmeniz gereken en önemli şey, onların tam olarak uzay ve zamanda konumlanmalarıdır. Tarihleri vardır. Kaydeder, izini sürer, envanterini çıkarır ve daima hikayeyle ilişkilendirirler. Gerçek bir Spime sizi tasarımcıların ve geliştiricilerin ve mühendislerin ve satış ve pazarlamada çalışanlarının içine sokarak çan eğrisinin üstüne çıkar. Gerçek bir spime, spime için boğuşanları doğurur.
Spime, önce bir kullanıcı grubu, ardından fiziksel bir nesnedir. Bunu unutma!
Fotoğraf kitapları bildiğimiz gibi, baskı makinelerinde seri üretilir; tüketiciler tarafından yapılan ve kullanılan bir zamana ait ürünlerdir. Bu dönem romanları okumak, içlerindeki fikri yaymak, kitaplar aracılığıyla çocukları eğitmek ve eğlendirmek adına feryat eden kitleler için binlerce kopya üretilen karton kapaklı kitaplar ya da "kahve masası" kitaplarıyla, yayınevlerinin altın çağıydı. Düşünün; nerede merkezden planlanan toplumlar, nerede bağımsız aygıtlar.
Fotoğraf kitapları ilk olarak makinelerin tüketiciler tarafından yapılmaya ve kullanılmaya başlandığı sanayi çağında, aşağı yukarı İkinci Dünya Savaşı'nın bitimiyle birlikte; yani fotoğrafların mekanik olarak yeniden üretilmesinin kolaylaştığı bir dönemde ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu kitapların yaklaşık bir yüzyıl önce, 1920'lerde ortaya çıkan modernizm ile aynı zamanda doğup popüler hale gelmesi, modernist görünümlü kitapları sevmemizin nedeni oldu.
Geçtiğimiz yüzyıl yayıncılık endüstrisinde çok büyük bir ilerlemeye şahit oldu. Çalışma modellerinin mazide kalmış bir üretim ve tüketim alanından geldiğini göz önünde bulundurunca bu durum, tahmin edilebilir bir şeydi. Ayrıca kitapların üretim maliyetlerinin fotoğrafçılara ya da önceden satışla yürüyen destek kampanyaları, kitle fonlama ve özel edisyonların artışına dayandırılmasıyla birlikte, kitapların finansmanı da merkezi olmayan alanlara kaydı; böylece yayınevleri gittikçe daha çok dağıtım kanalına odaklanıyor. Spime, üretimde aktif olarak yer almamızı ve üretimin gelişimini artırmamızı istediği için, yeni bağımsız ve self-publish pratikler yayılıyor.
Fotoğraf kitabı sevenler, meraklıları ve hayranları olarak bir kullanıcı grubu haline geldik. Coğrafi mesafeleri yok etme yeteneğine sahip olan internet, bunu yapmamızı sağladı. Sosyal medya aracılığıyla kendimizi bir arada hissediyoruz. Birbirimize fotoğraf kitabı yapmanın ve satmanın nasıl da harika bir şey olduğunu anlatıyor; bunun geleceğini, tarihini, yükseldiği ve düşüşe geçtiği dönemleri tartışıyor; eBay'de satılabilir koleksiyon nesnesine dönüşecek kitaplar üretiyor; nerede ve nasıl baskı alınacağına dair ipucu ve püf noktalarını birbirimizle paylaşıyor; kitap festivallerinde tanışıyor; kitaplarımızı takas ediyor; dünya çapındaki bağımsız yayıncıların listelerini toparlıyor; farklı baskı ve dikiş yöntemlerine dair bilgileri, kağıt tiplerini ve nasıl tepki verdiklerini öğreniyor; buna benzer buluşmalara katılıyoruz…
Kısacası, fotoğraf kitaplarıyla daimi bir boğuşmanın içinde kaybolma riskiyle karşı karşıyayız. Kimi zaman biz bile bir tane üretiyoruz, ancak bizi destekleyen gruplarla, hayran kitlelerimizle ya da Kickstarter destekçileriyle paylaşmak üzere hazırlanan küçük edisyonlu, neredeyse bir ara ürün olarak. Bunu o kadar çok yapıyoruz ki, hakikaten kitabın içinde yer alan şeyin kendisiyle uğraşmaya zamanımız yok. İçerik, konudan kopma tehlikesiyle karşı karşıya. Hatta, giderek artan çevrimiçi bir endüstriyel sürecin bir parçası olarak, kitapla boğuşma uzmanı olmanın içine çekiliyoruz. Bazıları bunu diğerlerinden daha iyi beceriyor.
Bu gelişmeleri ekstrem bir boyutta kullanan sanatçılardan biri Elisabeth Tonnard. Yaptığı kitap öylesine şeffaf ki, artık görülemiyor bile. Bu görünmez fotoğraf kitabı, kendi wrangler topluluğunda büyük bir başarıydı. Bir nesne ve ticaret aracı olarak fotoğraf kitabı konusunda fikir alışverişi sağladı. Kullanıcı grubunun öncelikli, fiziksel nesneninse ikincil, hatta alakasız hale geldiği gerçek bir Spime dehasıydı. Spime çağındaki fotoğraf kitabının öncelikle sanal bir nesne anlamına geldiğini, çoğu zaman da fiziksel olarak somutlaşmasının gerekli olmadığını anlamıştı.
….
Bu fikirler yıllardır geliştiriliyor ve ben hala Sterling'in fotoğraf kitabı dünyası üzerine haritalanmış tahminlerinin potansiyelini araştırmaktan yorulmadım. Şu ana dek benim için en verimli olan noktası; çağdaş fotoğraf kitaplarını bir nihai ürün olarak, bir ağ tabanının tesadüfi bir şekilde neredeyse somutlaşması ve fotoğraf alanıyla etkileşime girmemizle beraber içine dahil olduğumuz ortak bir hareket olarak anlamamı sağlaması. Ve bu fotoğraf kitaplarının büyük çoğunluğunun Spime çağında self-publish olarak ortaya çıkması.
Fotoğraf kitapları hakkında yayınlanan metinler sadece fiziksel bir nesneye, bu nesnenin tarihine ve sınıflandırmasına bakmaya eğilimlidir. Çağdaş fotoğraf kitabıyla çılgınca ve devamlı etkileşimimizi açıklayan olası bir model sunan bir yazarla henüz karşılaşmadım. Bu bağlamda, önceki nesillerin okuyucu ve tüketicilerinden çok temel bir farklılığımız var. Çünkü çağdaş fotoğraf kitabı her şeyden önce dijital, sanal ve birbiriyle bağlantılı dünyamızın bir ürünü. Bir platform, oyun alanı, açık bir uç olarak fotoğraf kitabı. Ve bu kitapları üretmeye devam ediyoruz; çünkü bu faaliyet ve kullanıcılar arasındaki değiş tokuş belki de fiziksel nesnenin kendisinden daha önemli ve hatta daha tatmin edici. Elisabeth Tonnard'ın oldukça zeki biçimde gösterdiği gibi.
Hatırda tutulması gereken en önemli şey, ağa bağlı teknolojiler aracılığıyla paylaşım çağında, fotoğraf kitabının ontolojik statüsünün Sterling'in Spime olarak adlandırdığı bir ürüne dönüşmesidir. Bu da ortada öncelikle bir kullanıcı grubunun olduğu, fiziksel nesnenin ise ikincil duruma düştüğü anlamına gelir. Kullanıcı grubu olarak fotoğraf kitapları geliştirmek ve üretmekle gerçekten çok meşgulüz; ancak kimi zaman bu neden yaptığımızı bile bilmeden yaptığımız, bazen neredeyse gönülsüz bir jest gibi görünüyor.
Geçen yıl yayınlanan bir röportajda, YU. The Lost Country'nin yazarı Dragana Juristic, sanki öylesine söylenmiş bir sözle bu noktaya dikkat çekiyor: "Fotoğraf kitabı dünyası tuhaf bir dünya. Oyunun ne olduğundan pek emin değilim. Birçok fotoğraf kitabının oldukça lüzumsuz olması epey ilginç geliyor bana. Hiçbir şey anlatmıyorlar; yalnızca güzel bir tasarıma sahip ya da bir enstrüman çalarken gerçekten tatlı bir tempo tutturmuş gibiler, ama içleri boş. Öyleyse bu uğraşın amacı ne? sanırım bu yüzden birçoğu başarılı olamıyor. Ya da bir şeyler söylemeye başlıyor ancak asla bitiremiyorlar." Oyunun ne olduğundan ya da uğraş olarak adlandırdığı şeyin amacından emin değildi. Yorumunun can alıcı noktası üretilen mevcut kitap çeşitliliğinin gerekçeleri değil, bu aslında. Sterling'in yardımıyla, esas oyunun Spime ve kullanıcı gruplarının aralıksız boğuşması olduğunu söyleyebiliriz. Stephen Gill bu geniş hasılatı "sürü haline gelmek ve sürü olarak hareket etmek" olarak görüyor. Fotoğraflarla yapılması gereken şeyin onları ya bir duvara asmak ya da bir kitap veya dergide yayınlatmaktan ibaret olduğunu neredeyse hayatın bir gerçeği olarak kabul eden fotoğrafçılarla kimbilir kaç kez konuşmadım. Sanki fotoğraf sadece bunun içinmiş gibi!
"Ee, yani?" diyebilirsiniz. Fotoğraf kitabı sevenlerin zaten epey düşmanca olan bir dünyada bir araya gelerek bir çeşit topluluk hissi yaratmaları ve kariyerlerini ilerletmeye çalışmalarında bu denli telaş yaratan şey ne? Bu denli küresel bir düzeyde bağlantı kurabilmemiz, arkadaş edinebilmemiz, hatta ortak bulabilmemiz ve çalışmalarımızı dünyanın dört bir yanına yayarak oradakilerin kalplerine dokunabilmemiz iyi bir şey değil mi? Evet, şüphesiz bu iyi bir şey ve hayatımızda gerçek bir değere sahip. Ancak bir kullanıcı grubu olarak, oldukça mesut bir biçimde cahiliz. Ya da belki de çevrimiçi ortamlarda epey cömertçe paylaştığımız bilgileri ve meta verilerini maddi değere, bir ticaret nesnesine çevirmekle ilgilenen insanlar pek de umrumuzda değil.
Pazarlanabilir bir metaya dönüştürülecek olan şey, kullanıcı tarafından oluşturulan verilerin bir araya toplanmasıdır ve Büyük Data olarak adlandırılır. Büyük Data şu anda gerçekten de büyük bir iş. Veri analistleri; fotoğrafik tercihleriniz, yaşınız, cinsiyetiniz, konumunuz, kameranızın hangi markanın hangi modeli olduğunu gösteren üstveri, belki de hangi okula gittiğiniz, hangi kitabı yaptığınız ve çalışmalarınızı nerelerde sergilediğiniz bilgilerine sahip olacak. Ve bütün bu bilgiler sizin kendi isteğinizle ya da kullanım şartlarını kabul ederek verdiğiniz bilgilerdir. Ve son olarak, Lensculture gibi çevrimiçi fotoğraf platformları bu büyük veri paketini muhtemelen sizin izninizi almak zorunda kalmadan satabilecektir.
Yanlış anlaşılmasın, burada özellikle Lensculture'ı eleştirmek gibi bir amacım yok. Hayatın gerçeklerini anlatmak, işlerin nasıl yürüdüğünü göstermek ve ürünlerinizi satmak isteyen şirketler tarafından bulunan, satılan ve hedeflenen veriler olarak bunun nasıl da bir parçası olacağınızı söylemek için bu örneği verdim. Aynı şekilde Amazon veya Facebook'u da örnek olarak alabilirdim.
Bütün bunlar gözetim endüstrisinin bir parçası. Edward Snowden sağolsun; devlet meseleleri, terörizm, istenmeyen ve mahremiyetimize karşı çoğu kez legal dayanağı olmayan, ancak kurumsal işletmelerin eşit derecede rol oynadığı bir ihlalle sıkı bir etkileşim içindeyiz. Ancak bu konuyla ilgili kaygılarım var: kar platformu ekonomisi, çevrimiçi fotoğraf topluluğunda uzun süredir varolan katılımcı bir paylaşım ve alışveriş kültürünü bozuyor. Ya da en azından buna izinsiz dahil oluyor. Bu bakımdan, ağırlanan ve bu platformu hediye ekonomisi için bir araç olarak kullanan katılımcıların güç dinamiklerini değiştiriyor.
Bizler korunaklı fotoğraf bahçelerimizde "oynarken", diğerleri sessizce ve görünmeden bizleri gözetliyor. Bu beni çok rahatsız ediyor. Bir fotoğrafçı ve küratör olarak çalışmalarıma duydukları ilginin bütünlüğünü ya da özgünlüğünü sorgulamamı sağlıyor. Benden paylaştığım şeyden daha fazlasını istiyorlar; benden hayal bile edemeyeceğim yollarla kar sağlamak istiyorlar ve sonrasında karlarını benimle paylaşmak gibi bir niyetleri yok. Kendimi oynanmış hissediyorum.
Şimdi şunu sorabilirsiniz, iletişim ağı teknolojilerinin çağında bütün bunlar fotoğraf kitapları ve bağımsız yayıncılıkla ilgili olmak zorunda mı? Bağımsız ya da self-publish olarak yayınlanmış kitaplardan söz ettiğimizde; havalı yayıncılığın sahip olduğu olumsuz çağrışımları taşıyan belirli yayınevleri tarafından basılmayan ya da henüz finansal riskler almaya yetecek kadar olgunlaşmamış çalışmaları kast ediyoruz. Bu kitaplar ayrıca, istedikleri her şeyi yayınlama özgürlüğüne sahip yayıncıların özerkliğini de öne sürüyor. İçinde isyankar bir tını var. Ancak kendi ellerimizle beslediğimiz tipik bir pervasızlıkla, bunu yapmamızı sağlayan çevreyi göz ardı etme eğilimindeyiz.
Oysa gördüğümüz gibi, kitabımızı self-publish yayınlarken de, bunu çağdaş fotoğraf kitabıyla bir boğuşma şeklinde gerçekleştiriyoruz. Zira Sterling'in terörist-eğlence karmaşası olarak adlandırdığı, bizim çağımızın çağrısı niteliğindeki Spime'ın çağrısına karşılık veriyoruz. Ve bu boğuşma tek başımıza gerçekleştirdiğimiz bir şey de değil, özellikle bu amacı yerine getirmek için gökten mucizevi bir biçimde düşmüş gibi görünen platformların altyapısında yer alan topluluklar da bunu sağlıyor.
Toplulukları bir araya getirip şekillendirdikçe; verilerimizi deşmeyi, pazar ekonomisinin yükselmesini, kendimizi nesneleştirmeyi ve "kaydetme, izleme ve depolama" tanımından yola çıkan sevgi emekçisi Spime'larımızın yükselişini sağlıyoruz. Zira Spime, Büyük Veri tarafından sevilmek için üretilmiştir.
Dahası, kitaplarımızı öylece bir boşluğun içine bırakmıyor; kendi kural ve taleplerine sahip iyi tanımlanmış alanlara, sanat kapılarındaki bekçilere ve akım öncülerine, güç ilişkilerine ve politikaya sunuyoruz. Kabul görebilmek için başvuru ücretlerini ödemek, kendi kendimizi finanse etmek ya da üretim ve baskı maliyetlerini kitle fonlama aracılığıyla karşılamak gibi yollara başvuruyoruz. Bunun sonucu olarak uzmanlar ve menfaat sahiplerinin ta kendisi oluyor; Spime'ın yaşam döngüsünü devam ettiren ve paylaştığımız mal varlıklarımızı koruyan öğeler haline geliyoruz.
Bu platformların mevcut iktidar yapılarına ve içinde var olan toplulukların kapılarındaki bekçilere bilinçli, hatta istekli bir biçimde bağımlıyız. Ve bu tür bir iktidar yatay olarak değil, dikey olarak dağılır; aynen içinde bulunduğumuz kapitalizm çağında paranın eşit bir biçimde değil, kapital sahibine doğru akması gibi. Sömürülüyorsak; buna izin verdiğimiz, hatta buna aktif olarak katkıda bulunduğumuz için sömürülüyoruz.
Öyleyse bu gruplaşmanın içinde bağımsızlık hala nasıl mümkün olabilir? Belki bu bağımlılıkların daha en baştan farkında olarak sağlanabilir. Sağlanan altyapının sığ sularında pervasızca yüzmeyi bırakmayı seçebilir ya da doğru sorular aracılığıyla bunu aktif bir biçimde sorgulayabiliriz. Ardı arkası kesilmeyen uğultulu bir sürünün bir parçası ya da bir wrangler olarak rolünüzün farkına varmak daha ilk andan bir değişim yaratacaktır, çünkü sistem içinde ya da sistem ile hangi açılardan oynadığınızı kavramaya başlayacaksınız. Bir şekilde hala sanatın mantığına aykırı olduğu için, bu farkındalığı tamamen içselleştirmek düşündüğünüzden daha zordur.
Son olarak Meiksins'e ve siyaset dünyasına, ya da siyasetin Spime ve onun için boğuşanların dünyasındaki yoksunluğuna geri dönelim. Bu Sterling'in öğüdünde değinmediği bir noktaydı ve oldukça önemliydi. Spime kavramının bir belirtisi olmasına rağmen Büyük Veri'den hiç bahsetmemişti. Büyük Veri elbette günümüz siyasetiyle iç içe geçmiş durumda. Öyleyse siyaset nerede ve niçin bu konuya dahil oldu?
Bir sanatçı ya da fotoğrafçı olarak çalışmanızı pazarlanabilir bir metaya indirgediğinizde, onu siyasi potansiyelinden soyutlamış olursunuz ve egemen sınıftakilerin çoğu, kamuoyunu siyasi bir gündeme sahip olmaktan olabildiğince uzak tutmak istiyor. Örneğin Hollanda'da, ortalama düzeyde çalışan kadın ve erkekler; politikacılar ve politika yapıcılar yüzünden sanata yabancılaşmış durumdalar. Ortalama düzeyde çalışan insanların gözünde; sanatçılar olarak tembelliğimiz, yalnızca fonlar ile yaşadığımız, hiçbir işe yaramadığımız, bir gelir sahibi olmadığımız, toplumun bizden beklediği şekilde üretmediğimiz bir tablo çiziliyor.
Ve bu strateji işe de yarıyor. Bu durum, sanatçılar ve sanat açısından kötü elbette. Ancak daha da kötüsü -bunun farkında olmamalarına rağmen- eleştirel bir mesafe kazanabilecekleri veya kendilerini yöneten iktidar karşısında sahip olabilecekleri temsilden kesilip atılan işçi sınıfı için geçerli. Ne gariptir ki, bu olgu –böyle dememde bir mahsur yoksa- bundan nadir olarak bahseder. En azından fotoğrafta gözlemlediğim durum bu.
Fotoğrafçıların çoğunun, dünyadaki birçok ortalama insan gibi, neoliberal rüyalar adına satıldığını söyleyebilirim. Onların konumunda bu durum; birinci sınıf galerilere bağımlı hale gelmek, görüş alanımızın dışındaki işçi sınıfını ya da ucuz emek gücünü de acımasızca sömüren zengin müşteriler bulmak, aynı Panama Papers'ın bir kere daha ortaya çıkardığı gibi sanat dünyasında da geçerli olan para aklama çalışmalarına gözlerini kapamak gibi biçimlerle ortaya çıkıyor.
Neoliberal küreselciliğin yazılı olmayan kuralları bizi şöhret ve tanınırlık için yarışmaya teşvik ediyor. Başarı kazananları dinlemeye, sanat festivallerindeki en şık standlara iştahla bakmaya ve güçlü olduğunu düşündüklerimize dalkavukluk etmeye bayılıyoruz. Doğru yol göstericiler mi seçmiş olduk? Bu süreçte kısırlaştırılmış hayvanlara dönüşmezsek tabii.
Self-publish fotoğrafçı olarak bağımsızlık sağlamak aynı zamanda Spime toplumundan ayrılmak ve başka türlü iletişim kuramayacağınız kitleler için kitaplar üretebilmek anlamına da gelebilir. Ve bununla sanatçıları, müzisyenleri, moda tasarımcılarını, kaykaycıları, sinemaseverleri ve grafik roman sanatçılarını içeren yaratıcı bir elit kesimin ötesini kastediyorum. Örneğin yüzme antrenörleri, hayvanat bahçesi bekçileri ya da şehir plancıları için gerçekten yararlı olan çok güzel bir kitap yaptığınızı hayal edebiliyor musunuz? Ya da muhasebeciler, tarım aracı şirketleri ve satranç şampiyonları için? Kısacası, hayatının amacı her daim son trendi yakalamaktan ibaret olmayan ve sizinle aynı Spime'ın içinde boğuşmayan bir izleyici kitlesi için?
Ve son olarak, "ait olma aşkı"na dair her şeyi rüzgara savurarak bağımsızlığınızı savunabilir ve Western Spagetti filmler üretmek istediğini söyleyen Dragana Juristic'in yaptığı gibi, gerçekten hayalini kurduğunuz şey neyse onun peşinden gidebilirsiniz. Ya da Afrika'da seyahat ederek, sıradan yerel halkın tarih arşivleriyle tamamen belirsiz fakat anlamlı bir biçimde yeniden buluşmasını sağlayan Andrea Stultiëns gibi. Gördüğünüz üzere, hepimiz hayatımızı yönlendirmeye çalışıyoruz, bunda özel bir yan yok. Önemli olan, bunu mümkün olduğunda çok renkli hale getirmek. Ve bu konuda söylenebilir ya da söylenmesi gereken daha birçok şey olsa da, bu mutlu notla bitirmek istiyorum.
* Bu metnin orijinali ilk olarak beikey.net adresinde yayınlanmış olup, sanatçının izniyle İpek Çınar tarafından Türkçeye çevrilmiştir.