Size ilk ağızdan şunu söylemeli: fotoğraf kitabı odaklı bu güncelleme, alanında birçok yetkin ismi konuk etmesi nedeniyle beni çok heyecanlandırsa da, derginin daimi bir yazarı olarak elimi, kolumu, aklımı bağlıyor. Zira beni çok heyecanlandıran ancak pek de hakim olmadığım bu konuda, yazılarını yılların düşünceleriyle damıtıp demlendirmiş isimlerin arasında kendime edinmeye çalıştığım bu köşeyi dolduramayacağım diye çok korkuyorum. Fotoğraf kitabı alanındaki el yordamı keşiflerimi sıralamaya çalışacağım bu yazıyı benim yerime, fikirlerine kıymet verdiğim ve kitaplığının yelpazesi çok daha geniş olan fotoğrafçılardan biri yazsın çok isterdim. Ancak hepimizin yakındığı şey, biz gençlerin bir şey yapmaya başlaması için önce kendini kanıtlaması şeklindeki gizli saklı ambargo değil mi?
Fotoğraf kitabı ("okuma" sözcüğünün kitapla bütünleşmesinden olsa gerek) yan sekmelerden yahut tanıdık görme ihtimalinden uzak bir alanda, sanatçının zihnine konsantre olabilme, eseri elde tutulabilme, bire bir ilişkiye girebilme gibi sosyal özellikleriyle seyirciye rahat bir alan sağlıyor. Daha da önemlisi; tekil bir sanat eseriyle kıyaslarsak, bir çalışmanın gövdesini bütünlüklü olarak sunuşuyla kıymetli bir yol gösterici. Bu özelliklerine son zamanlarda ulaşılabilirliğinin ne kadar arttığı da eklenince, albenisine şaşırmamak gerek. Benim fotoğraf kitabı edinme sürecim de böyle başladı.
Satın alıp fotoğraf kitaplığıma eklediğim ilk fotoğraf kitabı, Andre Kertesz'in İstanbul Modern'de gerçekleştirdiği retrospektif sergisinin kataloğuydu. 1894 doğumlu Macar fotoğrafçı, fotoğrafa Macaristan köylülerinin gündelik yaşamlarını vurguladığı ve 1. Dünya Savaşı yıllarında cephede çektiği fotoğraflarıyla başladı. Paris'e taşınması ve buradaki sanat çevreleriyle tanışmasıyla moda fotoğrafçılığına yöneldi ve ardından bugün hepimizin bildiği distortions nü fotoğraflarını üretti. İstanbul Modern'in aynı isimli sergiyle paralel yayınlanan retrospektif kitabı "hayatın yansıması", bütün bu sürecin derli toplu bir özeti niteliğinde. Dolayısıyla ortada hali hazırda bir sevgi, ilgi yahut yaptığınız işle alaka olmadığı sürece birinin otobiyografisini okumak nasıl beklenmedikse, bu kitabı edinmeniz de muhtemelen Kertesz'i bilmenize dayanıyor. Ben de fotoğraf eğitimi almaya başladığım ilk aylarda, başka bir sergi ziyareti sırasında rastladığım bu kitabı, fotoğrafçının usta ismine duyduğum saygıyla edinmiştim.
Gözümü kitaplığımda gezdirmeye devam ettiğimde, Kertesz'in biraz ötesindeki bir başka kitaba yöneliyorum: bir yıl kadar sonrasında, hayatımda ilk defa bir fotoğraf kitapçısına girdiğim St Petersburg'dan aldığım, Roger Ballen'in "Shadow Chamber" isimli kitabı. Roger Ballen, bu alışkın olduğumuz dünyada birbiriyle hiçbir alakası olmayacak şeyleri bir araya getirerek, onların özlerini birbirine yaklaştırıyor. Kelimelerin cümle içinde, tek başına sahip oldukları anlamdan farklı bir görev üstlenmeleri misali, Roger Ballen'in fotoğraflarında da nesneler, kendi başlarına sahip oldukları imgenin ötesinde bir anlam giyiniyor. Bir diğer deyişle Ballen, nesnelerin özüyle oynuyor. Mutlak saflık ve ondan uzaktalığı birbirinin içinde eritiyor. Dolayısıyla mutlak samimiyet ve yabancılığı da bir arada taşıyan fotoğraflarını çok mu sevsem, nefret mi etsem bir türlü karar veremiyorum. Ancak bir şekilde kendine çekiyor Ballen, hissettirdiği tüm duygular çok güçlü. St Petersburg'da, hayatımda ilk defa sadece fotoğraf kitaplarına ayrılmış bir dükkana girmenin sarhoşluğunu iyi hatırlıyorum, ancak yaptığım şeyin raflardaki kitapların sırtındaki isimlere bakıp, sevdiğim isimlere denk geldikçe çekip incelemek olduğunu da. O günlerde de risk almayıp kendini kanıtlamış bir fotoğrafçının kitabına yönelme eğilimim varmış.
Kitaplıkta gözüme takılan 3. kitapsa, bu sefer Ballen'dan yaklaşık bir yıl sonra edindiğim, sırtı raf içinde kaybolacak denli ince ve isimsiz olan, pek sevgili İrem Sözen'in "recall"u. Bu self-published kitap, ben onu aramadan bir şekilde karşıma çıkmış ve hem self-published kavramıyla hem de İrem Sözen'in çalışmalarıyla tanışmama vesile olmuştu. Kara, çift katlı bir kapağı var bu kitabın. İlk gördüğümde içindekileri gizleyen bir kutu hissi vermişti; yani çok özel, çok kişisel bir şeyi sanatçının bana açacağını hissetmiştim. Sözen sanki görmeyi kaldıramadığı, ama atmaya da kıyamadığı bir takım hatıraları kara bir kutuya koyup rafa kaldırmıştı. Zira anılarla olan rabıtayı yok etmek hiç de kolay bir iş değildi. Çalışmanın hatırlamak ve hatırladığını yeniden üretmekle alakalı olduğunu öğrendiğimdeyse çok da yanlış düşünmediğimi anladım.
Kitapları anlatırken Kertezs'de sanatçıdan, Ballen'de sanatçının genel stilinden, Sözen'deyse bir nesne olarak kitaptan ve sadece onun içinde yer alan çalışmadan bahsetme ihtiyacı duyuşum kafamda ilk soruyu yaratıyor: Bir fotoğraf kitabı seçerken fotoğrafçısına, yayıncısına, tasarımına ne kadar dikkat ediyor, hangi kriteri göz önünde bulunduruyorum? Bütçemi kendini kanıtlamış bir fotoğrafçının kitabına mı, sevdiğim bir fotoğrafçının kitabına mı ayırmalıyım? Yoksa fotoğraf kitabını bir sunum mecrası olarak ele alıp, fotoğraflardan ziyade kitap formatına mı dikkat etmeliyim? Fotoğraf kitabında fotoğrafçı ve tasarımcı; fotoğraflar ve fotoğrafların sunum şekli, klasiğin huzuru ve yeninin ufuk açışı arasındaki denge ne olmalıdır?
Bu sorular kafamın bir köşesinde cevapsız kaldı pek tabii, cevabın kişiden kişiye, zamandan zamana, bütçeden bütçeye değişeceği, hiçbir zaman da sabit kalamayacağı düşüncesiyle kendimi rahatlatıp, zamanla sergi katalogları, büyük yayıncı kitapları ve self-published kitaplar edinmeye devam ettim.
Bir süre sonra edindiğim bahsetmeye değer iki kitapsa Filigranes Editions'tan çıkan, Arja Hyytainien ve Ali Taptık'ın notebook kitaplarıydı. Kendi hikaye anlatma eğilimlerime oldukça yakın bulduğum bu defter fikri beni fazlaca etkilemişti. Taptık'ın kitabının son sayfasına baktığımdaysa, bana yepyeni bir kapı açacak olan, grafik tasarımcı Okay Karadayılar'ın ismine rastladım. Demek ki fotoğraf kitabı yapımında, fotoğrafçının yanı sıra, yeri hiç de azımsanmayacak olan tasarımcı diye biri vardı ve o kitabı rezil yahut vezir edebilirdi!
Ali Taptık ve Okay Karadayılar, fotoğraf kitabı kavramı düşünüldüğünde önem verilmesi gereken bir ortaklığa sahip. Zira yıllardır birlikte çalışan bu iki sanatçı; fotoğraf kitabı üretimi sırasında fotoğraf, fotoğrafçı ve tasarımcı arasındaki dengeyi çok başarılı bir şekilde gözeten; biri fotoğrafçı kimliğimle, diğeri ise "fotoğraf kitabı sever" sıfatımla hayran olduğum özel iki insan. Şansıma o günlerde "12 Görüntü" isimli bir maket kitap atölyesi yapmak için Ankara'ya gelecek bu iki sanatçının atölyesine ilk sıralardan ismimi yazdırdım.
Çalışmalarında sahip olduğu disiplin ve altyapı, dahası sunum mecrasına gösterdiği özenle kendine hayran bırakan; samimiyetine ve özenine inandığı kişi/hikayelere açık ve yardımcı yaklaşan; ancak bunlara inanmadığı noktada da sivri dilini ortaya çıkaran Taptık, baktıkça kendimi zorlama ve daha çok geliştirme ihtiyacı duyduğum özel bir konuma sahip benim için. Karadayılar'la birlikte gerçekleştirdikleri "12 Görüntü" atölyesinde de "E ama fotoğraf çekmeden nasıl fotoğraf kitabı üretmeyi isteyebiliyorsun ki" serzenişiyle, fotoğraf konusunda kafası karışık bendenizi şöyle bir silkelemişti. Durup düşündüğümde, fotoğraf çekme konusundaki en büyük itkimi bu atölye esnasında edindiğimi fark edip iki sanatçıya da şapka çıkarıyorum.
Fotoğraf üretmeyle ilişkisi çok uzun zaman boyunca kavgalı olan biri olarak, "12 Görüntü" atölyesinin sonrasında fotoğraf çekmeyi bırakıp, sadece yazı yazmak ve fotoğraf kitaplarına yönelmek gibi ilk anda rahat gelen yollara sapmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Bu ise beni bugünlerde çok düşündüğüm yeni bir konuya yöneltiyor. Fotoğraf kitabı üretimi son yıllarda, Türkiye'de de tıpkı yurtdışındaki gibi büyük bir ivmeye sahip. Birbiri ardına yayınlanan kitaplar, düzenlenen atölyeler ve festivaller bu mecrayı biraz da trend haline getiriyor ve bilinç altında "ben de kitap üretmeliyim" algısı yaratıyor. Etrafımdaki "Benim bitmiş fotoğraf projem yok ama yine de başvurabilir miyim acaba bu kitap atölyesine" soruları, bir fotoğraf kitabı atölyesinin başvuruları sırasında gördüğüm "Kendi fotoğraflarımla değil …'nın fotoğraflarıyla başvuruyorum, bunlara kitap yapmak istiyorum." açıklaması, yahut kitap yapmayı isteyen arkadaşlarıma "Bu çalışmanı neden kitap yapmak istiyorsun ki?" diye sorduğumda karşılaştığım afallamalar da bu hissi perçinliyor. Belki de son yıllarda ortaya çıkan iyi "ambalajlanmış" kitapların nedeni de bu algıdır. Zira birbiri ardına üretilen bu kitaplar, bir parça aceleye getiriliyor; daha olgunlaşmamış hikayelerin boşlukları, tasarımdaki oyunlarla örtülmeye çalışılıyor sanki.
Aperture Yayınları'nın geçtiğimiz aylarda kaleme aldığı "Five Book Design Trends Spotted in the PhotoBook Awards Shortlist" (Fotoğraf Kitabı Ödülleri'nde Finale Kalan Kitapların Sahip Olduğu 5 Trend) başlıklı yazısı, bu nedenle ironik bir öneme sahip. Saydam kılıf giydirme, farklı doku ve boyutlarda sayfalar kullanma, akordeon kitap gibi özelliklere sahip bu kitaplar kafa karıştırıyor: birbirinden farklı gözlerin ürettiği birbirinden farklı içerikteki kitapların dikkat çekecek kadar aynı sunum yöntemlerine tabi tutulmasında bir gariplik yok mu gerçekten? Fotoğraf kitabı da aynen sergi, websitesi gibi bir sunum mecrası olarak ele alınmıyor da sadece ulaşılabilirlik mi odak noktası haline geliyor? Ki dağıtım konusuna gelindiğinde, bir çalışmanın en rahat biçimde yayılabileceği mecranın internet olduğunu unutmamak gerek. Ekran üzerinde de akıl kaçıran web tasarımlarına sahip çalışmalarla karşılaşıyoruz her bir gün (Örneğin Augustin Rebetez'in çalışmalarının enerjisinin websitesinde kitaplarındakinden çok daha yüksek olduğunu düşünmüşümdür hep.). Fotoğraf kitabında tasarımın fotoğrafın önüne geçme ihtimali, göz açık tutulması gereken bir durum.
Bu düşünce de geçtiğimiz yıl kurulan leziz kurum FUAM'ın atölyesine başvururken sahip olduğum kafa karışıklığımı çağırıyor. Gönderdiğim dosyada iki tane bitmiş ancak kitap yapmak istemediğim hikayem, bir de tamamlanmamış hikayeden fotoğraflar vardı. Başvuru metnim "Burada 2 bitmiş, bir bitmemiş hikaye var. bunlardan birine kitap yapabilirim, yahut üçünü birbirine harmanlayarak ortak bir kitap yapabilirim" minvalinde, yine kafası karışık cümlelerle doluydu. Kitap yapma fikri benim için o kadar cazibeliydi ki, heyecandan kitap formatına uygun çalışmalarım olup olmadığını düşünmemiştim bile. Atölyenin beni seçmemesiyle durup gerçekten düşünmeye başladım ve daha zamanının gelmediğini, doğru mecrası kitap olan bir çalışmam olmadığını fark ettim.
Şimdiyse üzerine düşündüğüm, bir gün tamamlandığında mecrasının kitap olacağına inandığım bir çalışma var kafamda. Sonsuz maddi ve manevi kaynak sahibi olacağım bir idealar dünyasında o kitabı nasıl yapardım onu anlatmak istiyorum size. Kısaca hikayeden bahsetmek gerekirse, "Dolayım", babamla ziyarete gittiğimiz köyümüzde bir eve bakarak kafamda kurgulamaya başladığım, sonra oturup uzun uzun hikayesini yazdığım hayali bir karı koca ve aralarındaki dinsel anlamda sado-mazo ilişkiye odaklanıyor. İlk başladığım günden bu yana ilham kaynaklarımdan biri, Orta Çağ'da çocukları ve kadınları korkutarak eve kapatmayı hedefleyen kara masallardı. Bir nevi distopyada, gece çocuğuna bu kara hikayeyi anlatan bir baba figürü var kafamda hep. Hikayeyle fotoğrafları birbirinden ayırmaya kıyamadığım için de masal kitabı formatı çok yakın geliyor çalışmaya. Bazı fotoğrafların korkunçluğunu ve çarpıcılığını vurgulayabilmek adına üç boyutlu sayfalar hayal ediyorum arada. Çalışmada ayrıca kullandığım, anneciğimin "hareketli fotoğraf" olarak tanımladığı videolarıysa, yine pop-up kitaplardaki, fitilini çekince hareket eden (flip book mantığına yakın) ve sonra tekrar içe giren bölmeler olarak hayal ediyorum. Hikaye, masal kitaplarındaki gibi, fotoğrafların üstüne denk gelecek şekilde yazılı olacak. Yani hayalimdeki, bir fotoğraf kitabından ziyade bir masal kitabı.
Bu hayali, tasarım yahut matbaadan çok da anlamayan biri olarak, salt fotoğrafları çeken kimliğimle, üzerine çalıştığım projenin hikayesini gözeterek kuruyorum. Fotoğrafların sırası, boyutu, kağıdı, dokusu, hikayenin yazı tipi, baskı yöntemi gibi konularda genel bir fikrim olsa da kitap yapma zamanı geldiğinde afallayıp kalacağımı da biliyorum. Bir tasarımcı ihtiyacının yanı sıra, matbaaya girildiği anda maliyet dolayısıyla vazgeçilecek fikirler de cabası.
Yine de Orta Format'ta şimdiye kadar neredeyse hep, cevap bekleyen mektuplarla yer almış biri olarak, aklımdaki kitap fikrine katkı koymak, "Şu da olabilir!" demek isteyen herkesi mail adresime bekliyorum.
Sevgiler,
İpek