Konsolidasyon Vesilesi Olarak Fotoğraf Kitabı

#20
Murat Germen
Hakkında Diğer Yazıları

Bizim topraklara dışarıdan, uzaktan bakınca olağanüstü bir vitrin algısı oluşabilir; zaman zaman aynı anda üç mevsimin yaşanabileceği bir iklim, şahane bir doğa, üç taraftan denizlerle çevrili olma hali, uygarlığın temellerinin atıldığı ilk yerleşimlerin önemli bir bölümünün burada olması, katman katman etnisite, dil, kültür, vs… Peki bu birikim, bu kadimlik bir işimize yarıyor mu, davulun sesi yakından da hoş geliyor mu? Galiba her zaman değil… Burada her şey o kadar köklü ve bir o kadar da katmanlı ki, ortaya çıkan kemikleşmiş yaşam biçimleri eskiliğin getirdiği tozu, kurumuşluğu, sertliği ve sertliğin yol açtığı kırılganlığı içeriyor.

Rönesans kelime anlamı itibariyle "yeniden doğuş" demek malum; buralarda bir şeyler yeniden doğamıyor gibi. Benjamin Button gibi yaşlılıktan çocukluğa doğru küçülüyor en fazlasından; hatta oradan kısır döngüye girip tekrar yaşlılığa ve tekrar çocukluğa… Kültür derin, hatta fazlasıyla derin; kaybolup gidiveriyorsun bazen… Tabula rasa yani "boş levha" bulunamıyor bizde; eldeki tüm levhaların üstü dolu, yazılı, çizili, silinemeyecek derinlikte kazılı… Öncekini silip yeniden yazsan da kadim tözü tümüyle silemiyorsun, sanki levha yeni yazılanı sihirli ya da içgüdüsel bir şekilde yönlendiriyor. Yeni teknoloji de fazla üretilmiyor ki buralarda, yenilikçi azınlığın önüne üzerine yeni şeyler yazılabilir yeni bir levha yüzeyini sürüverelim…

Yazı son zamanlarda tavan yapan fotoğraf kitabı meselesi üzerine; dolayısı ile bu peşrev sonrasında bir geçiş yapmam gerekiyor. Şöyle bir hissi aktarmak ile başlayayım: "Sanki fotoğrafı ve kitabı külliyeten bitirdik de bir de fotoğraf kitabı çıktı başımıza!" diyesim var zaman zaman. İmgenin iletişim gücü, bunun yönetimi, algı, manipülasyon ve temsil üzerine pek kafa patlatmamış bir kültür olarak, fotoğrafın küresel gelişmesine kayda değer ve etkili bir katkıda bulunduğumuz söylenemez. "Dünya çapında" sayabileceğimiz bazı fotoğrafçılarımız olsa da bunların küresel anlamda kabul görmüş bazı eğilimlerin icracılarından öteye geçmeleri pek mümkün olamıyor. Küresel eğilimleri ise bizler belirlemiyoruz, belirleyenlerden ithal edip ona yerel motifli bir kaporta giydirdikten sonra çok önemli ve benzersiz bir şeyler yapıyormuş gibi yapıyoruz. "-mış gibi" yapmak vazgeçilemeyen bir biçimde sürdürdüğümüz bir insiyaki milli beceri olduğu için de bu konuda elde ettiğimiz başarı, yapmakta olduğumuz şeyi sorgulamamızı engelliyor gibi görünüyor.

E peki kitap konusunu hallettik mi? Sanmıyorum… Matbaa bu topraklara yüzlerle sene gecikme ile girdi. Çoğaltma, simülasyon, biriciklik, hurufat, baskı teknikleri, boya tipleri, renklerin algı üzerindeki etkileri, ideal kağıt boyları, baskı makinesi mekaniği ve tasarımı, ciltleme teknikleri vb. üzerine bizler düşün(e)medik bu yüzden. Bunların hepsi hazır bir set olarak, terminolojisi ve diskuru ile birlikte ithal edildi. Toplumun baskıcı kurallarına dayalı bir şekilde çocuk yetiştirmeye benziyor bu: Kurallar hazır, "başarı" kıstasları önden tanımlı, verilecek tepkiler belli, ortaya çıkacak karakter yaklaşık olarak öngörülebilir… Gidişatı değiştirebilecek çocuklar yetiştirmek kolay değil bu şekilde! Kitap oku(t)maya kalkışsan ne olur ki hal böyleyken; bir çok insanın kitaba ihtiyacı yok, toplum ve devlet tarafından ne yapılması gerektiği konusunda zaten bilgilendiriliyorlar. Bu yüzden sistemin dayattığı bilgileri kitlesel ölçekte yayan okul kitapları ve çok satan popüler romanlar dışında gerçekten marjinal yaklaşımları belgeleyen, öneren, yayan özgün kitaplar fazla üretilemedi / üretilemiyor bizde. Velhasılıkelam, kitap konusunda da öncü değiliz; devlet yapılanması kültürün, eşitliğin ve çoğulculuğun oluşturulması ve sürdürülebilirliğinde kitabın ne derece önem taşıdığını tam olarak kavramış değil.

Her iki konuda da ileri bir konumda yer almıyorken bizde son zamanlarda fotoğraf kitabı meselesinin bu derece popülerleşmesindeki insiyakları; marka kıyafet giyme, toplumda yer edinmek için siyaseten doğrucu tavırlar takınma, güncel başarı formüllerini uygulama hallerindeki insiyaklara benzetiyorum kısmen. Hani, nasıl devletin el atmadığı bir konuda vakıf kurulur, insanların güya belli bir davaya kendilerini vakfetmeleri beklenir ama sonunda vakıflar, çoğunlukla kendilerine başka iş bulamayan insanların yönetici olarak çöreklendiği erk (ve gelir kaynağı) alanlarına dönüşür; ona benzer bir durumu kastediyorum. Fotoğraf kitabı ve ona eklemlenen çeşitli etkinlikler sadece belli kişilere ait bir icraat ve erk alanı olmamalı. Fotoğraf kitabı, fotoğrafın kendisinden ve galerilerde, müzelerde sergilenen halinden farklı boyutlarda aktarım yapma potansiyeli taşıyan; metinle imgeyi bambaşka bir şekilde harmanlayabileceğiniz bir ifade platformu aslen. Herkese ait olması gereken bir aktarım mecrasını dışlayıcı tavırda bir grup yaratma vesilesi olarak değerlendirmek toplumsal ölçekte külliyeten gelişme anlamında işimize yarayacak gibi durmuyor.

Fotoğraf kitabını bireysel sorgulama aracı olarak kullanıp, hakikatli ve içten bir tartışma, sohbet, itiraf, ifşa ortamı olarak ortaya sürmek gerektiğini düşünüyorum. Tartışma ortamlarının herkese açık olması gerektiği gibi; fotoğraf kitabı üretiminin de Türkiye'de şu anda olduğundan daha fazla öğrenciye, fotoğrafçıya, okula, tasarımcıya, kuruma, etkinliğe erişilebilir kılınması gerekiyor. Ama öyle görünüyor ki burada da nispeten kapalı devre bir sistem çalışıyor bizim topraklarda; aynı, güncel sanatın nasıl tanımlanması, sanatçılar tarafından ne tür içeriklerin üretilmesi, kimlere nasıl biat edilmesi gerektiğinin ülkemizde az sayıda birey tarafından önerilmesinde, belirlenmesinde olduğu gibi. Tekelcilik bize hep zarar verdi, stokçulara yaradı her daim. Stokçuluk sadece, sonradan fahiş fiyata satmak üzere bir kenara temel tüketim malzemelerini kimsenin ulaşamayacağı şekilde saklamakla olmuyor. Çeşitliliği azaltmaya yönelik kibirli dışlamalar icra etmek, belli bir fotografik pratiği öne çıkarmak ve elindeki değeri (sanatçı / eser) yüceltmek, onu çeşitli seçkinci manevralarla "konsolide" etmek de bir çeşit stokçuluk sayılır. Ülkemizde sıklıkla karşı karşıya geldiğimiz bu pekiştirmeci tavır beni yukarıdaki başlığı atmaya itti.

Fotoğraf kitabının "nesne" boyutunu biraz irdelemekte de fayda olabilir. Bireysel ölçekte baktığımızda kitap, evine aldığın ve kütüphanendeki diğer kitapların yanına gelecek veya kahve masasının üzerinde duracak bir fetiş nesnesi olarak da var olabilir, tüketilebilir. Oysaki toplumsal ölçekte kitap, güncel bir moda eğilimi ürünü olarak üretilmemeli kanımca; bu şekilde eğitici niteliğinden sıyrılıp meşrulaştırıcı bir yapıta dönüşme tehlikesi barındırabilir. Diğer yandan, "fotoğraf kitabı" başlığında kısıtlayıcı ama aynı zamanda yüceleştirici bir nesneleştirme var sanki, aynı "fotoğraf sanatçısı" tanımlamasında olduğu gibi. Şahsen uzunca bir süredir fotoğraf sanatçısı olarak adlandırılmayı arzu etmiyorum; ille de bir şeyler yazmak gerekiyorsa fotoğrafçı / sanatçı olarak adlandırılmayı tercih ediyorum, çünkü ikisini ayrı nitelikte eylem alanları olarak görüyorum. Bu mantığı takiben, "fotoğraf kitabı" sınıflandırmasının alternatiflerinin ne olabileceğine bakmak lazım sanırım. Örneğin, "yakında bir fotoğraf kitabım çıktı" yerine "yakında bir kitabım çıktı" dersek; dışlayıcı olmak yerine kapsayıcı olmaktan dolayı alanı iyice genişletmiş ve küçük bir nişe endekslenmemiş oluruz belki de.

Ülkenin içinde bulunduğu "gayya kuyusu"ndan hallice durumu hatırlayarak; olumlu, yapıcı, iyimser bir şekilde bitirmem gerektiğini düşünüyorum. Fotoğraf kitabı üretmenin fotoğrafçıya hayatî faydaları var, es geçilmemesi gereken. Bir takım çalışması bu; işin içine fotoğrafçı dışında grafik tasarımcı ve editör / küratör giriyor. Fotoğrafçıyı içinde bulunduğu kapalı kutudan çıkarıp, ürettiği çalışmanın farklı bir şekilde algılanmasını sağlayacak önerilerde bulunabiliyorlar ekibin bu diğer bireyleri. Gerek tasarımda alınacak kararlarla, gerekse de içeriğin / fotoğrafların dizilendirilmesi boyutunda tasarımcı ve editörün yapacakları öneriler; fotoğrafçının kendisini ve fotoğrafların algısını hiç beklenmedik bir izleğe doğru yönlendirebilir. İşbirliğine en çok ihtiyacımız olan dönemlerden geçiyoruz ve fotoğrafçının ürettiği içeriği yerel ve küresel ölçeklerde yayabilmesi, amaçladığından daha geniş bir anlamlandırma elde edebilmesi, kültür-sanat ortamında başka şekilde elde edemeyeceği bir varlık sürdürebilmesi için kendi alanı dışındaki yaratıcılarla işbirliği yapması gerekiyor. Fotoğraf kitabı üretimi de bunun için gayet ehven bir vesile ve ortam sunuyor; yeter ki bu alan herkese açık ve kolay erişimli olsun.

Son olarak, fotoğraf kitabı ve sanatçı kitabı nosyonları arasındaki farka değinmekte fayda görüyorum. Üretilen kitap maketi, daha sonra bir ödüle veya yayınevine başvurmak üzere kullanılacak, bir kabul alınırsa ardından kitlesel üretimine geçilecek bir kitap projesinin prototipi ise sadece; varlığı, değeri ve sürdürülebilirliği "sanatçı kitabı"ndan farklı oluyor. Şayet fotoğraf kitabı maketi; nispeten ekonomik bir şekilde, çok az sayıda, matbaadan çok yazıcı marifeti ile alınan ehven bütçeli baskıların el dikişi / zımba ile ciltlenmesinden oluşan bir zanaat ürününe dönüşüyorsa, iş başka bir boyuta çıkıyor. Hele bir de; elle üretilen bu kitaptan talep üzerine önceden taahhüt edilen bir edisyon rakamında üretim yapılıyor, kitaplar nümeratör ile damgalanıp imzalanıyor ve belli bir fiyatla izleyene, koleksiyonere satılıyorsa o zaman ortaya çıkan kitaba fotoğraf kitabından çok sanatçı kitabı demek daha doğru bir tanımlama olabilir.

Kapaktaki fotoğraf: Ekin Kanoğlu.  (Sabancı Üniversitesi'nde Murat Germen, Eren sulamacı ve Melis Bağatır tarafından yürütülen VA 329 kodlu derste,  sayfa tasarımı kritiği yapılırken.)