Markus Schaden ile Fotoğraf Kitaplarına Dair

#20
Markus Schaden
Hakkında
Nazlı Deniz Oğuz
Diğer Yazıları

Sanırım çoğu insan hayatında bir kere de olsa bir kitap yazmak istemiş, en azından hayal etmiş ve hatta belki de denemiştir. Dünyanın geri kalanını bilmiyorum; ama Türkiye'de herkes çocukluktan ergenliğe geçişte bir dönem şairdir, şiir okumasa da yazar. Zira yaşananlar ve içimizdeki tüm o çocukça tutkular tatlı bir telaştır. Bu tutkuyu kaybetmeyip hikayelerine bağlı kalabilenler, bir ifade kültürüne doğru yol alabilir; ifade etmek ya da sadece anlamak için… Bu tutku da bana göre başlı başına büyülü bir şey.

Benim fotoğraf kitaplarıyla tanışmam ve bu büyülü halin başka bir boyutunu kavramam, fotoğrafın uzun hikayesini hesaba katarsak, nispeten biraz geç oldu. Hikayeler anlatabilen, bu yüzden de en romantik haliyle çocuk gibi sevindiren, dünyanızı dönüştüren o "fotoğraf kitaplarını" kastediyorum. Az sonra okuyacağınız röportajın bir yerinde Markus Schaden'in de dediği gibi, fotoğraf kitapları bir görsel literatür oluşturma gücünü çoktan ispat etti. İki binlerin başında fotoğraf kitaplarıyla ilgili yazılar, makaleler ve kitaplar yazılmaya ve raflarda yerini bulmaya başladığında yeni bir çağın sinyalleri veriliyordu. Diğer yandan dünyanın pek çok yerinde yalnızca fotoğraf kitaplarına ayrılmış festivaller, ödüller ve fuarlar da uzun yıllardır yaygın olarak düzenlenip takip ediliyor. Fotoğraf dünyasındaki yetişkinler için sanırım bu, hayallerin gerçek olması gibi; artık herkesin bir kitabı olabilir, hikayeler dünyayı dolaşabilir, dolaşıyor da.

Ancak artık başlı başına bir sanat nesnesi olarak görülen fotoğraf kitaplarının, iyi niyetli denemelerin ötesine geçebilmesi için, görsel kültürde yer etmesi, onu üretenlerin ve ona bakanların birikimine ihtiyaç duyması kaçınılmaz. Üstelik kitap formu fotoğrafın paylaşıldığı en önemli mecra olarak kabul ediliyorken.

Tam da bu birikimi destekleyebilmek amacıyla, tüm olup bitenlere iki yıl önce  bir de müze eklendi. Fotoğrafın 175. doğum günü olan 19 Ağustos 2014′te Köln, yalnızca fotoğraf kitaplarına ve fotoğraf kitapları kültürünün geliştirilmesine adanmış dünyanın ilk müzesinin kuruluşuna ev sahipliği yaptı: The Photobook Museum. Müzenin kurucusu Markus Schaden kitapçı ve fotoğraf kitabı yayıncısı olarak geçirdiği uzun yılların ardından bu alanda çok daha paylaşımcı ve farklı bir açıdan yaklaşmaya karar vererek tam anlamıyla yenilikçi bir yaklaşımla müzeyi hayata geçirdi. Biz de bu röportajı 2014 yılında, The Photobook Museum'un (The_PBM) açılışından kısa bir süre önce, YET Magazine için, Skype üzerinden gerçekleştirdik. Bağımsız yayınlar geleneksel yayıncılığa paralel bir kulvarda tüm hızıyla ilerlerken fotoğrafın kitap formunda kazandığı yeni bağlamı anlamak ve fikirlerini duymak açısından Markus ile röportaj yapmak heyecan vericiydi. Tamamı İngilizce olan bu röportajın Türkçeye çevirisi için en güzel niyetler, koşturmacalar yüzünden bir türlü hayata geçemezken imdada Orta Format yetişti. "Fotoğraf kitapları için bir sayı çıkarıyoruz, sen de bir yazı yazmak ister misin?" diye sorduklarında gözlerimin koskocaman açıldığını saklayacak değilim. Yine koşturmacalar arasında ama bu sefer güzel bir imkanla röportaj nihayet herkese ulaştı.

Bir gün bir fotoğraf kitabında o çok sevdiğimiz şiirin bir dizesini hissetmek dileğiyle.

Nazlı: Fotoğraf kitaplarını çok sevdiğini herkes biliyor. Ancak fotoğraf kitaplarına adanmış bir müze fikri nasıl ortaya çıktı? Bu tutkuyu müzeye dönüştüren şey ne oldu?

Marcus: Bu iki aşamalı bir süreçti. İlk aşama artık yalnızca yayıncılıkla ve kitabevi ile devam edemeyeceğimi anlamam oldu, ancak fotoğraf kitabı kültürünü geliştirme misyonumdan da vazgeçmek istemiyordum.

İlham Paris Photo'nun direktörü Julien Frydman'dan geldi. Eğer şuraya bakarsanız, tam olarak şu kanepeye (arkasındaki kanepeyi gösteriyor) The Photobook Museum konsepti burada doğdu. Julien, ‘Markus, tüm yaptıklarını düşünürsek sen zaten kendi başına bir kurumsun – artık gerçek bir kurum olmanın zamanı geldi!' dedi.

Müze fikrinin şekil alması ise eğlenceli: Kızlarımla birlikte Köln yakınlarında çok güzel bir çocuk kitapları müzesindeydik; sergi alanı, çocuk kitapları koleksiyonu ve çok havalı bir okuma odası vardı. Birden, o pazar öğleden sonra aklıma geldi, "Neden bir fotoğraf kitapları müzesi olmasın?"

Aslında fotoğraf kitaplarına adanmış bir müze yok. Var olan fotoğraf müzeleri kitapların kendisi yerine baskı koleksiyonlarına odaklanıyorlar. Benim "fotoğraf kitabı kültürünü" geliştirmeye ve Schaden.com'u bir enstitüye dönüştürmeye karar vermeme neden olan şey bu oldu.

Nazlı: The Photobook Museum'un esas amacının fotoğraf kitabı kültürünü geliştirmek olduğunu söyledin. Bu neden bu kadar önemli?

Marcus: Bence kitap, fotoğrafın esas anlatım aracı. Hikayeler anlatmak ve yaşamları belgelemek için kusursuz bir araç; ayrıca sürdürülebilir ve çok dikkatli kullanmasanız da dayanıklı. Baskılarla karşılaştırdığınız zaman hem ucuz hem de demokratik. Sonuçta paylaşma amacıyla üretilmiş bir obje.

Diğer ilgi çekici yönü de, fotoğrafçı olarak bir fotoğraf kitabı tasarlarken çok net bir şekilde taslağınızı oluşturmalısınız. Bir kere basıp yayınladıktan sonra bitti, geri dönüş yok. Bir sergide ise baskıları değiştirebilirsiniz, yeni bir tarz yaratabilirsiniz – kitapta herhangi bir düzeltme yapamazsınız.

Diğer yandan, kitaplar esnek objeler çünkü insanlar onu kendi tempolarında, diledikleri şekilde inceleyebiliyorlar. Üstelik "görsel literatür" dünyadaki her bir kişiyle paylaşılabilir: bir fotoğraf kitabının okunmak için çeviriye ihtiyacı yok. Ama tabii okunabilir olması herkesçe anlaşılabilecek demek değil. Örneğin bir Daido Moriyama kitabını alın, fotoğraflara bakabilirsiniz ama temel düşüncesini tam olarak anlayabilmek için görsel bir birikime ihtiyacınız vardır.

Bu nedenle, soruna dönecek olursam, bir fotoğraf kitabı kültürü yaratmak, esasında onu okumak ve anlamak için kavrayışta ileri doğru bir adım atmak anlamına geliyor. Kulağa büyük bir temel eğitim projesi gibi gelebilir. Kısa sorunun uzun cevabına bir son olabilirse,  Wolfgang Tillmans'ın yakın zamanda The Guardian'a verdiği röportajda söylediği ve çok sevdiğim bir şey var: gençliğin kültürüne bakıp diyor ki "Mesajlarda resimler kelimelerin yerini alıyor." Gençler artık ‘Seni seviyorum!' yazmak yerine resim gönderiyorlar.

Yakın gelecekte, görsel literatür çok daha fazla önem kazanacak ve fotoğraf kitapları bunun bir parçası. Niceliğinden endişe duymamıza da gerek yok, çünkü niteliğe ulaşmak için niceliğe ihtiyaç vardır. Çoğu zaman insanların şuna benzer şeyler dediğini duyuyorum, "Son bir yılda insalar, fotoğrafın geçtiğimiz iki yüzyılında olduğundan daha çok fotoğraf üretti." Aslında sıradanlığı, krizi, ezici bir tsunamiyi kastediyorlar… Benim fikrimi sorarsan bu hiç tehlikeli değil; yalnızca nitelikli işleri çekip çıkarabilmek için gözlerimizi eğitmemiz gerektiğinin bir kanıtı.

Nazlı: The Photobook Museum ile fotoğraf kitaplarının varlığını resmen ilan ettiğini söyleyebilir miyiz? Yani fotoğraf kitabının kendi başına bir sanat nesnesi olduğunu ve hakkında bir müze açılacak kadar ciddi bir şey olduğunu ilan ettiğini…

Marcus: Aslına bakarsan fotoğraf kitaplarının sanat nesnesi olarak kabul edilmesi süreci daha önce başladı. MOMA'nın fotoğraf küratörü Quentin Bajac şöyle dedi, "Fotoğraf artık duvara asılmıyor. Kitap formu fotoğrafın temelini oluşturuyor." Tate Modern, Martin Parr'ın 60.000 kitaplık meşhur koleksiyonunu satın aldı. Bunlar bana göre çok anlamlı işaretler.

Bizim yaptığımızı ise, bir paradigma değişimini ilan etmek olarak tanımlamayı tercih ederim; biz fotoğraf müzeleri bağlamında bir şeylerin değiştiğini ve kitap formunun küratoryal bir düzeye eriştiğini ortaya koyuyoruz.

Haydi bakış açısını tersine çevirelim. Normalde, kitabı cam bir vitrin içinde serginin yanında görürsünüz, örneğin Robert Frank'in The Americans sergisi gibi. Ben bunun doğru bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum: yapmanız gereken kitabı ortaya koymak ve şöyle demek, "Burada baskılar var ve bu baskılar kitabı örnekliyor." Çünkü Robert Frank'in işi negatiflerden alınmış altmış beş nostaljik baskıdan ibaret değil. Hayır, kesinlikle! Kitabın kendisi, The Americans başlı başına bir sanat eseri. Elbette istisnalar var -Andreas Gursky bir kitap insanı değil örneğin. Ama bence çoğu zaman müzelerin "Bu işi nasıl sergilemeliyiz? Bu işi nasıl arşivleriz, nasıl bir araya getiririz ve sonucunda yeni bir bakışla fotoğraf tarihini nasıl etkileriz?" diye sorması gerekiyor.

Müzeyle yapmak istediğimiz fotoğraf kitapları aracılığıyla fotoğrafa yeni bir yaklaşım getirmeye çalışmak. Baskıları kullanmayacağız demiyorum, ama bu daha çok göstermek yerine anlatmakla ilgili olacak. Fotoğrafçıların işlerini nasıl yaptığıyla ilgili çalışmalar müzede çok önemli bir unsur.

Nazlı: Müzede Photobook Studies başlıklı bir bölüm olması da bu yüzden sanıyorum, fotoğraf kitaplarının üretim sürecini anlamak üzerine kurgulanıyor…

Marcus: Tam olarak öyle. Süreci anlamanın birkaç farklı yolu var. Ed van der Elsken'in durumunda, kitaplarından birini aldık ve arka planını, yorumlayışını analiz ettik. Daido Moriyama'da kitabın tüm yaşamını anlattık. Cafe Lehmitz ile de mekana bir saygı duruşunda bulunmak istedik ve orayı yeniden inşa ettik.

Yapmaya çalıştığımız şey, fotoğraf kitaplarını nasıl sergileyeceğimizle, nasıl sunacağımızla, onları nasıl yeniden hayata döndüreceğimizle ilgili çözümler bulmak. Birçok insanın Cafe Lehmitz'in ne olduğuyla ilgili bir fikri yok, ya da The Americans'ın, The Afronauts'un, liste uzayıp gider… İşimizin büyük bir parçası koleksiyoner, profesyonel ya da uzman olmayanlara, yalnızca okur olanlara adanmış halde.

Nazlı: The Photobook Museum müzelerin geleneksel yaklaşımlarını sorguluyor. Peki biz nasıl bir müze beklemeliyiz?

Marcus: Büyük bir ana planı takip ediyoruz. İlk aşama geçici bir proje, bir prototip; ikinci adım online müze olacak; bunun ardından da gezici olarak devam edeceğiz; son adım olarak da sabit bir adresi hedefliyoruz. Bu geliştirilmesi gereken yeni bir fikir. Dahası herhangi bir kamusal destek almadık: zor evet, ama bize pek çok açıdan özgürlük sağlıyor. Tabii bir müze kurmanın alışıldık yolu bu değil; normalde büyük bir koleksiyona sahipsinizdir ve müzeyi onun etrafında kurarsınız. Ya da çağdaş müzelerinki gibi kamusal bir alana ihtiyaç duyar ve müze fikrini tanıtıcı bir araç olarak kullanırsınız.

Tate Modern'in direktörü Chris Dercon, yakın zamanda yaptığı açıklamaların birinde müzelerin günümüzdeki yeni işlevleriyle ilgili ilginç noktalara değiniyor. Dercon serbest stilde harikadır ve dışlayıcı olmak yerine kapsayıcı olmayı destekler. Kapsayıcılık açık bir kavram, katılımı, gelişime açık olmayı, soru sormayı, bir yolunu bulmayı gerektiriyor. Biz de hem yeni fikirleri takip etmek hem de klasik bir sergi alanı olarak planlanmış geleneksel müze fikrini kapsamak istiyoruz.

Nazlı: The Photobook Museum'da sergilenen kitaplar için belirli kriterler var mı?

Marcus: İlk kriter oldukça basit: yalnızca şöhret listesindeki kitaplar olmayacak. Daha önce de söylediğim gibi, özellikle sanatla ve fotoğraf kitaplarıyla çok yakın ilişkide olmayan insanların da dikkatini çekebilmek istiyoruz. Örneğin, değeri gerçekten hiç bilinememiş bir Köln fotoğrafçısı olan Chargesheimer'a bir bölüm ayırdık.

Benim için önemli olan bir diğer husus ise yer alacak kitapların içerikle kurduğu bağ. Ülke, görsel arka plan, kültürel alışkanlıklar ilk seçkinin yapılması sırasında belirleyici olan noktalardan bazılarıydı. Şu anda, kriter daha çok "Köln-merkezli" çalışmalar gibi oldu, ne de olsa merkezimiz burası.

Ancak daha genel olarak bahsedersek çok farklı yelpazede şeylere yer vermek istiyoruz. Örneğin Carlos Spottorno, Ricardo Cases, Christina de Middel'ın büyük rol oynadığı çağdaş İspanyol kitaplarının yenilikçi gücü. Ayrıca Kummer & Herrman ile The Sochi Project hakkında bir bölümümüz var; ya da örneğin Çinli usta Jiang Jian'ın çok fazla görülmemiş işlerine yer veriyoruz. Türkiye'den Ali Taptık'ın Metropol Yeşili çok etkileyici. Görüyorsun, küresel olmaya çalışıyoruz.

Küratoryal kısma dönersek, fotoğraf kitaplarının "kamera arkasını" da göstermeye çalışıyoruz. Örneğin Photobook Studies ile nihai aşamada görünür olmayan tüm unsurlara değiniyoruz: dahil edilmeyen fotoğraflar, B serileri, maket hali – fotoğrafçının masaüstünde gezinmek gibi.

Nazlı: Kamera arkası demişken, sanatçıların kendi yayınları ve ana akım yayınevleri arasındaki ilişki konusunda neler söyleyebilirsin? Görünen o ki, ilki fotoğrafçılar için gittikçe önem kazanıyor ve bu durum hem prodüksiyon sürecini hem de pazarı etkiliyor. Ana akım yayınevleri bu yeni durumu nasıl karşılıyorlar?

Marcus: Birbirlerini o kadar gözlemlediklerini sanmıyorum. Eminim hem bağımsızlar hem de ana akım yayıncılar dünya yayıncılık pazarının temel problemlerine bağlılar, ve bu pazar oldukça geleneksel ve değişim konusunda gerçek anlamda yavaş, tıpkı Vatikan gibi (gülüyor). Örneğin dağıtım, hala en kritik unsurlardan biridir ve idaresi çok karmaşıktır. Tabii diğer yönden bu çok çılgın bir alan: insanlar inanılmaz derecede hevesliler, paralarını, zamanlarını, ömürlerini, her şeylerini kitap yapmaya harcıyorlar. Para kaybetmedikleri sürece mutlular – bu da demek oluyor ki işin içinde ticaretten öte bir şeyler var. Bu da, bana kalırsa tüm pazarın en heyecan verici yönü: gerçek iş yaşamının dışında bir yerde olmak gibi. İlginç olan bir diğer nokta da, fotoğraf meselesinin bugün bu kadar büyümesine karşılık yayıncılık pazarının bu büyümeyi yaşamamış olması. Her yıl belki binlerce fotoğraf kitabı yapılıyor, peki bunlara nasıl ulaşacağız, onlarla nasıl başa çıkacağız? Bunun çözümü klasik bir kitabevinde ya da kitap satıcısında olamaz. Bugün sosyal medyayı pazarlama ve halkla ilişkiler için kullanabiliyoruz: kitabınızın 250 kopyası ve yeterince arkadaşınız varsa Facebook bile bir dağıtım aracı olarak kullanılabilir. Ama bu yine de yeterli değil.

Halka açık bir kuruma ihtiyaç duyulmasının nedeni de bu: tüm bu üretime erişim ve görünürlük sağlamak. Bu süreçte dijital üretim ve e-kitaplar harika kaynaklar. Bunun nasıl gelişeceğini görmek için sabırsızlanıyorum.

Nazlı: Dijital kitapların avantajları ve dezavantajları neler? Müzenin ikinci aşaması online galeri olacak. Hiç kağıt yüzü görmeyecek olan fotoğraf kitapları hakkında neler söyleyebilirsin?

Marcus: Bence her şeyden önce bu ‘kağıt ekrana karşı' durumu değil: her ikisinin de kendine ait özellikleri, belirli güçlü ve zayıf noktaları var. Elbette herkes gibi ben de kağıdın kokusunu ve tutarlılığını seviyorum – ancak e-kitaplar bize özellikle dağıtım konusunda ve ayrıca baskısı tükenmiş, hiç basılmamış ya da bulunması zor kitapların araştırılmasında büyük fırsatlar sunacak.

Sanatsal boyutuna baktığımız zamansa, ben hala gerçekten dikkatimi çekecek bir dijital kitap bekliyorum. Todd Hido'nun Silver meadows'u gibi: o kitapta gezinirken eğer fotoğraflara dokunursanız hareket etmeye başlıyorlar. Bu harika bir şey, çünkü basılı bir kitapta asla yapılamayacak bir şeyi deneyimliyorsunuz. Tabii bunu yapabilecek çılgın fotoğrafçılara ihtiyaç var, dijital medyayla çalışmaya hevesli eser sahipleri gerek.

Aynı şey yayınevleri için de söylenebilir: şu anda pazar dijital ve basılı kitaplar arasında bir karşılaştırma yapmak için fazla küçük. Daha fazla yayıncıya ve e-kitap dükkanına ihtiyacımız var. Ayrıca gerçek dünyadaki gibi seçki yapabilecek eleştirmenlere de ihtiyaç duyuyoruz. Yayınevlerinin farkına varması gereken şey dijital kitapların basılı kitapları engellemediği ve tam aksine desteklediği. Ed Ruscha'nın kitapları? Onlara sahip değilim, çok pahalılar; ama Ruscha'nın kitaplarının dijital versiyonları olsaydı hepsini alırdım. Hayal edince, bu harika bir imkan olurdu! Hatta öğrenciler de bu kitapları satın alabilirdi.

Online galeriyle ilgili ise, gelişmeler nasıl olacak hep birlikte göreceğiz. Mevcut e-kitap yazılımı resimli kitapları destekleyecek şekilde tasarlanmamış, o yüzden bir fotoğraf kitabının dijital versiyonunu en iyi şekilde destekleyebilecek bir platformu hala arıyoruz.

Nazlı: Fotoğraf kitabı pazarına geri dönecek olursak, The Photobook Museum sence bu pazarı etkileyebilir mi? Müzenin özel koleksiyonu olmayacağını ifade ettiniz; ama bazı özel koleksiyonları sergilenmesi için davet ettiniz. Koleksiyonerler ve koleksiyonlar hakkında neler söyleyebilirsin?

Marcus: Koleksiyonerlerin pazarı bir hayli ateşli, gelişmekte ve fiyatlar yükselmeye devam edecek. Gün geçtikçe daha fazla insan fotoğraf kitaplarını ilginç nesneler olarak keşfediyor. Fotoğraf kitapları üzerine yazılmış kitaplar dahi çoğalıyor; bu durum koleksiyonerler arasındaki bilgi düzeyinin daha yüksek olmasının bir sonucu.

Modayı belirleyen önemli isimler var, örneğin Parr/Badger dünyayı dolaşıp ilginç ve yeni işler keşfediyorlar ve koca bir çoğunluk onları takip ediyor. Ancak ilginç fotoğraf kitapları almanın küratoryal bir yönü de var – bu da, orada burada rastgele kitap almak yerine zaman ve özel bir konsantrasyon ya da konu gerektiriyor. Arada sırada fotoğraf kitabı alanların kendini hemen koleksiyoner ilan ettiğinin de farkında olmak gerek.

Genel bir ifadeyle, eğer fotoğraf kitapları fotoğraf için yeni bir mekan haline geliyorsa pazarı da muhakkak etkileyecektir. Elbette The Photobook Museum pazarı biraz hareketlendirecektir; ancak biz her şeyden önce mu medyumu hareketlendirmek, büyümekte olan okur ve alıcı kitlesine erişebilir kılmak istiyoruz.

En özel kopyaya ihtiyaç duyan çılgın fetiş insanlar her zaman olacaktır; ancak bu bir problem değil. Bizim amacımız tüm yayıncılık sektörünü daha sağlıklı bir hale getirmek ve hayatta kalıp gelişmesi için bir şans vermek.

Nazlı: Ciddi koleksiyonerlerin pazarı etkilediğini söyledin. Bir kitap basıldığında ve önemli bir koleksiyonerin dikkatini çektiğinde fiyatı gerçekten de erişilmez rakamlara ulaşabiliyor. Bu durum okuyucu kitlesi ve fotoğrafçı arasında ciddi bir duvar örmüyor mu? Kitabın tek başına bir sanat nesnesi olduğunu, özellikle de paylaşma amacıyla ortaya çıkmış gezici bir sergi olduğunu düşünürsek burada ciddi bir çelişki ortaya çıkıyor. Ayrıca bu durum fotoğrafçıların kariyerlerini ve gelecekteki seçimlerini de etkiliyor. Tüm bu durum hakkında ne düşünüyorsun?

Marcus: Bahsettiğin duruma en iyi örnek Christina De Middel'ın The Afronauts'u. Eserin sahibi ikinci bir baskı yapmamaya karar verdi, ve bence yazık oldu çünkü kitap daha fazla insana ulaşabilirdi. Az sayıda basılmış harika bir kitaptı ve tabii koleksiyonerler hemen üzerine atladı. Neredeyse her altı ayda bir kitabın fiyatını ikiye katladılar, dolayısıyla şimdi ulaşılabilir olan 5 kopya var ve her biri 1000 İngiliz Pound'u değerinde. Tabii bu bir aşırı pazarlama, spekülatif bir durum. Christina şu anda iyi-kitaplı bir fotoğrafçı, dünyayı dolaşıyor ve bu kararı gerçekten kariyerini değiştirdi. Tabii ki onun açısından iyi bir şey ancak süreci tamamlanmamış kılıyor, zira kitap konusu ve doğası nedeniyle en az 15.000 kişiye ulaşabilirdi; ancak sonunda yalnızca 1000 kişi ona sahip.

"Ne zaman bir kitaba gerçekten sahip olmaya ihtiyaç duyarım? Kitap hakkında yalnızca bilgiye sahip olmak yeterli sayılabilir mi? Ya da yalnızca ona bakma şansı elde etmek?" Bunlar iyi sorular. Kişisel olarak, söylemek zorundayım ki, kafamda sürekli fotoğraf kitaplarıyla geçirdiğim onca yıldan sonra, bu pazarın çılgınlığından biraz uzaklaşmak istedim. Bir koleksiyoner olmamaya karar verdim – yalnızca bir okur olmak istedim. Gerçek bir okur. Elbette nesnenin kendisine, orijinal baskıların atmosferine ve ruhuna büyük bir yer vermek isterim, nacak bu yalnızca bir yönü. Bana göre içerik vurgulanmalı ve bu da kağıdın dışında da bulunup okunabilir: duvarda, aklınızın bir köşesinde, her neresi olursa. Bir fotoğraf kitabının varlığı yalnızca fiziksel nesneye bağlı değildir. Ona sahip olursam mı önem kazanacak? Hayır. Onun önemi fikrinde saklıdır.

Bana kalırsa bir fotoğraf kitabı üretiyorsanız önemli bir açıklama yapmak istiyorsunuzdur; anlattığınız hikayeyle insanların kendi dünyalarını değiştirmelerini istiyorsunuzdur. Bu koleksiyonerler için ikincil önemdedir; ancak benim için en önemli şey budur. Ben koleksiyoner nesnesinden ziyade içeriğe daha çok önem veririm.

Nazlı: Fotoğraf kitabı alanında yeni baskıların çok nadir görülmesinin başka sebepleri ne sahiden? Bu sayede fotoğraf kitaplarının fiyatının düşürülmesi mümkün olabilirdi…

Marcus: Temel nedeni telif hakkı problemi: yeniden baskı yapmak için fotoğrafçıdan izin almanız gerekiyor; eğer fotoğrafçı ölmüşse mirasçılarından ya da telif hakları kimdeyse ondan izin almanız gerek.

Örneğin Chargesheimer'ın durumunda üç farklı taraf dahil oldu: yayıncı DuMont Schauberg, baskıların telifini elinde tutan The Museum Ludwig ve negatiflere sahip olan kurum. Yayıncı kârı gözetiyor, diğer yandan müze baskıların iyi kalitede olduğundan emin olmak istediği için bir küratörle çalışmak istiyor. Ancak küratör yayıncı için fazla maliyet demek. Yani fotoğrafçı ölmüş dahi olsa, yeniden baskının organize edilmesi tam bir kabus olabiliyor.

Eğer fotoğrafçı hayattaysa bu sefer daha kötü, çünkü hiç kimse eski bir kitaptan yüzde yüz tatmin olmuyor ve bu nedenle büyük olasılıkla değişiklikler yapmak isteyecektir. William Klein buna harika bir örnek: meşhur New York kitabının bir yeni baskısını yaptı; ancak kısmen farklı bir versiyon oldu. Hepimiz orijinalin harika ve insanın hayatını değiştiren türde bir kitap olduğunu düşünüyorduk – ama işe yaramadı, yeni bir versiyonunu yapmak için direndi.

Nazlı: Fotoğraf kitapları bir fotoğrafçının işlerini paylaşabilmesi için en iyi ve gerekli yol mu?

Elbette. Alternatifi ne ki? Sadece baskı göstermek mi?

Nazlı: Bu durumda kendi kitabını yayınlamak bir fotoğrafçının kariyerini ne şekilde etkiler?

Marcus: Bağımsız fotoğraf kitabı yayıncılığının geçmişi bir değerlendirme yapabilecek kadar gerilere uzanmıyor. Geçtiğimiz beş yılda yayınevleri tarafından basılmış pek çok indie çalışma gördüm – dolayısıyla, evet, fotoğrafçıların kariyerlerinde şüphesiz bir etkisi var, ama bakalım gelecek bize ne gösterecek.

Söylediğim gibi, kendin yayınlamak iyi bir başlangıç. Harika bir tanıtım kanalı ve ayrıca işlerinizi başkalarıyla paylaşmanın en ilgi çekici yolu; portfolyo değerlendirmelerinde ya da özel olarak buluşmak yerine kitabı tercih ederim.

Nazlı: Kendi fotoğraf kitabını yapmak isteyen bir sanatçı için hangisi daha iyi: kendi başına çalışmak mı yoksa bir tasarımcı ya da editörle mi?

Marcus: İkinci seçenek. The Photobook Museum içinde bir BookLab'imiz var ve amacımız bu gibi sorulara cevap bulmak. Master Class'lar da bu yönde ilerliyor.

Bir fotoğraf kitabının en önemli aşaması kurgu ve bu aşamada fotoğrafçının bir tasarımcı, editör, belki yayıncı ile işbirliği yapması gerek. Fotoğrafçıların kendi işleriyle ilgili çok kişisel bir bakış açıları var, o yüzden en başarılı çözüme ulaşmak için objektif bir bakışın varlığı çok önemli.

Nazlı: O zaman çok kişisel bir soru: bir kitabı yeniden kurgulayabilecek olsan hangisini seçerdin? Ya da seçeceğin nasıl bir hikaye olurdu?

Marcus: Birkaç tane sayabilirim. Şüphesiz William Eggleston'un kitaplarından birini yeniden yapmayı çok isterdim. İstek listemde birinci sırada bu var. İkinci sırada ise Alex Webb. Onlara söylemeyin!

Aslında bu isteğim harika fotoğraflar üreten ancak kitaplarının kötülüğü nedeniyle hayal kırıklığına uğradığım tüm fotoğrafçılar için geçerli. Örneğin doğu Almanyalı pek çok fotoğrafçının harika fotografik çalışmaları var; ancak çok kötü kurgulanmış süper sıkıcı kitaplara sahipler…

Bana kalırsa yeniden kurgunun en önemli yanı çalışmanın nihai ürüne dahil edilmemiş yönünü görebilmek – yani yeniden kurgu için çalışmanın tümüne dahil olabilmek gerekiyor.

Nazlı: Öyle görünüyor ki Köln, fotoğraf tarihindeki yerine koca bir adım daha ekleyecek. Son soru olarak, müzeyi şehirde inşa etme süreci nasıl oldu?

Marcus: Köln'ü çok seviyorum, o nedenle müzeyi Berlin'e ya da başka bir şehre taşımak gibi bir şey söz konusu değil. Müzeyi olabildiğince bağımsız kılmak istedim ve bu da şehirden hiç destek almamak anlamına geliyor. Bu tartışmalı bir durum, çünkü Köln bir yandan Almanya'da fotoğrafın Mekke'si olmak isterken diğer yandan yenilik ve deneysellik için hiçbir uğraş göstermiyor. Stratejim şehri 19 Ağustos'tan sonra, müzenin açılış gününden sonra ikna etmek.

Bir yandan da bu konuda oldukça rahatım. Bu gibi durumlarla başa çıkmak gerektiğini biliyorum, her yerde olduğu gibi burada da aynı zorluklar her zaman var. Ama öncülük eden projelerin heyecan veren yanı da bu, öyle değil mi?

 

* Bu röportaj ilk olarak, yılda üç kez yayınlanan bir fotoğraf dergisi olan YET Magazine'in 21 Ağustos 2014 tarihli 6. sayısında İngilizce olarak yer aldı. (www.yet-magazine.com) Orta Format'ta yine YET Magazine yayın kurulunun izniyle yer alıyor.