Gidemezsin Kalamazsın

#20
Merve Ünsal
Hakkında Diğer Yazıları

Fatma Belkıs'ın Gidenler'ini, Kalanlar'ını, yaklaşık bir sene evvel BAS'ta ayda bir toplanan kitap kulubünde tartışmak için seçmiştim. Mümkün oldukça her ay toplanıp BAS Koleksiyonundaki sanatçı kitaplarından biri üzerine birlikte düşündüğümüz bu toplantıda dönüp dolaşıp kitapları bir arada tutan fikrin benim için ne ifade ettiğini anlatmaya çalışıp becerememiştim.

Kısmet Orta Format'ın fotoğraf kitaplarıyla ilgili güncellemesi vesilesiyle bunu tekrar denemekmiş.

Öncelikle belirtmeliyim ki kendimi iyileşmekte olan bir fotoğrafçı olarak tanımlıyorum. Fotoğrafla olan aşk-nefret ilişkimin on dört (sayıyla: 14) senelik bir geçmişi var. Bu yüzden de her ayrılıkta olduğu gibi, bana her şey onu ve kendisiyle olan kavramsal derdimi hatırlatıyor. Fatma Belkıs'ın kitaplarını ilk gördüğümden beri de kendisiyle gizli bir bağımız olduğunu düşünüyorum. Sanki bu kitaplar giden ve kalan gençlerle ilgili değil de fotoğrafın kendisiyle ilgiliymiş gibi.

Bir adım geri atıp kitaplardan biraz bahsetmek gerekiyor. Gidenler, fotoğraf albümlerinin suni deri kaplı estetiğinde, oranlarında, kapağında büyük, altın yaldızlı harflerle "Gidenler" yazan, hemen kapağı açıp içine bakıp kimlerin gittiğini öğrenme arzusunu uyandıran bir obje. Obje diyorum çünkü bu kitabın kokusu ve dokunduğunuzdaki his, o tanıdık aile albümü fikriyle oynadığı için aslında daha kapağı kaldırmadan hafızamızdaki belli kodları uyandırarak işlemeye başlamış oluyor. Gidenler'in içindeki fotoğraflar ise, bir aile albümünden beklenmeyecek sadelikte, sağ sayfalara yerleştirilmiş, kare kadrajlı, siyah-beyaz fotoğraflar. İlk bakışta farklı mekanlarda çekilmiş portreler gibi gözüken fotoğrafları dikkatle incelediğinizde fark ediyorsunuz ki bütün karakterlerin yüzleri bir şekilde flulaştırılmış, minör bir şiddetle yok edilmiş. Yüksek kontrastlı fotoğrafların ‘net' estetiği ile tezat oluşturan bu silik suratlar aslında bütün bu farklı kıyafetler giyen, farklı mekanlarda vakit geçiren kişilerin arasında bir ortak payda olduğuna işaret ederek kitabın kapakları arasında bir kült oluşturuyor. Bunlar kim? Gidenler. Kitabın arasına sıkıştırılmış olan mektup ise bu kült statüsünü kuvvetlendirerek biz gitmeyen izleyiciler, okuyucular ile Gidenler arasında bir iletişim bağı kuruyor. Bu mektup, zihnimdeki soruları yanıtlamak yerine daha da derin bir karmaşa yaratıyor. Fatma Belkıs'ın kurgusunda metinsel bir boyutun da olması yap-boz parçalarını arttırarak, aslında fotoğrafta hikaye arama meselesine dokunuyor sanki. Bu iliştirilmiş mektup sanki durmadan daha çok bilgi edinmeye ve ‘anlamaya', ‘okumaya' yönelik izleyici içgüdülerini ti'ye alıyor. Merak mı ettiniz, işte mektup yazdık size, kafanız daha da mı karıştı, beter olun!

Kalanlar, obje olarak tamamen farklı bir estetiğe sahip. İplik dikiş cilt, fanzin boyutları ve malzemesi, sayfanın üst yarısına hapsedilmiş dikdörtgen kadrajlı fotoğraflar. Yakın çekimlerini gördüğümüz heykeller, kendi ‘taş'lıklarının farkında değil sanki; bize farklı açılardan poz veriyorlarmış izlenimini uyandırıyor. Röntgenci içgüdülerimizi tatmin edecek açılardan baktığımız bu değişmeyen yontulmuş taş parçaları, bize fotoğrafın kendisiyle, dondurması, bağlamından koparması ile ilgili bir şeyler söylüyor sanki. Sevgilinin fotoğrafı çekildiğinde o sevgili hep o anda, o duruşta, o histe kalır ya, Kalanlar'da da öyle bir şeyler var. Taş olan sanki anne babasına karşı gelen gençler değil de bakmaya doyamayan bizleriz. Ve belki de fotoğrafın ideal süjesi zaten taşlar, çünkü sızlanmıyorlar, hareket etmiyorlar, beyaz ayarlarını yapmak insan tenine göre nispeten daha kolay. Kalanlar'la Gidenler'i ayrıştıran başka bir unsur da Kalanlar'ı anlatan metinlerin kitabın başında yer alması. Diğer bir deyişle, fotoğrafların künyesi ile fotoğraflar aynı çatı altında yer alıyorlar ki bu da sanki fotoğrafların bu metinle bir şeyler demeye başladığını kabul ediyor. Neden bu heykel fotoğrafları burada, bir kitapta toplanmış? Buyrun, açıklaması burada.
 

Gidenler'in mektubunun ‘ek' bir parça olması, Kalanlar'ın ise metnini kendi bünyesinde barındırması, iki kitabın birbiriyle paslaştığı alanlardan sadece bir tanesi. Gidenler'le Kalanlar, sanki isimlerinin de işaret ettiği gibi birbirlerinin tez-antitezlerine ev sahipliği yapıyorlar. Bir tarafta açıldığı anda anıların, kokuların, hislerin üşüştüğü bir fotoğraf anlayışı, bir tarafta da fotokopi estetiği, özgünden çok alışıldık ve sıradanlaşan fotoğraf anlayışı. İki kitabın ortak noktası da aslında hiç kimsenin ne mahremini, ne kimliğini anlayabilmemiz. Ne heykellerin tam olarak neye benzediği anlaşılıyor, ne de bu giden gençlerin. Fotoğrafların ne kadar gösterip ne kadar göstermediği iki kitabı birbirine yaklaştıran ana konu sanki. Fotoğraf kitabı ile hikaye anlatmak yerine hikayesizlik üzerinden bir şeyler yapıyor Fatma Belkıs. Philip Roth'un Exit Ghost'unda Nathan Zuckerman, E. I. Lonoff'un hikayelerinden bahsederken, Lonoff'un derdinin temsiliyet değil de anlatım üzerine düşünme olduğunu söyler. Fatma Belkıs'ın da fotoğrafı sanki benzer bir kaygı taşıyor. Merakını gideremeyen bizlere aslında görsellerden, fotoğraflardan ve portrelerden ne beklediğimizle ilgili ipuçları veriyor Fatma Belkıs.