İpek Çınar, Mert Zafer Kara, Şener Soysal
Sinem Dişli ile Çalışmalarına Dair
İpek: İlk olarak genel bir soruyla başlamak istiyoruz. Hemen hemen bütün çalışmalarında fotoğrafın, fiziksel alanın enerjisine uyum sağladığını, hatta belki de bu enerjiye boyun eğdiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden fotoğrafın sendeki yerini öğrenmeye çalışmak ilk adım oluyor. Klişe bir soru olsa da, fotoğrafa bakışını biraz daha anlatman mümkün mü? Fotoğraf nerede bitiyor ve nerede mekan/yerleştirme başlıyor?
S: Merve'yle Rutubet sergisi sırasında bir konuşma yapmıştık ve bu durumu çok iyi dışa vuran bir kelime çıkmıştı ortaya: Didişmek! Fotoğrafla hep bir didişme halinde olmak. Zaten plastik sanatlar eğitimi aldığım sırada fotoğraf ile tanışmam bu alanlar arasındaki geçişlerle haşır neşir olmama neden oldu sanırım. Öğrenciyken hep heykel, resim yapacağım diye düşünüyordum. Özellikle lise yıllarında Giacometti'yi bizimle tanıştıran heykel hocam beni inanılmaz etkilemişti. Ne kadar yakınlarına gidersek gidelim, hiçbir zaman yakınlaşamayacağımız figürler... Lisans eğitimine geldiğimde kesin heykeltıraş olup, taş oyacağım diye düşünürken, karanlık oda ve fotoğraf girdi hayatıma. -Göçmen hayatım başlamıştı ve fotoğraf yaparken hareketli olabilme durumu çok yönlendirici oldu sanıyorum.-Üniversitedeyken ev arkadaşımın bir makinesi vardı; biraz o makinenin nasıl çalıştığını çözelim derdiyle ve onun iteklemesiyle kendimi fotoğrafçılık kulübüne yazılmış olarak buldum. Fotoğrafla maceram hakikaten böyle başladı. Ikinci yıl topluluğun başkanı olarak buldum kendimi.Fakat topluluk da "Photojournalism"e ilgi duyan mühendislerle dolup taşıyordu, dolayısıyla biraz daha gezerek fotoğraf çekmeye yönelik bir eğilim, örneğin Koudelka'ya özenilen bir dönem vardı. Benim de öyle bir dönemim olsa da bu tatmin etmiyordu bir türlü, ne yapmak istediğimi bilmiyordum, arıyordum, denemeler yapıyordum -Bazen "Kafam niye böyle çalışıyor" diye düşünürsün ya, bu tam olarak çözebileceğin ve anlamlandırıp analiz edebileceğin bir şey de değil. Ben de bilmiyorum faakt ever işlerimi hep mekanla bir ilişki içinde düşünüyorum-O aralar Kierkegaard okumuş, cok etkilemiştim. Kaygı işi ortaya çıktı. Urfa'dan İzmir'e göç etmiştim ve bir birey ve kadın olarak kimliğimi sorgulama hali vardı. Kaygı da evde; bir elimde ampül bir elimde fotoğraf makinesi ile yaptığım bir işe dönüştü. Bir nevi gezmek aramak hali, mekânın içindeki gezintilere keşiflere dönüştü belki. Fotoğraf hep bir alana girme çıkma, içerde ve dışarda olma, dışarıyı içeriye getirme, içeriyi dışarı çıkarma için bir aygıt oldu sanırım benim için. Evet mekana özgü enstalasyonlar yapıyorum. Bu bir dönüşüm hali; sonraki adım. İlk iş de bir yandan bir çok şeyi söylüyor, çünkü orada da yeniden bir boşluk ve mekan yaratmıştım; evin bir köşesini beyaza boyayıp, figürleri ve çok yakın arkadaşlarımı da içine dahil ederek gerçekleşti. Biraz atölye/ev gibiydi çünkü benim yerim. O mekanı düşünerek, o mekanı da içine katarak başladım. Fotoğraf ya da mekanla, mesafe ile boşlukla uğraşmak. Görünenin dışına çıkmak bir nevi ölçülebilir olanın ötesine gitmek...
Mert: Peki o dönemde fotoğrafın sende sahip olduğu yerle şu an sahip olduğu yer aynı mı? Bu nasıl bir değişim gösterdi?
Değil. Fotoğrafla ilişkim hep bir dönüşüm içinde. Örneğin ış ürettiğim ilk dönemlerde araştırmalarım sırasında Dada'dan çok etkilenmiştim. DADA, fotoğrafın sanat dünyasını yerinden sarsmasını çok iyi temsil ediyordu. Resim dersinde önce kolajlar yapıyor, sonra o kolajların resmini yapıyorduk. Fotoğrafla ilişkim de biraz da bu alanlar arasındaki geçişler ve geçişizlikleri düşünerek devam etti Bir de ayrı alanlarda, ayrı pratiklerle iş üreten insanların birbiriyle temas noktaları çok sınırlı ve bunlar birbirlerinden ayrı şeylermiş gibi duruyor.
Fotoğraf, toplumsal bellek ve imge kavramının değişimi, göz ve görmenin cözümlenmesi, öznenin ölcülebilirliği, kitle kültürünün ortaya çıkması, çoğaltma sistemlerinin gelişimi, kurumsallaşma, örneğin müze kavramının değişimi gibi oluşumlara araç olduğu gibi daha sonraları aynı sistemlere karşı oluşan avangard sanatsal süreclerin gelişimine kaynaklık etmesiyle, icat edildiğinden bu yana var olan bir sarsıntıdan bahsediyoruz.Belki fotoğrafın bu birleştirici yönünü ariyorumdur.
Ş: Bu bir problem kesinlikle. Biz "fotoğrafçıyız" diyerek bir zümre içerisinde takılıyoruz sanki; ressamlar ayrı bir yerde, yazarlar çizerler ayrı bir yerde, hiçbiri tam kesişmediği için de verimli bir güncel sanat oluşmuyor. Çok kalabalık dursak da herkes kendi kabuğuna çekilmiş oluyor. Onu kırmak ya da bir şekilde bağları güçlendirmek kesinlikle faydalı olacaktır.
S: Bizim Tekrar ∞ Döngü'yü yapma amacımız da biraz buydu. Bir yandan yaşamın döngüsü, tekrar kavramı gibi konular da vardı. Doğanın döngüsü üzerine kafa yorarken "Bunun üzerine konuşmalar düzenlersem daha çok araştırabilirim, daha derine inebilirim, farklı alanlardan insanlarla temas sağlayabilirim" diye düşünmüştüm. Fikir ilk olarak böyle ortaya çıktı. Bir edebiyatçı gelip "Hiç ses performansı dinlememiştim" diyebiliyordu ya da bir bilim insanının yıldızlar ve döngü üzerine yaptığı konuşmayı başka alandan bir kişi dinlemek zorunda kalıyordu. Böylece bir birliktelik oluştu. Bir misyon gibi "Aman bütün mecraları birleştireyim" demiyorum tabii, ama kafam biraz böyle çalışıyor. Örneğin dün gece yeni projemle ilgili araştırırken kendimi Newton'un fiziğiyle ilgili makalelere dalmış buldum ve "Nasıl buraya geldim" dedim kendi kendime.
İpek: İlk olarak genel bir soruyla başlamak istiyoruz. Hemen hemen bütün çalışmalarında fotoğrafın, fiziksel alanın enerjisine uyum sağladığını, hatta belki de bu enerjiye boyun eğdiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden fotoğrafın sendeki yerini öğrenmeye çalışmak ilk adım oluyor. Klişe bir soru olsa da, fotoğrafa bakışını biraz daha anlatman mümkün mü? Fotoğraf nerede bitiyor ve nerede mekan/yerleştirme başlıyor?
S: Merve'yle Rutubet sergisi sırasında bir konuşma yapmıştık ve bu durumu çok iyi dışa vuran bir kelime çıkmıştı ortaya: Didişmek! Fotoğrafla hep bir didişme halinde olmak. Zaten plastik sanatlar eğitimi aldığım sırada fotoğraf ile tanışmam bu alanlar arasındaki geçişlerle haşır neşir olmama neden oldu sanırım. Öğrenciyken hep heykel, resim yapacağım diye düşünüyordum. Özellikle lise yıllarında Giacometti'yi bizimle tanıştıran heykel hocam beni inanılmaz etkilemişti. Ne kadar yakınlarına gidersek gidelim, hiçbir zaman yakınlaşamayacağımız figürler... Lisans eğitimine geldiğimde kesin heykeltıraş olup, taş oyacağım diye düşünürken, karanlık oda ve fotoğraf girdi hayatıma. -Göçmen hayatım başlamıştı ve fotoğraf yaparken hareketli olabilme durumu çok yönlendirici oldu sanıyorum.-Üniversitedeyken ev arkadaşımın bir makinesi vardı; biraz o makinenin nasıl çalıştığını çözelim derdiyle ve onun iteklemesiyle kendimi fotoğrafçılık kulübüne yazılmış olarak buldum. Fotoğrafla maceram hakikaten böyle başladı. Ikinci yıl topluluğun başkanı olarak buldum kendimi.Fakat topluluk da "Photojournalism"e ilgi duyan mühendislerle dolup taşıyordu, dolayısıyla biraz daha gezerek fotoğraf çekmeye yönelik bir eğilim, örneğin Koudelka'ya özenilen bir dönem vardı. Benim de öyle bir dönemim olsa da bu tatmin etmiyordu bir türlü, ne yapmak istediğimi bilmiyordum, arıyordum, denemeler yapıyordum -Bazen "Kafam niye böyle çalışıyor" diye düşünürsün ya, bu tam olarak çözebileceğin ve anlamlandırıp analiz edebileceğin bir şey de değil. Ben de bilmiyorum faakt ever işlerimi hep mekanla bir ilişki içinde düşünüyorum-O aralar Kierkegaard okumuş, cok etkilemiştim. Kaygı işi ortaya çıktı. Urfa'dan İzmir'e göç etmiştim ve bir birey ve kadın olarak kimliğimi sorgulama hali vardı. Kaygı da evde; bir elimde ampül bir elimde fotoğraf makinesi ile yaptığım bir işe dönüştü. Bir nevi gezmek aramak hali, mekânın içindeki gezintilere keşiflere dönüştü belki. Fotoğraf hep bir alana girme çıkma, içerde ve dışarda olma, dışarıyı içeriye getirme, içeriyi dışarı çıkarma için bir aygıt oldu sanırım benim için. Evet mekana özgü enstalasyonlar yapıyorum. Bu bir dönüşüm hali; sonraki adım. İlk iş de bir yandan bir çok şeyi söylüyor, çünkü orada da yeniden bir boşluk ve mekan yaratmıştım; evin bir köşesini beyaza boyayıp, figürleri ve çok yakın arkadaşlarımı da içine dahil ederek gerçekleşti. Biraz atölye/ev gibiydi çünkü benim yerim. O mekanı düşünerek, o mekanı da içine katarak başladım. Fotoğraf ya da mekanla, mesafe ile boşlukla uğraşmak. Görünenin dışına çıkmak bir nevi ölçülebilir olanın ötesine gitmek...
Mert: Peki o dönemde fotoğrafın sende sahip olduğu yerle şu an sahip olduğu yer aynı mı? Bu nasıl bir değişim gösterdi?
Değil. Fotoğrafla ilişkim hep bir dönüşüm içinde. Örneğin ış ürettiğim ilk dönemlerde araştırmalarım sırasında Dada'dan çok etkilenmiştim. DADA, fotoğrafın sanat dünyasını yerinden sarsmasını çok iyi temsil ediyordu. Resim dersinde önce kolajlar yapıyor, sonra o kolajların resmini yapıyorduk. Fotoğrafla ilişkim de biraz da bu alanlar arasındaki geçişler ve geçişizlikleri düşünerek devam etti Bir de ayrı alanlarda, ayrı pratiklerle iş üreten insanların birbiriyle temas noktaları çok sınırlı ve bunlar birbirlerinden ayrı şeylermiş gibi duruyor.
Fotoğraf, toplumsal bellek ve imge kavramının değişimi, göz ve görmenin cözümlenmesi, öznenin ölcülebilirliği, kitle kültürünün ortaya çıkması, çoğaltma sistemlerinin gelişimi, kurumsallaşma, örneğin müze kavramının değişimi gibi oluşumlara araç olduğu gibi daha sonraları aynı sistemlere karşı oluşan avangard sanatsal süreclerin gelişimine kaynaklık etmesiyle, icat edildiğinden bu yana var olan bir sarsıntıdan bahsediyoruz.Belki fotoğrafın bu birleştirici yönünü ariyorumdur.
Ş: Bu bir problem kesinlikle. Biz "fotoğrafçıyız" diyerek bir zümre içerisinde takılıyoruz sanki; ressamlar ayrı bir yerde, yazarlar çizerler ayrı bir yerde, hiçbiri tam kesişmediği için de verimli bir güncel sanat oluşmuyor. Çok kalabalık dursak da herkes kendi kabuğuna çekilmiş oluyor. Onu kırmak ya da bir şekilde bağları güçlendirmek kesinlikle faydalı olacaktır.
S: Bizim Tekrar ∞ Döngü'yü yapma amacımız da biraz buydu. Bir yandan yaşamın döngüsü, tekrar kavramı gibi konular da vardı. Doğanın döngüsü üzerine kafa yorarken "Bunun üzerine konuşmalar düzenlersem daha çok araştırabilirim, daha derine inebilirim, farklı alanlardan insanlarla temas sağlayabilirim" diye düşünmüştüm. Fikir ilk olarak böyle ortaya çıktı. Bir edebiyatçı gelip "Hiç ses performansı dinlememiştim" diyebiliyordu ya da bir bilim insanının yıldızlar ve döngü üzerine yaptığı konuşmayı başka alandan bir kişi dinlemek zorunda kalıyordu. Böylece bir birliktelik oluştu. Bir misyon gibi "Aman bütün mecraları birleştireyim" demiyorum tabii, ama kafam biraz böyle çalışıyor. Örneğin dün gece yeni projemle ilgili araştırırken kendimi Newton'un fiziğiyle ilgili makalelere dalmış buldum ve "Nasıl buraya geldim" dedim kendi kendime.
Sinem Dişli ile üretim pratiğine, çalışmalarına, tekrarlara ve döngülere dair bir söyleşi.
İpek: İlk olarak genel bir soruyla başlamak istiyoruz. Hemen hemen bütün çalışmalarında fotoğrafın, fiziksel alanın enerjisine uyum sağladığını, hatta belki de bu enerjiye boyun eğdiğini söyleyebiliriz. Bu yüzden fotoğrafın sendeki yerini öğrenmeye çalışmak ilk adım oluyor. Klişe bir soru olsa da, fotoğrafa bakışını biraz daha anlatman mümkün mü? Fotoğraf nerede bitiyor ve nerede mekan/yerleştirme başlıyor?
S: Merve'yle Rutubet sergisi sırasında bir konuşma yapmıştık ve bu durumu çok iyi dışa vuran bir kelime çıkmıştı ortaya: Didişmek! Fotoğrafla hep bir didişme halinde olmak. Zaten plastik sanatlar eğitimi aldığım sırada fotoğraf ile tanışmam bu alanlar arasındaki geçişlerle haşır neşir olmama neden oldu sanırım. Öğrenciyken hep heykel, resim yapacağım diye düşünüyordum. Özellikle lise yıllarında Giacometti'yi bizimle tanıştıran heykel hocam beni inanılmaz etkilemişti. Ne kadar yakınlarına gidersek gidelim, hiçbir zaman yakınlaşamayacağımız figürler... Lisans eğitimine geldiğimde kesin heykeltıraş olup, taş oyacağım diye düşünürken, karanlık oda ve fotoğraf girdi hayatıma. -Göçmen hayatım başlamıştı ve fotoğraf yaparken hareketli olabilme durumu çok yönlendirici oldu sanıyorum.-Üniversitedeyken ev arkadaşımın bir makinesi vardı; biraz o makinenin nasıl çalıştığını çözelim derdiyle ve onun iteklemesiyle kendimi fotoğrafçılık kulübüne yazılmış olarak buldum. Fotoğrafla maceram hakikaten böyle başladı. Ikinci yıl topluluğun başkanı olarak buldum kendimi.Fakat topluluk da "Photojournalism"e ilgi duyan mühendislerle dolup taşıyordu, dolayısıyla biraz daha gezerek fotoğraf çekmeye yönelik bir eğilim, örneğin Koudelka'ya özenilen bir dönem vardı. Benim de öyle bir dönemim olsa da bu tatmin etmiyordu bir türlü, ne yapmak istediğimi bilmiyordum, arıyordum, denemeler yapıyordum -Bazen "Kafam niye böyle çalışıyor" diye düşünürsün ya, bu tam olarak çözebileceğin ve anlamlandırıp analiz edebileceğin bir şey de değil. Ben de bilmiyorum faakt ever işlerimi hep mekanla bir ilişki içinde düşünüyorum-O aralar Kierkegaard okumuş, cok etkilemiştim. Kaygı işi ortaya çıktı. Urfa'dan İzmir'e göç etmiştim ve bir birey ve kadın olarak kimliğimi sorgulama hali vardı. Kaygı da evde; bir elimde ampül bir elimde fotoğraf makinesi ile yaptığım bir işe dönüştü. Bir nevi gezmek aramak hali, mekânın içindeki gezintiler