Fotoğraf(çılık) ve Eleştiri Üzerine

#09
Merve Ünsal
Hakkında Diğer Yazıları

Yaklaşık dört senedir farklı mecralarda, farklı uzunluklarda ve şekillerde fotoğraf ve fotoğrafı araç olarak kullanan güncel sanat pratikleri üzerine yazıyorum. Kendi pratiğim, ilgilerim fotoğrafla birlikte başka üretim biçimlerini dahil ettikçe, neden fotoğrafla başladığımı sorgulamam da keskinleşti. BoltArt.net'la başlayan m-est.org'la süren mikro ölçekli yayıncılık macerası sürerken fotoğrafla ve fotoğrafçılıkla ilgili eleştirel bir platform yaratmanın ne demek olduğundan hala emin değilim. Peki ben neden hala fotoğraf üzerine yazmaya devam ediyorum? Misafir yazar olmanın getirdiği rahatlık ile, bu yazı aracılığı ile fotoğrafla eleştirinin arasındaki ilişkiyi ve benim fotoğraf eleştirmenliğiyle ilişkimi sorgulamak istiyorum.

Fotoğraf bir sanat dalı olmanın ötesinde işlevsel bir araç. Habercilik akla ilk gelen görevlerinden biri olsa da, fotoğraf özel ve kamusal hayatımızda farklı rollere sahip. Fotoğraf, başkaları tarafından görülen benliğimizin sosyal medya araçlarıyla tanımlanmasından sokakta yürürken şahit olduklarımıza kadar çeşitli sahalara nüfuz etmiş.

Eğer fotoğraf her yerdeyse ve herkes fotoğraf çekip dünyayla paylaşabiliyorsa fotoğrafçıyla fotoğraf makinesine sahip olan birey arasındaki fark nedir? Gelen her ‘iyi' fotoğraf projesini yayınlamasak da fotoğraf yayıncılığı konusundaki fikirlerim geçtiğimiz senelerde evrildi.

Fotoğrafçılık, alınan eğitimle ya da teknik ustalıkla ilişkili olmasa da benim bir proje üzerine yazmak istememe sebep olan unsurlar var. Çoğu zaman basit bir fikrin, belki de bir takıntının başlattığı üretim sürecinin sonucunda, beklenmedik bir sonuca ulaşmak ve sonra da bu sonucun farklı tepkileri, yorumları ve yeni üretimleri tetikleyebildiğini düşünmek istiyorum. Bu fotoğrafların da kendilerini bir şekilde gösterdiğini ve beni etkilediğine inanmak istiyorum. Şu anda tek kriterim bu, kendi içgüdülerime güveniyorum.

Eleştiren ya da yorumlayan ya da anlamaya çalışan biri olarak rolümü bir ‘tetikçi' olarak görüyorum. Ben en basit, en içten düşüncelerimi paylaşır isem, bunun bir fark yarattığına, fotoğrafçı, izleyici ve yorumcudan oluşan bu garip üçgenin üç kenarının da değiştiğine inanmak istiyorum. Benim rolüm, ‘iyi'yle ‘kötü'yü birbirinden ayırmaktan çok, büyüyebileceğini düşündüğüm bir dalgayı başlatmak, bir davetiye çıkarmak. Ve bunu yaparken de bana yardımcı olan eğitimden çok bakmaya aşık olmak.

Bu noktada da çoğu sanatçının ilk iletişime geçtiğimizde benden şüphe duymasına değinmek istiyorum. Eleştirmenin rolünün ‘tanımlamak' olduğu gibi bir yanılgı var. Aldığım yorumlar arasında, fotoğrafın farklı bir dile sahip olduğu ve bu görsel dilin kelimelere dökülmemesi gerektiği var. Fotoğrafın kendine özgü bir dile sahip olduğuna katılıyorum ama izleyici olarak düşüncelerimi kelimelerle ifade etmemin fotoğrafın görsel dilinden eksilttiğine inanmıyorum; fotoğrafın o görsel dilini tanımlayan, adeta dokunulmaz olması, kendi içinde tutarlı olmasıdır.

Eleştiri, sanattaki üretim sürecinin bir parçasıdır. Sanatçı üretir, bunu dünyaya sunar ve eleştirmenlerin verdiği tepkiler, izleyicilerin yorumları, projeyi yoğurarak kamusal bir mal haline getirir. Bu demek değildir ki sanatçının ürettiği değişir ya da değer kaybeder ya da değer kazanır. Eleştiri bir işin izleyici tarafından alındığının ilk işaretidir. Ve bu da değer vermek demektir. Bir şeyden nefret etmek bile bir enerji, bir reaksiyon gerektirir. Bu bir iletişimdir. Sanat işi, kültür ağındaki yerini almaya başlamış demektir. Eğer ben bir yazar olarak bir işi beğenmediysem ve bunu eleştirel bir dille yazarsam, izleyici benim dediğimin doğru olduğunu düşünmez, ya da düşünmemelidir. Benim olumsuz eleştirim, izleyicinin kendi görüşünü üretmesi için tetikleyici olmalıdır ve ancak bu şekilde, sanat ve eleştirel düşünce günlük hayatımızın birer parçası olur.

Bu yazıyı yazarken yayınladığım(ız) projeler arşivini açıyorum, BoltArt'ta Erhan Şermet'in İstanbul Aile Albümü projesini buluyorum. August Sander'ın 1920ler Almanyası'ndaki insanları, aileleri, sosyal statü ve yaptıkları işlere göre adlandırarak fotoğrafladığı ve daha sonra yayınladığı kitabın üzerinden seksen sene geçtikten sonra İnternet'te yayınlandı Şermet'in projesi. Şermet'in fotoğraflarının her birine işlemiş olan fotoğrafçı-süje ilişkisi, bu fotoğrafların her izleyicide tetiklediği-tetiklemediği tepkiler, bana neden hala bir fotoğraf eleştirmeni-editörü-amatör fotoğraf takipçisi-fotoğrafçı olduğumu hatırlatıyor; bu fotoğraflar daha önce gördüğüm fotoğrafları çağrıştırabilirdi ya da benzeyebilirdi ama her kare bambaşkaydı bir giriş noktasıydı.

 

esermet1

esermet2

esermet3

 

m-est.org'da yayınladığımız, Yüzeylerin Ötesinde (Fatih Kurçeren) projesinde genç bir sanatçıyla, daha önce yayınlanmamış bir proje üzerinde çalışmanın verdiği tabiri caizse ürkeklikle derlediğimiz Kurçeren'in Almanya'da yaşamış olduğu küçük şehir fotoğraflarına bakıyorum. Fotoğraflara hakim olan samimiyet, sanatçının aynı zamanda süjesiyle kurmaya çalıştığı mesafeli estetikle çelişiyor. Kurçeren hakkında hiçbir şey bilmeden bile süjeyle aşina olduğunu karelere sinmiş olan o defalarca görmenin getirdiği sıkılmışlıkta bulmak mümkün. Öte yandan da kültürel sembollerin, dünyanın her yerinde görebileceğimiz araba markaları, billboardlar, Kurçeren'in ele aldığı yer ile başka yerler arasında bağ kurmaya çalıştığına, küçük ölçekten evrensele gittiğine işaret ediyor.  Her zaman yolun karşısına geçen, bir adım geri atan Kurçeren'de ‘objektif' olma kaygısı kişisel anlatımın temel noktasını oluşturuyor.

 

fkurceren1

fkurceren2

fkurceren3

 

Bahsetmek istediğim üçüncü proje ise daha yayınlanmamış olan Zeynep Beler'in ölü doğaları. Şehir fotoğrafları ve şehirde bir kenara atılmış, duran objelerle ilişki kuran Beler'in işlerini benim gözümde benzer alanlarda çalışan fotoğrafçılardan ayıran Beler'in kendini ve işlerini ciddiye alırken bir yandan da ince bir şekilde dalga geçebilmesi, işlerine nüfuz eden mizah duygusu. Yüceleştirilmiş kalorifer boruları, demirlerin arkasındaki şık erkeği resmeden billboardun sadece uçkurunun çerçevelenmesi, paramparça olmuş mavi bir posterde görülen yerel siyaset adamı, birbirine geçmiş balıklar benim de hem arşınladığım, hem de fotoğraf karelerinde görmeye alışkın olduğum şehir mizansenlerini yabancılaştırırken tebessüm ettiriyor; bana tanıdığım şeyleri yabancılaştırarak yaratıcı bir alan üretiyor. Bu fotoğraflardan seçki yaparken ister istemez gördüğüm şeyleri andıran resimleri eleyecek olmam, Beler'i kafamda yerleştirdiğim yere, o yarı gülen yarı gözlemleyen objektifi ön plana çıkaracak olmam da aslında fotoğrafla olan ilişkimin gördüklerim ile yoğrulduğuna ve durmadan farklılaştığına dikkatimi çekiyor.

zbeler1

zbeler2

zbeler3

 

Bütün bunları düşündüğümde çaresiz bir şekilde fotoğrafı çoğulcu bir kültürel alana dönüştürmek için çalışmaya devam edeceğimi fark ediyorum. Yayıncılığın meşrulaştırmaktan çok sanat işlerini açtığı, karmaşıklaştırdığı, basitleştirdiği, yorumladığı, diyalog bazlı noktada konumlandırdığımız yaşayan sanatçıları ve üretimlerini temel alan yayın projeleri de sanırım bu yoldaki ilk adım.