Cem Ersavcı Anısına

#18
Tuna Uysal
Hakkında Diğer Yazıları

Cem Ersavcı hakkında bir inceleme yazısı yazmak onu tanımak için tam olarak yeterli olmasa da, onu ve işlerini tanıtmak, hem bu coğrafyadaki belirli fotoğraf anlayışlarının dışına çıkabilmek hem de yeni kuşakların bakış açısını genişleterek onlarla yeni bir fotoğraf anlayışının  sınırlarını çizebilmek adına için önemli olsa gerek.

Cem'in işleri, kendi karakteriyle uyumlu olarak, sade ve samimi, az ile çoğu anlatan, gösterişe ve abartıya kaçmadan, kendi yaşam alanını çok iyi analiz etmiş bir çift gözün ve zihnin filtresinden geçerek oluşturulmuş imgelerdir.

Onun fotoğraf konusundaki bu tavrını analiz etmek için, kendi üretimlerini incelemek faydalı olacaktır. Onun işleri kadar değerli ve fotoğraf üzerine özgün saptamalarının bulunduğu "Belgesel Fotoğraf Estetiğinde Bir Alt Tür Olarak Kişisel Anlatılar" başlıklı tezini ve bu yazıya zemin oluşturan "Dışarısı" başlıklı çalışmasını tekrar irdelemek, kendisinin fotoğraf üzerine çok yönlü eğilimlerini anlamak konusunda bizlere yardımcı olacaktır.

Onun yaşama ve dolayısıyla fotoğrafa yaklaşımı, kendisinin şu sözleri çevresinde şekillendirilebilir; "Gündelik olaylardan ziyade günümüze dair durumlarla ilgileniyorum, çalışmalarımın insanın yeryüzüyle kurduğu ilişki bağlamında okunabilmesini umuyorum."

Cem'i, öncelikle çevresinden edindiği gözlemler üzerinden düşünen ve bu düşünceler etrafında imgelerini oluşturan bir sanatçı, tüm bunları ele alış yöntemi açısından da bir belgesel fotoğrafçı olarak tanımlayabiliriz. Daha sonra ise onu, bugünkü yaşama dair durumları kendine özgün kent peyzajları ile tespit eden bir hikaye anlatıcısı olarak tanımlayabiliriz.

Tezinde, geleneksel ve çağdaş belgesel fotoğraf arasındaki farkları, tarihsel süreci de dikkate alarak tespit etmiştir; İzleyeni olaylara dar bir bakış açısından bakmaya iten, genellikle yoksulluk, açlık ve çatışmayı resmeden belgesel yaklaşımın, zamanla bu görüntülere kazanılan bağışıklık ve gerçeğe duyulan şüphe nedeniyle işlevini yitirmiş, izleyende yarattığı acıma ve merhamet duygusunun yerini, güvensizliğin aldığını savunmuştur Cem.

Aynı zamanda, şiddeti ya da tanık olunan sefaleti estetize ederken bu durumun izleyiciyi uyuşturduğunu savunmuştur. Öznesini "kurbanlaştıran" bu görüntülerin, onları sadece meslekleri, etnik kökenleri ve yoksulluklarının temsili örnekleri konumuna düşürdüğünü gözlemlemiştir.

Sontag, vahşet ve kıyımı konu alan fotoğrafların şiddeti estetize ettiğinden, bu fotoğraflarla, oluşturulmak istenen kamuoyundan çok daha uzakta bir yerde samimiyetsiz ve uydurma bir görselliğin yaratıldığından bahseder.  Dolayısıyla amatör ruhla çekilen fotoğrafların daha ikna edici olduğunu savunur.
Buna alternatif olarak gelişen "Yeni Belgesel" anlayışı, Cem'in sözlerinde yerini şöyle bulmuştur; "…20. yüzyılın ikinci yarısı belgesel fotoğrafçıların yeni yollarda yürüdükleri bir dönem olmuştur. Fotoğrafçılar kendi öznelliklerini kadrajlarından, konu seçimlerine uzanan geniş bir düzlemde yeniden üretmişlerdir. Bu süreç, belgesel fotoğrafın işlevine dönük eleştirel yaklaşımları beraberinde getirmiştir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren belgesel fotoğrafta ortaya çıkan yaklaşımlar kişisel bakış açısı bağlamında ortaklık taşır…"

Bu anlayışın çıkış noktası olan, 1967 yılında MOMA'da açılan "New Documents" (Yeni Belgeler) sergisinin açıklama yazısında Szarkowski, yeni tarz belgesel fotoğraftan şöyle bahsetmiştir; "Yeni kuşak fotoğrafçılar, belgesel üslubu daha bireysel bir yaklaşıma soktular. Amaçları hayatı değiştirmek değil bilmekti. Onların çalışmaları toplumun kusurluluğuna ve zaaflarına sempati gösterir ve neredeyse sevgi besler. Gerçek dünyayı -irrasyonel olsa da-, bütün dehşetine rağmen, merak uyandırıcı, büyüleyici ve değerli bir dünya gibi sevdiler. Ortak yanları, sıradan olanın bakmaya gerçekten değer olduğuna inançları ve sıradan olana, onu en az düzeyde kuramsallaştırarak (soyutlayarak) bakma cesaretini göstermeleridir."

Bu tür Cem Ersavcı'nın da deyişiyle de şu şekilde tanımlanmıştır; "Fotoğrafçının konusuyla bütünleştiği, dış dünyaya bakış açısından ziyade onunla kurduğu ilişkinin öne çıktığı, yani bir anlamda konunun ortadan kalkıp fotoğrafçının görünür olduğu başka bir yaklaşımdan da söz edilebilir. Günümüze doğru ağırlık kazanan bu yönelimde, fotoğrafçılar kendi öznel gerçeklerini ve deneyimlerini aktarır.

Cem'in fotoğraf çekme pratiği içerisinde yola gitmenin de önemi büyüktü; aynı Amerika'da 1975'te George Eastman House'ta açılmış olan ve o güne kadarki manzara fotoğrafı anlayışını tamamen değiştirmiş olan "New Topographics" Sergisi'nin fotoğrafçıları gibi Cem de bir topografik incelemenin, bir yüzey araştırmasını oturduğu yerden yapamayacağını bilen bir ekolün parçasıydı. Önce yola çıkmanın, mobil olmanın gerekliliğine inanırdı, aynı Stephan Shore'un ve ya Robert Adams'ın değişen Amerikan topoğrafyasını anlamak üzere yaptıkları uzun yolculuklar gibi Cem de, fotografik bir yöntem olarak yolda olmayı seçmişti. Hatta motoruyla çoğu fotoğraf çekme amaçlı olarak 10bin km yol yaptığını söylemişti.

Bu noktada John Berger'in "Anlatı" konusunda kullandığı bir metafora yer vermek Cem'in fotoğraf çekme pratiği ile örtüşecektir. Berger der ki; "Tüm anlatı formları, yolla devamlı teması olmayan bir tekerleğe benzer. Bu süreksizliğin ve belirtilmeyen detayların yarattığı final önemlidir. Gerilim, gidilen yönün yarattığı gizemden daha çok o yöne gidilirken atılan adımların arasındaki duraklarda yaratılan belirsizliklerden doğar. Yani bir yolun nereye gittiği değil, o yolu giderken yaşananlar, tanık olunan olaylar önemlidir. Hikayenin gizemini ve otoritesini yaratan da budur."

Çağdaş belgesel anlatısının bu yönde ağır basan dinamikleri, onu, geleneksel anlayışın tam tersi yönde, izleyene bir düşünceyi dikte etmek ve öznesine yukardan bakmak gibi sonuç getirmemiş pratiklere yönelmekten korumuştur. Dolayısıyla fotoğrafçı anlatının tüm bileşenlerine, özne ve izleyene aynı mesafede durarak hikayenin rahat biçimde akışına imkan vermiştir.

Cem, sanatçının içinde yaşadığı dünyaya karşı sorumluluğunun bilinci ile hikayelerini ele almış, ancak bu hikayeleri en yüksek plastik duyarlılıkla sanat eserine dönüştürürken, olayları ve durumları estetize etmeden, tarafsız bir bakış açısıyla, izleyen için en sade biçimde bir durum tespiti yapmanın yollarını aramış ve bunu işlerine yansıtmıştır.

"Dışarısı" serisinde Cem, kenti ve onu çevreleyen banliyö hayatını anlatılarının zemini ve hikayesinin etkin bir öğesi olarak kullanırken, etrafında giderek büyüyen kentleşmenin, tüm bunların şekillendirdiği şehir hayatının, antropolojik ve sosyolojik bir incelemesini yapar.

Cem'in, endüstri toplumunun arka bahçesi sayılan banliyölerde ele almış olduğu hikayeler, izleyenin kendisini çevreleyen alanı tekrar sorgulamasına yol açar. Ele almış olduğu hikayeler çerçevesinde oluşturduğu imgeler, şehirli yaşamının insan üzerinde yarattığı çıkmazları, kaygıları, korkuları ve sıkıntıları sembolize eder biçimde  düzenlenmişlerdir.

Cem "Dışarısı" isimli projesine ait fotoğraf kitabındaki önsözde, seriyi şu şekilde özetlemiştir; "Kent merkezindeki hayatın tüketiliyor olması, yaşanan krizler, parlayan gayrimenkul piyasası ve nihai bir meta olan toprağın yeniden keşfi kentin etrafını arka bahçe işlevinden çıkararak fethedilecek topraklara çevirmiş durumda. Su havzalarından geçen otoyollar, ormanlık alanları kemiren siteler, ardı ardına açılan alışveriş merkezleriyle oluşan yerleşim alanları yeni topografyayı oluşturuyor. Bu durum ortaya sınırları belli olmayan, çevresindekileri yutan ve sonuç olarak hiç bitmeyen bir şantiyeyi andıran kent manzarası sunuyor. Kent ve ütopya kavramlarının iç içe olduğundan bahsedilir; kentleri planlamak bir anlamda buralardaki hayatın nasıl yaşanacağını planlamak anlamına gelir. Benim gördüğüm ise ters bir ütopyadan görünümler gibi…"

Cem'in eserlerini oluştururken, izleyene olanı biteni dikte etmek yerine, bu olayları kişisel bir bakış açısı ile aktararak gelecek nesiller için bir bellek oluşturmuştur. Burada bahsettiğimiz anlamda bellek, meydana gelmiş olan olayların bire bir kaydı olmaktan çok, imgeler aracılığı ile yaratılan bir duyum ve bu duyumların sonucunda ortaya çıkan algıdan meydana gelmiştir. Gelecek kuşakların onu işleri ile tanımaları ve anlamaları ve tüm bunların yeni ve farklı bir türde fotoğraf anlayışını geliştirmesi ümidiyle…

 

Kaynaklar:
1-"http://www.cemersavci.com/about"
2- "Başkalarının Acısına Bakmak", Susan Sontag, Çev. Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2004
3-"Belgesel Fotoğraf Estetiğinde Bir Alt Tür Olarak Kişisel Anlatılar" Cem Ersavcı, 2011
4-"Encyclopedia of Twentieth Century Photography", ed. Lynne Warren, 2005
5-"The Photography Reader", Martha Rosler, ed. Liz Wells, 2003
6- "Anlatmanın Bir Başka Biçimi", John Berger-Jean Mohr, Çev:Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2007
7-"Dışarısı", Cem Ersavcı, Önsöz, 2013

 

Tuna Uysal ile ilgili bilgi için tıklayın.

E-posta : [email protected]