İpek Çınar, Güncelleme #16′da Gözde Türkkan'a bir açık mektup yazmıştı. Türkkan ise cevap hakkını kullandı ve bu mektubu yazdı.
İpek'cim,
Öncelikle şunu söyleyeyim: Üzerinden aylar geçmesine rağmen mektubunu ilk okuduğumda çok hoşuma gittiğini ve çok sevindiğimi tekrar hissederek yazıyorum.
Tam da benlik bir şey değil mi zaten? Çok iyi ya da hiç tanımadığın insanlarla mahrem bir takım şeyleri herkese açık bir ortamda iletişime sokmak… İş üretmek ve onları başkalarının bakışlarına açmak gibi…
Ayrıca -gereğinden hayli fazla bulduğum- kendimi anlatma derdimin sende, yani bir yerlerde, birilerinde bir şeyler uyandırdığını bilmek de çok güzel bir his.
Tüm sorularına cevap vermiş olacak mıyım bilemiyorum, ama yazdıklarının ben de yarattığı sevinç veya düşüncelerden dolayı şunu söyleyebilirim ki çok doğru noktalara temas ettin. Hatta sorularının bazılarını kendime de sormuşumdur: "İşleri üretme noktasında samimi miyim? Konuları kendi deneyim, bakış açısı veya bedenimin üzerinden inşa etmem bunu ne kadar meşru kılıyor? Bu yöntem, bir noktada dengesini yitirip, asıl amacına hizmet etmeme tehlikesi taşıyor mu?"
Sorularına belki de tam cevap veremememin sebebi, cevapların benim için bile tam olarak net olmaması ve hatta zaman içinde değişebilecek olmalarından kaynaklanıyor. Hatta bu soruları zaman içinde tekrar ve tekrar kendime sormaya devam etmem gerekir ki bir noktada başka bir yola sapmayayım veya saptığımın farkında olayım.
Fakat şunu söyleyebilirim, kendi bedenimi kullanma kısmını hep bir çeşit günah çıkartmaya benzetmişimdir. Hatta en çok sevdiğim fotoğrafçı-sanatçı-insan karışımı bireylerden olan Araki'nin sözleriyle: "Fotoğraf ince ve oyuncu bir meşgale. Nihayetinde deklanşöre basarak yaptığınız şey insanlara ihanet etmek. Gerçekten öyle. Her zaman böyle değil, fakat kesinlikle fotoğrafçının işinin bir parçası da bu" ("Well, it's a tricky occupation. After all, what you're doing is betraying people by releasing the shutter. You really are. It's not all like this, but this certainly one side of the photographer's job.")
Bir süredir ise başka sorularım ve sorunlarım var: Neden tanımadığımız insanların fotoğraflarını çekiyoruz? Onlar izin verseler bile bunu yapma hakkını nasıl kendimize veriyoruz? Neden fotoğraf çekiyoruz? Neden çektiğimiz fotoğrafları başkalarına göstermek istiyoruz?
Yolda yürürken birinin karesine dahil olduğumu fark ettiğimde kafamı eğiyorsam, başkalarından bunun aksini yapmalarını nasıl isteyebiliyorum? Bir yerlerde varlığından ve nereye varacaklarından haberdar bile olmadığımız -içinde temsilimizin olduğu- bir sürü fotoğrafımız var belki de. Ve fotoğrafın gücünün, gidebileceği yerlerin farkında olan biri olarak, kendi temsilimi sınırlandırmak isterken, başkalarından bunun aksini nasıl isteyebiliyorum?
Sosyo-ekonomik, psikanalitik veya antropolojik çeşitli yöntemlerle cevaplar verebiliriz, ama sanki daha basit ve apaçık ortada olan bir cevap varmış ve onu bulamıyormuşum gibi geliyor.
Belki bilmiyorsun ama 2013'teki son projem ve sergimden itibaren 1-1,5 sene hiç fotoğraf çekmek istemedim ve çekmedim. Bu sorular, ve son projemde senin de çok güzel bir şekilde ifade ettiğin iş üretme yöntemlerimin artık işlemediğini fark etmek kafamı çok meşgul etti. Bir de sanırım insanların aslında "görsel balyoz" olarak adlandırdığın şeyle karşılasmak istemediklerini fark etmek -yine çok güzel bir şekilde değindiğin" yüzleşme-yüzleştirme itkimin direncini kırdı; fakat bu başka bir konu.
Sonuç olarak yeniden iş üretmek için ihtiyacım olan iç uzlaşıyı, az önceki sorularıma yol açan şeyleri (sorumluluk? hassasiyet? başkalarının temsillerine karşı duyulan saygı? kendi egom?) tamamen göz ardı ederek buldum (biliçli bir davranıştan ziyade içimden gelen itkiye karşı koymamaya karar verdim).
Bütün bunları sayende yazıya dökerken kafamda yeni bağlantılar oluştu. Seneler önce 2008'deki "I was looking to see if you were looking at me to see me looking back at you" (Baktım sana dönüp baktığımda baktın mı bana) serimi yaparken karşılaştığım ve senin de hoşuna gideceğini düşündüğüm bir alıntı da 1970'ler Tokyo'sunda bir parkta sevişenler ve onları gizlice izleyen insanları çeken Kohei Yoshiyuki'den: "Niyetim parklarda olanları kaydetmekti, yani onlar gibi gerçek bir röntgenci değildim. Fakat, fotoğraf çekmenin bir bakıma röntgencilik içeren bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani röntgenci olabilirim, çünkü bir fotoğrafçıyım." (My intention was to capture what happened in the parks, so I was not a real ‘voyeur' like them. But I think, in a way, the act of taking photographs itself is voyeuristic somehow. So I may be a voyeur, because I am a photographer.")
Şimdi fark ediyorum ki, fotoğraf çekmeye ve bundan bir anlatı üretmeye devam etmek istiyorsam, seneler önce fark ettiğim röntgenci yanımla daha net bir şekilde yüzleşmem ve onu kabul etmem lazımmış. Bir süredir tekrar fotoğraf çekmemi sağlayan itkinin bilinç düzeyine ulaşmasını gösteren cümle bu sanırım.
Teşekkür ederim:)