Neden eleştiri yapılmıyor? Neye göre sanatçı kavramı oluşuyor? Sanat okulları yeterli bilgiyi ve eleştiri kuramınını aktarıyor mu?
Güncelleme #04'te Murat Germen ile neye göre eleştiri yaptığımız ve olumlu önyargılarımız ile ilgili başlayan "Eleştiriye Dair" söyleşilerimiz Nazif Topçuoğlu ile devam ediyor.
Topluma Göre Eleştiri Kavramına Dair…
Çağrı: Sizinle, neden eleştiri alamadığımıza dair konuşmak istiyoruz. Örneğin "Bizi eleştirin." dediğimizde olması gerekenlerin anlatılması yerine sadece "Aferin…" alıyoruz. Bunu sebebi ne olabilir sizce?
Nazif Topçuoğlu: Bunun sosyolojik ve psikolojik nedenleri var aslında. İngilizcede "constructive criticism / yapıcı eleştiri" diye bir mefhum var. Doğu toplumlarında zaten negatif bir şey içeriyor eleştirme lafı, en azından gündelik kullanımda. "Sadece eleştiriyorsun, hiç beğenilecek tarafı yok mu?" falan gibi deyimler var dilimizde. Bu insanları bir şekilde kısıtlıyor.
Geleneksel olarak eleştiri ‘kötü bir şey' diye algılanıyor. Ya da eleştirdiğinde kötü bir şey söyleyeceğini düşünüyorlar. Sonra tabii insanlarda kıskançlık gibi bir takım garip duygular da var. Bir şeye baktıkları zaman hata aramak var. "İşte bak burası net olmamış.", "Burasında toz var." gibi gayet elle tutulur, spesifik ama belki de bütün içinde bir önemi olmayan bir açığını yakalamak… Öyle bir merak da var insanlarda. Onun için eleştirmek hep kötücül bir tavır olarak görülüyor.
Çağrı: Kötü bir insan olmamak için…
Nazif: Yani kırmamak için… Eleştirirsen kıracaksın otomatikman. Halbuki iyi bir eleştiri yazısı yazdığın zaman iyi taraflarını da kötü taraflarını da yazıp, "Nasıl daha iyi olabilir?" diye söylüyorsun.
Toplumdan kaynaklı böyle çok genel bir durum var. Bir de özel olarak fotoğrafla ilgili olarak eğitimsizlik ve ortak referansların, ortak değerlerin olmaması durumu var. İnsanlar aynı şeylerden bahsetmiyor, neden bahsettiğini bile bilmiyor hatta. Sanat, fotoğraf sanatı, sanatta fotoğrafın kullanımı bilmem ne… Bir şeyi eleştirdiğin zaman neye göre eleştirdiğini referans göstermen gerekiyor. "Ben beğenmedim." demek eleştiri değil. "Olmamış falan yani…" O da bir eleştiri değil. Bir takım uluslararası kriterlere göre eleştirmen lazım. Oradaki dünya düzenine göre ve yapılmış işlerle karşılaştırabilmen lazım ki bir şey söylenebilsin. Yoksa "Falanca bizim mahallenin en iyi fotoğrafçısı." demek bir şey değil ki. Bizdeki eleştiri de, beğeni de daha çok bu düzeyde oluyor. Bizim köyün en iyi fotoğrafçısı…
İyi Sanatçı Olmaya Dair…
Şener: Peki "Bizde iyi sanatçı nasıl olunuyor yani?" desek?
Nazif: En çok ahbabı olan en iyi sanatçı oluyor. Yine doğu toplumu olmanın getirdiği şey: İnsanlarla iyi ilişkilerin varsa iyi sanatçı oluyorsun. Adın geçiyor, yükseliyorsun, kariyer yapıyorsun, müzelere çıkıyorsun. Tersi de doğru; böyle bir hayat istiyorsan o zaman insanlarla iyi geçinmen gerek. Fazla sesini çıkarmaman gerek. Böyle birbirini besleyen bir daire.
Çağrı: Her ne kadar iyi eleştiri yapsak da, insanlar yapıcı eleştiriyi isteseler de eleştirildikten sonra içi burkulduğu için yeteri kadar iyi ilişkiler kurulamamaya başlıyor.
Nazif: Tabii ki. Hem kimse kimsenin işleri hakkında eleştirel bakışına alışmamış, hem de doğru dürüst bir eleştiri yazarsan anlamıyor. Zamanında Geniş Açı'da yazarken benim de başıma gelmişti. Birşeyler yazıyorsun, belki adamın işini beğenmişsin bile. Ama hemen "Bak bak ne demiş!" diyor. Okuduğunu anlamıyor, insanların böyle bir problemi de var. Methiye lafı vardır, bilirsiniz padişahlara yapılır. Bizde istenen "eleştiri" o düzeyde oluyor. Bu evsafta olsun ki alan razı satan razı, yazan memnun okuyan memnun olsun.
Çağrı: Mühendislikte her şey nettir ve bir inşaat mühendisinin bina dikmesi için onu yetkin kılan bir diplomaya sahiptir. Ama sanatta böyle bir durum yok, sanatçının kim olduğunu belirleyen bir kurum yok. Bu durum da bizi kısıtlıyor olablir mi?
Nazif: Ortada bir gelenek var. En azından rönesanstan başlatsan, batı kültürü içinde 600-700 senelik bir görsel sanatlar geleneği var. Dünyanın her köşesinde içerik aynı değil ama bir alışkanlık var. İnsan resim görünce uzaylı gibi bakmıyor, kültürünün içinde var. Bizde yapıştırma bu, kaç senelik tarihi var görsel sanatların. Hepsi sonradan gelme ve açıkçası toplumda çok da benimsenmemiş. Toplum derken seksen milyonu düşünün, İstanbul'daki dört arkadaşınızı değil. Dolayısıyla hepsi usulen ve bu cila çok çabuk da gidiyor.
"Sanatçı" zaten bu gelenekten gelen bir kavram. İlla akademik olması gerekmiyor. Atıyorum Mimar Sinan.. Diploması yoktu ki o binaları yaparken… Ayrıca diplomalı binlerce mühendis var hiç bir şey yapamayan. Deprem oluyor, her şey yıkılıyor. Diplomayı o kadar ciddiye almamak lazım. Tabi buradaki konu sanatçı olmak, diploma sahibi olmak değil; iyi sanatçı olmak, doğru dürüst bina yapabilmek.
Senin dediğin statü meselesi. Yaptığın işten çok bulunduğun konum. "Ben sanatçıyım." diyor adam. Çünkü diploması var, doktorası var, bilmemnesi var -onların nasıl alındığı belli değil-. Yani mesele illa resmi bir tescil değil, halka malolmakla ilgili… Ama yine dönüp dolaşıp aynı yere geliyorsun. Kitlenin böyle bir talebi yok, sanatçı olsun, sanat bakayım, müzeye gideyim… Dolayısıyla kitleye bir şey kabul ettirmek çok kolay. Kitlenin isteği, bilgisi, alışkanlığı yok. "Sanatçıyım diyorsa sanatçıdır, kusuruna bakmayalım." diyorlar.
Şener: Yani çok küçük bir gruba, bahsettiğiniz o ufak çevreye kabul ettirmek, bir galeride sergi açmak sanatçı olmak için yeterli diyebiliriz.
Nazif: Evet tabii. "Sanatçıyım." demen yeterli. Andy Warhol "Sanatçıyım diyorsan, yaptığın şey de sanattır" diyor. O kadar… Etiketler üstünde kafa yoruyorsunuz aslında, o da bizim alışkanlığımızdır yine. Ben sanatçıyım, ben şoförüm, ben de hamamda tellakım; yani neysen nesindir. Önemli olan yaptığın işin bir değeri var mıdır yurt dışında, yurt içinde, dünya çapında? Bir skalaya girebiliyor mu?
O yüzden aslında eleştiri çok önemli. Olmadan ilerlemiyor ki bir şey zaten… Bina yaptın, yıkıldı, bu bayağı bir eleştiri işte. Ama sanatta yaptın, oldu, müzeye de astılar, çok güzel oldu… Bunun üzerine tartışacak donanımlı insanlar -100 kişi de olsa böyle bir kitle- olacak ki gelişsin bir şeyler. Kötüye kötü diyecek, iyiye iyi diyecek.
Çağrı: Sanatçı eğitimini almış insanların bunu oluşturamaması okullardaki eğitimin yetersiz kaldığını mı gösteriyor sizce?
Nazif: Valla eğitim çok iyi değil herhalde. Ne bileyim, bütün okullarda ders verdim, belki ben de iyi değilim… Yeterli değil en azından. İyi niyetli öğrenci de sıkılıyor okuldan. Bir de çok "moloz" var. İlkokuldan gelen bir şey bu; on sene hiç bir şey okuma, kafan içinde ne potansiyel varsa yıkılsın kırılsın… Beyin ameliyatı geçirmiş gibi geliyorsun okula.
Bu şikayet ettiğim kronik bir şey. Bunun dışında da pek çok problem var. Oldu bitti de dünya güllük gülistanlık değil yani. Değerler sürekli değişiyor, ne iyidir ne kötüdür, hangi sanat geçerlidir. Teknoloji değişiyor. İnsanlar değişiyor, sıkılıyor hep aynı tip işleri görmekten.
Hepsinin temeli, Türkiye'de eksik olan şey diyalog. Konuşulmuyor bir şey, tartışılmıyor. Dil yok doğru dürüst, kimse kimsenin dediğini anlamıyor. Hele bir de para işin içine girdi. Sanat manat para ediyor diye bir gürültü var son birkaç senedir. O tabi her şeyi değiştiriyor, çünkü para herkesin bildiği bir şey. Türkiye'de herkesin ortak inandığı şeyler para ve gayrimenkul. O yüzden "falanca çok satıyor, o zaman en büyük sanatçı odur." deyip rahat etti insanlar. Eskiden başka değerler vardı: Kalıcı olması, toplumu değiştirmesi, yönlendirebilmesi falan… Şimdi öyle şeyler tamamen bitti.
Şener: Şu an çalışmaların çoğu kişisel. Çağdaş sanatın getirdiği bir şey biraz da bu. Ama sonucunda biz hep şunu soruyoruz galerideki sergi için: Bize bunu neden gösteriyorsun? Egonu tatmin etmek mi, para kazanmak mı istiyorsun?
Nazif: Bence bir işin kişisel olması dürüst bir şey bu ortamda. Sosyal bir laf söyleyemiyorsun, söylenecek bir şey de pek kalmadı. En azından kendi kendini ifşa edip açıklayabiliyorsan bu dürüst ve güzel bir şey. Kişiselmişmiş gibi yapıyorsan o başka…
Fotoğrafın zaten sorunu çok. Beşbinsekizyüzdokuz milyar tane fotoğraf görüyorsun. Bunların benzerini çekebiliyorsun. Onu kavramsal bir şeye oturtmak lazım, alt yapısı, üst yapısı… Niye yapıyorsun bu işi? N'aparsan yap da neden gösteriyorsun; esas soru bu. Benim için ne ifade edecek, bana ne kazandıracak baktığımda? Bana bir şey öğretmesi, en azından kendi hakkımda bir şey göstermesi lazım. O yüzden "Ne kadar kurnazım, tekniği iyi kullanıyorum." değil. Değer kazandıran şeyin bu olmaması lazım.
Eleştiri – Para İlişkisine Dair…
Nazif: Kişisel ilişkinin yanı sıra bir de her şey paraya bağlanıyor. Sergilerin yüzde doksanı reklam verenlerin arkasında olduğu bir takım kurumlarda oluyor. Gazeteci de kalkıp büyük holding ve bankaların galerisinde açılan bir sergiyi eleştirmek istemiyor. Kişilerden başka, kurumsal olarak da böyle bir durum var. Hiç bir pahalı ve büyük yayın organı bu nedenle reklamını tehlikeye atmak istemiyor.
Çağrı: O reklam, piyasa durumu yurtdışında da var bir nebze.
Nazif: Tabii ki yurtdışında da var. Ama yurtdışında buna karşı bir akademi var, eğitim sistemi var, kültür var, yerleşmiş bir takım değerler var. Ayrıca bir sürü kurum var orada, biri olmazsa öbüründe oluyor haliyle. Bizde zaten kaç müze var, hem kapatılsa kimin sesi çıkacak? Nitekim AKM kaç senedir kapalı.
Şener: Kimsenin sesi çıkmıyor…
Nazif: Ha sesi çıksa n'olacak. O da ona bağlı, kamu oyu diye bir şey yok. Bu konularda hele hiç yok. İnsanların sesi çıkmıyor, çıksa da işe yaramıyor ya da sesi çıkınca işe yarayacak insanların sayısı çok az.
Güncel Sanatın Eleştirisine Dair…
Çağrı: Kuramsal kısmı ağır basan çalışmaların eleştirisinde sıkıntı yaşadığımızı fark ettik. Bu aklımıza takıldı biraz.
Nazif: Güncel sanat denen şey yüzde doksan teori zaten. Somut işin kendisinin önemi bile yok nerdeyse yani. İçeriğiydi, hikayesiydi, teorisiydi bambaşka kriterler var. Orada fotoğrafın kriterleri geçmiyor. Bir sürü sanatçı var, başkasının çektiği fotoğrafı koyuyor. Fotoğrafın kullanımı orada son derece ikincil bir olay. Düşünmeden, okumadan girilecek bir alan değil. Görsel bir alan bile değil bana soracak olursanız.
Çağrı: Bunların eleştirisini neye göre yapmalıyız peki?
Nazif: Açıkçası beş milyon tane kitap var bu konuda. Ben de yetkili olmadığımı düşünüyorum. Okumak gerek… Gerçi ömrünü buna adamaya değer mi? Yıllarca sanat teorisi mi okuyacaksın? Doktora, bilmem ne… Ne kazanacaksın, hiç bir şey… Bir yandan para kazanman lazım ama burada adam seni müzeye kapıcı bile yapmayacak iyi geçinmeyip eleştirdiğin için.