Çiğdem İrem İleri
Fotoğraf Kitabı Kütüphanemden: Nicolo Degiorgis
Fotoğraf kitapları üzerine paylaşım hâlinde iken es geçilmemesi gerektiğini düşündüğüm bir isimden, Nicolo Degiorgis’ten bahsetmek istiyorum. Fotoğraf kitaplarını alternatifler içerisinden fotoğrafları bir arada sunmak için seçilmiş bir medyum olarak düşündüğümüzde, neden özellikle bu medyumu seçtiğini net bir şekilde görebileceğimiz bir isim çünkü o. Ayrıca bu sanatçı için sürecin fotoğraf çekme motivasyonu ile değil fotoğraf kitabı hazırlama motivasyonu ile başladığını düşünüyorum. Hâl böyle olunca bazı kitaplarında fotoğrafların tek başlarına yahut başka herhangi bir sunum tarzı ile bir araya getirildiğinde bu anlamı ve etkiyi kazanamayacaklarını iddia edebilirim. Nispeten genel ve güçlü bu ifadelerimi takip etmesi gereken örnekler var elbette ki.
Öncelikle “Peak” ismini verdiği kitabından başlayalım. Kitap, Kuzeydoğu İtalya’daki çeşitli dağ zirvelerinin aynı açıdan adeta yokluk ekseninde çekilerek kitap kurgusu içine yerleştirilmiş 90 adet siyah-beyaz fotoğraftan oluşuyor. Mutlak siyahtan, bir yokluktan başlayan bu yolculukta Nicolo Degiorgis bizleri giderek seyrekleşerek mutlak beyaza, bir başka yokluğa ulaşan dağ zirveleri arasında dolaştırıyor. Koyudaki detaysızlıktan, grinin binbir tonuna ve oradan da beyazdaki silikleşmeye kadar varıyor ve ardından ‘yok oluyoruz’. Bir tür kayboluş... Görüntü beyazda giderek eksiliyor ve kitabın tam ortasında kaybolarak beyaza ulaşılıyor. Kitabın tam ortasından kalın, siyah bir lastikle bir araya getirilmiş kaygan, hatta düzensizmiş gibi duran (ama aslında müthiş özenli ve ayrıntılı bir düzene sahip) kurgusuna; bu akışa kâğıt, boyut, baskı ve hiç söylemeyen söz ile oluşturulmuş sadeden çok az, azlığında çok ve çoğalan bir tasarım eşlik ediyor. Kitabın ikinci yarısında ise bu sefer beyazdan başlayıp, yine grinin farklı tonlarıyla devam ederek siyahta sonlanan bir ikinci yolculuğun ardından kitaptan ayrılıyoruz. Kitabın katlanış biçimi, sayfaların kesilme boyutları da fotoğraflardaki “zirve” yalnızlığının eşlikçisi gibi. Varlık ya da yokluğun neresinde bilmeden, belki de hiç öğrenemeyecek olmanın o inanılmaz karışıklığında bildiğimiz hayatlara dönüyoruz; İsveçli fotoğrafçı Anders Petersen’e bir mahkûmun söylediği “I am sharpening my pyramid” cümlesini bir daha, bir daha hatırlayarak.
Sanatçının bir diğer kitabı olan “Hidden Islam”da ise varoluşçuluk etiğinden toplum etiğinin sorgulanmasına geçiş yapıyoruz. Bu kitapta Degiorgis, Avrupa’nın bütününde farklı olmayan bir durumu -camii sayısı azlığı nedeni ile Müslüman topluluklarının garaj, depo, disko gibi mekânları ibadethane olarak kullanıyor olmalarını- Kuzey İtalya örneği üzerinden ele alıyor. Fotoğraf, bu kitapta kişiselden çok sosyal bir belgeleme aracı olarak kullanılıyor. Kitabın “içindekiler” bölümünden de anlaşılacağı üzere; depo, dükkân, süpermarket, apartman, stadyum, spor merkezleri, garaj gibi ilk bakışta Avrupa toplumunun günlük rutinin bir parçası olan kapalı alanlar, kitabın isminin de ima ettiği “görünmeyen” İslamın belki de ilk akla gelmeyecek mekânları olarak belgelenmiş. İlk karıştırıldığındxa sanki kendine has bir estetik anlayışıyla, mimari yapıların başarılı bir fotoğrafçılık işi olarak belgelendiği düşüncesini uyandırsa da; kitabın içinde yolculuğa başlandığında bu hal giderek kişiselleşiyor, renkleniyor ve katmanlanıyor. Buna ilişkin olarak, kitabı bu kadar özel kılan en önemli nokta da, işlenen konuya hizmet eden etkili kitap tasarımı oluyor. Sayfalarında ilk gezinişte ibadethaneye çevrilmiş mekânların sıradanlığını vurgulayacak şekilde siyah-beyaz, dış mekân fotoğraflarıyla izleyiciyi karşılayan kitap ile yolculuğa devam ettiğinizde; sağ tarafta katlı, açılan sayfaların olduğu fark ettiğinizde; bilinmeyen, “saklı” bir başka dünyanın kapılarının daha aralanmaya başlayacağını hissediyor ve yanılmıyorsunuz. Siyah-Beyaz ile dışarıdan başlayan yolculuğun iç dünyalara girildiğinde renklenmesi, bir yandan ‘hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil’ i çağrıştırırken, bir yandan da bu “saklı” sayfalarda yer alan renkli fotoğraflar aracılığıyla Degiorgis’in, ibadet eden Müslümanlar ve mekânların İslam motifleri ile dekorasyonu başta olmak üzere, bir kültürün bilinmeyen farklı yüzleriyle de izleyiciyi buluşturmayı başardığına tanık oluyoruz.