Merve Seçkin'in "Ashes to Dust" isimli serisi; görsel olarak kendine çeken fotoğrafların, tam da bu çekilen yerde yaşattıklarının gücü üzerine. Ursula K. Le Guin'in "Karanlığın Sol Eli" kitabını okuyan ve oradaki bilinmeyen gezegeni tasvir etmeye çalışan sanatçı, kelimenin gerçek anlamıyla "yeni bir dünya" yaratıyor.
Kitabın adı bir şiirden geliyor:
"Işık karanlığın sol elidir
karanlık da ışığın sağ eli
ikisi birdir, yaşam ve ölüm, yan yana
yatarlar kemmerdeki sevgililer gibi,
tutuşmuş eller gibi,
sonuçla yol gibi."
İlk destanlar, şiirler ve felsefe özünde; her ne kadar farklı isimlere bürünseler de, daima zıtlıkların savaşı üzerine kurulmuştur. Bu zıtlıklarsa anlaşıldık bir biçimde aynı kökten çıkarlar: yeryüzü ve gökyüzünü temsil eden Gaia ve Uranos'un eş, Apollo ve Dionysus'un kardeş, Gece ve Gündüz'ün daima birbirini selamlayan ama aynı odada bulunamayan arkadaşlar olmaları gibi. Bütün bu temsiller aslında çok içsel, içgüdüsel olan bir gerçeği dile getirir: hiçbirimiz mutlak iyi ya da kötü değilizdir ve bu ikisi kişiliğimizin içinde erir, birbirini doğurur, birbiriyle çatışır. "Karanlığın Sol Eli" de aynı hikayeyi ışık ve karanlığın aynı bedende buluşması üzerinden kuruyor. Bu buluşmanın nedeniyse ayrımların olmadığı bir gezegen tasvir etme uğraşı: burada kadın erkek, etnik kimlik ve sosyal statü yok (sanat ve felsefe kavramını merak etmemek işten değil). Merve Seçkin ise bu hikayeye, kendine has, görsel olarak çok güçlü; gördüğü anda seyirciyi çarpan ve içine alarak sindiren ışık ve toz bulutlarını ekliyor. Karanlığın içinde, ama karanlığın kendisi değil. Zira, "bembeyaz, uçsuz bucaksız bir buz çölü", başa gelebilecek her şeyin alameti.