Elif Yalım, fotoğraflarını Orta Format'a gönderdiğinde ve çalışmalarını biraz daha ayrıntılı anlatmasını rica ettiğimizde; fotoğraflarından ziyade şiirlerden, müziklerden, filmlerden bahsetmişti. Bu tutum algılama adına işleri zorlaştırsa da, Yalım'ın fotoğrafları düşünüldüğünde tam da olması gerekendi. Çünkü çalışmaları kelimelerle, uzun açıklama metinleriyle, başlıklarla kavranmaktan ziyade; tekil, fakat aynı güce (kaynağını kendi naif özünde bulan güce) sahip görsellerle sezilmeye meyilli. Bunlar, sessiz anlarla ilgili olacağını anlatmaya çalıştığım fotoğrafların verdiği ilk izlenimlerdi.
"Sanırım, bu görsel dilin oluşumunda, imajlardan önce, beni etkileyen şiirlerdi. Andre Breton, ‘Her gün herkesler gibi kalkıyorum, kollarımı çiçekli bir kağıda uzatıyorum', diyor Olmak şiirinde. Fotoğraf çekmek de böyle benim için, sade, doğal bir eylem. Baudelaire ise nesnelerin, formların dilinden söz eder. Onların büyüsel bir dili vardır. ‘Dilsiz bir dil'i konuşurlar."
Bu anlamda baktığımızda, Baudelaire bir sokağı resmederken arka arkaya fragmanlar sunar. Bu fragmanlar bir araya geldiğinde, tarihin alternatif bir sunumunu karşımıza çıkarır. Walter Benjamin, Baudelaire'in bu özelliğinden yola çıkarak, onu yaşamın hayhuyu içinde algılamamızın zor olduğu ayrıntıları ortaya çıkaran "flaneur" olarak tanımlar. Düşünüp gezen, seyretmesini bilen, baktığını gören olarak tanıtır. Flaneur, yaşamın vermek istediği mesajı direkt olarak gören ve deyimsel olarak gösteren yerine, deneyimlerden yola çıkandır. Fotoğraflarıyla ifade etmek istediği şeyi "Nesneleri, ‘örtücü ve sınırlandırıcı' varlığından arındırmak, form yoluyla, yeni bir anlam, günlük yaşamdaki işlevinden farklı olarak imgesel ve düşünsel bir anlam kazandırmak." sözleriyle anlatan Elif Yalım da aynı yolun yolcusu olarak görülebilir. Görünmeyen, ancak el yordamıyla keşfedilen bir yolculuk.