İpek ve Şener'e misafirperverliklerinden dolayı teşekkür ederek başlamak isteriz. İpek ve Şener bizi kendi ürettikleri ve bizim yabancı olduğumuz bir mecraya davet ettiler. Misafire anahtarı verip gitmek risklidir pekala, fakat mutlak misafirperverlik dediğimiz şey bunu gerektirir. Karşılığında karşı tarafın da sana evini açmasını beklemeden, yanlış anlaşılmak, münasebetsizliğe uğramak, muhabbetin tahmin edemeyeceğin yerlere gitmesi, lafının çarpıtılması, bütün çatal bıçakların, nevresimlerin yerinin değiştirilmesi pahasına kapılarını açmak.
"Bugün, Yarın ve Daima"
Yapısı itibariyle bir durumun olumsuzu "yıldızsızlaşma" ve disencantada ("büyüsüzleşmiş"). Aleni olanı söylemekle beraber bu kelimelerin işaret ettiği bir nokta var ki düşününce insan donup kalıyor: halihazırda yıldızlar, büyüler ve şarkıların olduğu ve bir şekilde bunların kaybolduğunu iddia eden kelimeler.
İçinde bulunduğumuz zaman diliminde beraber yaşadığımız insanların çoğunluğu ile benzer duygu durumları içinde olmakla birlikte, onlardan bir nebze farklı olarak, biz, sanatçılar olarak hayatımızın bir noktasında bir kayıp yaşadık. Ve öyle böyle bir kayıp da değil: yıldızlar, büyüler, şarkılar gitmiş. Yıldızları görememenin ne kadar korkutucu olduğunu denizci arkadaşlar iyi bilirler. İnsan yönünü bulamaz; yer, gök, deniz yabancı gelir, tanıdık bir yüz bulamazsınız. Okyanusun ortasında bir ceviz kabuğu.
Şunu söylemek gerekir: bizi minik bir tekneye koyup bulutlu havada denizin ortasına bırakmadılar. Fiziksel olarak karadayız ve gitmek istesek yolumuzu bulabileceğimiz bir yerdeyiz. Fakat toplumun içinde, arkadaşlar arasında, ailesine kendini "sanatçı" diye tanımlayan bireyler olarak nerede durduğunu kestiremiyor, günümüz popüler üretim pratiklerine heyecan duymuyor ya da kendini onların içinde konumlandıramıyor, iyi ya da kötü, övgü ya da yergi, en azından bakanda bir kıpırtı yarattığını düşündüğün bir eleştiri almak neredeyse mümkün olmuyorsa üzüntüyle bunun mesleki bir sürgün durumu olduğunu söylemek isteriz.
Biz de sürgüne yanımızda dilimizi getirdik. İnsanın yanında taşıyabilecekleri hem mecazi olarak hem gerçek anlamda sınırlı sonuçta. Biz KABA HAT olarak kendi dilimizi konuştuk. Bu dilin temelinde (her dilin temelinde olduğu gibi) dostluk ve misafirperverlik var. Şükürler olsun, bu teknedekilerin sevmekten menkul dostluğundan ve birbirlerine evlerini açmalarından doğan bir dil var. Şükürler olsun ki dilimiz var.
Yıldızsızlaşma, yıldızların olduğu öncül bir duruma işaret eder. Ne zaman olduğunu çok da hatırlamadığımız bu durum, sanmışız ki devam edecek. "Daima" tecrübesi dilde kendine ve ötekine sadakat olarak karşımıza çıkar. "Daima" olmayınca hayal kırıklığına uğrarız, şüphe ederiz sadakatimizden, sadakatinden. Ama biz bekliyoruz, denizin ortasında. Pasif bir bekleme de değil, elimizde dürbün, kürek, pusula. Arıyoruz ve bekliyoruz. Bir yıldız, uzaktan bir şarkı, tanıdık bir sima hemhal olacağımız. Umudumuz var birini çağıracak kadar.
Yeter beklediğim bir sabah ansızın çık karşıma
Benim ol bugün, yarın ve daima.
"Yabancının müthiş bir tartışma ve müthiş bir kavga başlatmak için yönlendireceği sorunun, politik bir varlık olarak insanın ortaya koyduğu politik sorudan aşağı kalır yanı yoktur."
(Anne Dufourmantelle Jacques Derrida'yı alıntılıyor. Misafirperverlik Üzerine. s.66)
Evi işgal eden yabancılar olarak sorularımızı sorabildiğimizi umut ederek ve müthiş bir kavga ve tartışma beklentisi ile 23. Güncellemeyi sunuyoruz.