Bekir Dindar
Kapitalizm, insanları tek tip haline dönüştürür. Dünya globalleştikçe insan düşünceleri birbirleriyle kaynaşıp marjinal olmaktan uzaklaşıyor ve ortak fikirlerde buluşuyor. Hatta modayla bile tek tip bir giysi dünyaya egemen olabiliyor. Renklilik ve
çeşitlilik azalıyor. Eğitim sistemimizde tek tip insan yetiştirmeye programlı aslında, iş yaşantısında durum pek farklı değil. Sorgulamayan bir toplum ürüyor. Her zaman egemen olan sınıfın ideolojisi hâkimdir kitle
üzerinde. Bunu askerlik yaptığım süre. içerisinde en aktif deneyimleme ile yaşadım ancak sonrasında, yaşamın her anının pekte farklı olmadığını düşünüyorum.
Cevahir Akbaş
Okul bahçesinde cinsiyetlerine göre sınıflandırılarak sıraya geçirilmiş öğrenciler, 2015
Ekin Çekiç
Gözüme Perde İndi
Kabataş'ta yaşayan tek bina olan okuluma gitmek için her gün paravanlar ile çevrelenmiş inşaat alanından geçmekteyim. Ben okulun, okul da proje alanının parçası olduğu için, bu paravanların etrafımı çevrelediğini fark edemedim. Bu süreçte iğne deliği (pinhole) bir kamera yaptım. Makro düzeyde kentin hızla değişimine bakan gözüm, mikro düzeyde anları teknik olarak mümkün olan en yavaş şekilde kaydetti. Etraftan geçen insanların, hızla değişen kenti görmek için inşaat paravanlarına delik açtıklarını farkedip, ben de bu dönüşümü iğne deliği açtığım makinemle belgeledim. Tıpkı insanların paravanlara açtıkları delikler gibi, makinem de bu dönüşüme açtığım göz oldu.
Gizem Şahin - Gülce Özkara
Devrim Törpüsü
X kolektif içerisinde arkadaşlarıyla bir hayali paylaşıyordu, yolunda gitmeyen şeylere karşı bir araya geldiler. Birlikte üretmeye, gündelik ritmi değiştirmeye karar verdiler. Yolunda gitmeyenler oldu ve birliktelikleri bir süre sonra sona erdi. Hayalleri suya düştü, birliktelik hissi yerini boşluğa bıraktı. X, bir süre öfkeyle kalakaldı; kabul edemedi, ne yapacağını bilemedi. Sonra geçmişe sünger çekip kendi yoluna devam etti. Çektiği sünger ama, kendi yolunu da tıkıyordu. Aptallığa düştü aslında, « zaten yapılabilecek bir şey yok », «olmuyor» demeye başladı. Aptallık onun düşünme ve hayal kurma kapasitesini yok ediyordu. Bereketli bir tıkanıklıktı bu ancak durup düşünecek vakit yoktu. X kısırlaştı. Geleceğe ilerlemesi gerekiyordu ve zaman geçiyordu. Hiçbir şey yapmıyor da değildi. Orada/ burada/ şurada derinde olmayan ama çıkarılmayı bekleyen bir taş vardı, X biliyordu, başka şeyler yapıyordu. Aptallık.
Geçmişe çekilen sünger bizi rutine sıkıştırırken samimi anları kaçırmamıza sebep olur. Heather Love, The Professor's House (1925) kitabından söz ederken, bir çiftin kendini hayatın rutinine kaptırıp, önceki kayıplarını göz ardı ederek hayata devam etmeye odaklanmasını ve geçmişi kaçırmasını anlatır. Cepte olan hayata devam etme istenci, düşünüp, o gerekli soruyu ertelememize yol açar. Gelecekte ısrarcı umutlar, geçmişi tıkar. Heather Love negatif hislerin örgütlenmek için elzem olduğunu vurgular. Napozitif hisler salondaki huzura çomak sokar. Bu tür hislerin göz ardı edilmesi yerine üzerine düşünülmelidir. Tekrarın getirdiği aptallığı üzerimizden atabilmek için, yaratıcı eylem(e)leri düşünmemiz gerekir. Samimi anlara sızmamız, bunları örgütlememiz, bu tür alanları açmamız bu şekilde mümkün olabilir.
Y.'nin bulunduğu Lokal'de, natrans penisliler alaycı lafları, küfürleşmeleri, maç izlemeleri direnişçi birlikteliklerini arttıran bir samimiyet ve sosyalleşme aracı olarak geliştirmişlerdi. Lokal içinde şaka-küfür, söz konusu eylemci/militanlar arasında ortaklık kurardı. Militan/eylemci öfkeli, yarına umutlu, garez dolu olmalıydı. Militan adeta aktif doğmuştu, daima aktif olmalıydı. Gücünü eylemden alırdı, gücünü eyleme verirdi. Taakatsiz kalınamaz! Biriken garez Y.'nin halsizliğini ateşler. Garez dışarıdan içeriye, Y.'ye doğru yayılır. Garez «tik» olarak bedene yansır, bedenin ritmi bozulur. Şeker Baba, baş militan, hıncını küfürleriyle karşısındakine bulaştırır. Seri küfür savurması karşı tarafı sindirir. Sinen ruhun yüzü seğirir, gözü seker. Seğirme zamanla sıklaşır. Eylemsizlik sıklaştıkça, küfür sıklaşır. Küfür sıklaştıkça eylemsizlik de sıklaşır. Sıklaşma sıkışır. Çok sıkılınır. Bu yük bedenden tik olarak kaçar. Bulaşıcı bir tik. Şaşırtıcıdır da. Beden bağırıyordur aslında, sorulması gereken bir soru olduğunu. Tik, tek düze eylem pratiklerinin otoritesine çelme takan şaşırtıcı, bedensel bir direniş olarak ortalığı karıştırır. Direnişin bozduğu bedenin ritmini tik geri almaya çalışır, bir hayalete dönüşür. Hayalet tik.
Garez bizi örgütler. Başkasını kötü ilan edip, kendimizi ‘iyi'leştirdiğimiz anların müsebbibi garez, kendimiz üzerine düşünmek yerine bir başkasına karşı konumlanmamıza çanak tutuyor. Nietzsche'ye kulak verin, kendi kendini zehirlemekten beslenen bir eyleme halini boşa düşürün. Saul Newman, anarşizmin garez üzerine kurulu olmasından dolayı kendini kısıtladığını ve tam da karşı çıktığı zehirli pratik haline dönüştüğünü söyler. Klasik anarşizm otoritenin ağlarını yıkmaya çalışırken, gücü zapteden bir direniş alışkanlığı haline gelir. Nietzsche'ye göre herhangi bir gücü reddetmek ve dışarıda tutmaya çalışmak garezin bir göstergesidir. Garezin kendisi örgütlenmeyi sağlar ama tek bir pratiğin içerisine sıkışarak yaratıcılığı tıkar. Garezle yüzleşmek, anarşinin yaratıcı gücüne ket vuran örgütlülük pratiklerinin otoriterliklerini pazara çıkarır. Güce garezlenmek yerine, yaşamı olumlayan bir güç ile başka yollar açma hallerini düşünün. Aslında bizi eyler kılan şey bu akışkan güçtür. Güç, elde tutabileceğimiz, hapsedebileceğimiz bir şey değil, günlük hayatımızda farklı ilişkilerde farklı şekillerde karşımıza çıkan her yerde olandır. Garezle demlenip, direnişi ayakta tutmaya çalışmak ve kaybı yok saymak aptallığa yolculuğumuzu sekteye uğratabilecek soruyu sormamızı engeller. Garez hepimizin içine düştüğü arzu törpüleme kıskacıdır. Kendi garezine saplanıp kalmış olan başkasının derdiyle hemhal olamaz. Asfalt yolda yürümekte ısrarcı olup patika yolları kaçırır. Bu muhafazakar halin şirret şiddeti yolcuyu asfaltlaştırır. Asfalt ya da patika bizi istediğimiz yere götürmeyebilir ancak oraya varmakta diretirken yoldan çıkmayı unutabiliriz. Yan çizelim. Eylemliliklerimizi ve beraberliklerimizi garezin kısır döngüsünden araklayabiliriz.
Depo'da gerçekleşen « Kuşla Göz Arasında » adlı serginin açılış etkinliği olan performansın, direniş pratiklerinin yarattığı bedensel zapturaptı sorunsallaştırarak, içinde bulunduğumuz düzenin tıkanmışlığının yarattığı negatif tesiri yaratıcı bir eylemlilik haline dönüştürdüğünü söylemek mümkün. Klasik direniş pratiklerinde, sonuca ulaşmayı bekleyen kişi devrime doğru ilerlemeli, kendine güvenmeli, bedenini kontrol etmelidir. Belkıs: «kadınlardan en çok kendine güveneni zarfı alır» der. Ancak kimse zarfı almayınca, enerji sızdırmayan, eli ayağı titremeyen bir eylemci karakterini oluşturan örgütlenme biçimlerinin kendinden eminliğine bir şerh koyulur. Yine de mektup okunur: « kararı verdik, hesabı kestik, defteri dürdük, bilginize sunarız » Garezli, dışlayıcı bir dil karşımıza çıkar.
Performanstan: « … ellerinde kitap, bayrak, tüfek, tırpan, bağlama ve çekiç var… eli boş olanın sol yumruğu havada. Kağıdın üst kısmında sayılmayız, parmağınan tükenmeyiz kırmağınan yazıyor. Hepsi majiskül…. sağda şu yazıyor, marşlar, ağıtlar, çeşitlemeler, aşıklar, tüfekler… »
Bağlama, çekiç, tırpan, tüfek, bayrak, kitap direniş objelerinden bir kaçıdır. Belirli hisler ve pratikler üzerinden kurulan direniş belirli objeler üzerinden de kurulmaktadır. Kullanılan teksir makinası, daktilo, mühür ve bunların yarattığı tek düze sesler tıkanıklığa sebep olan direniş aletlerindendir. Objeler veya sol yumruk gibi bedensel bir hareket gelecek olan devrimi işaret eder. Bedensel bir pozisyon, kelime, obje, sesler, kağıt direnişin öğeleri haline gelir. Otoriteyi yıkabilecek yolda mübah olan herhangi bir şey direniş ağının içerisinde kendine yer bulur, o da bir direnişçi haline gelir. Teksir makinası, mühür basma, kaşe sesi, bildiri okuyan ses, sert, kesin, tekrara dayalı, aksaklığa mahal vermeyenler bütünlüğüne dahil olur. Tekrarda kendi sınırlı alanını çizer.
Performansta, üzerinde daktiloların bulunduğu, bildirilerin mühürlendiği masa yamuktur. Ayıp olanı soran; masanın yamuk olduğunu söyleyen de, devrimci pratik ilerlerken kız kardeşten gelen acil mektubu dillendiren de aynı kişidir. Bu kişiye Sarah Ahmed'in feminist killjoy'undan ilhamla, devrim törpüsü diyebiliriz. Törpü, tekrarı bozabilecek olanı dile getirir, düzeni bozar, sorunu fark eder ve en azından bir sorun olduğunu ettirir. Masanın yamuk olması, kız kardeşin acil mektubu, ayıp olan, Stengers'in Gaia'sının çağrısı olabilir. Çağrıyı gören, aptallığa düşmeyen, devrimin törpüsüdür. Tokata tokatla karşılık vermemiştir, diğer yanağını da çevirmemiştir ama tokata ilişkin sorular sormaya başlamıştır. Sol yumruğun havaya kalkacağını önceden biliriz. O yumruk havaya kalktığında şaşırmayız, «burada ne oluyor?» diye sormayız. Koşu bandında yürümekten bir farkı yoktur, ancak o bant bozulduğunda, ayağımız takıldığında bandın üzerinden düştüğümüzde tekrardan üzerine çıkmak yerine koşu bandına dair sorular üretmeye başladığımızda bizi düşüren şeyin ne olduğunu, başka yürüme hallerinin olabileceğini görürüz.
Tek bir histen, hep aynı histen, tekrar tekrar bu histen beslenen bir direniş biçiminde ısrar etmek bir direniş rutini yaratır. Deborah Gould, Political Despair'de ACT UP aktivistlerinin öfkeden güç bularak örgütlenme pratiklerini anlatır. Direniş gösterseler de AIDS yüzünden arkadaşları ölmeye devam eder ve bu öfke bir süre sonra üzerlerine yıkılır, direnecek halleri kalmaz. Öfkenin yerini melankoli almaya başladığında ise eyleyemez hale gelirler. Öfke üzerine kurulu direnişi ateşleyen şey kaybolmuştur. Umutsuzluk ve halsizlik hallerinin inkar edilmesi tıkanıklık yaratır, çaresizliğin göz ardı edilmesi yeni alanların açmasını engeller: «Öyle umuda kapılıyorduk ki ölmeyeceğiz sandık ve o kadar çok öldük ki tükendik. Eyleyemez hale geldik». Bazı devrimci pratikler otoriteye karşı bir direniş olarak gözükseler de kendilerini zehirlerken etrafa da bu zehri bulaştırarak kendilerini bir hüküm aracına dönüştürürler. Yamukluklara, hatalara, kayıplara, büyülere açık olmayan politik hayaller peşimizi bırakmayarak arzulu oluşların önünü tıkarlar. Arzunun önünü tıkayan geleneksel direniş öznesinin erozyona uğradığı, sabit direniş pratiklerinin kıskaçlarının seyreltildiği farklı eyleme alanlarını düşünmek istiyoruz. Temsil bozan, sınır bozan farklı eyleme modellerini bedenin tıkandığı ve sekteye uğradığı yerden açmak istiyoruz çünkü tam zamanlı eylemci modeli bedeni zapturapt altına alarak bedensel ritm bozukluğu yaratır.
Son hamlede, performansın direniş objeleriyle girdiği ilişki, sonuca ulaşma istenci, devrime doğru ilerleme güdüsü duvar yıkılıyormuş hissiyatıyla kesişir. Yıkılan duvar kartondandır. Duvar yıkılırken izlemeye gelmiş olanlardan biri «yıkıyorlar, bina gidiyor!» diye bağırmaya başlar ve panik olur. Sadece o an yaşanabilecek, tekrarlanamayacak, tesir yaratan bir eylem. Performansı gerçekleştirenler için prova edilemeyecek olan, izlemeye gelenler için ise beklenmedik bir eylem. Belirsizliğe açık. Zapt edilemeyen bir tepkiye yol açar, şaşırtır. Alışıldık olan yerinde sayarken, kayıtsız kalma hallerini ortaya çıkarır, sorularımızı sordurtmaz. Bilindik sorulara verilen bilindik cevaplar yeni sorular sormayı imkansız kılar. Ancak akıl tutulması yaratan, içimizi hoplatan kaçaklar, büyüleyici eylemlilikler, üretimler, söylenceler, hayal gücünü kıpırdatabilir, başka bir dünya arzusuna şaşırtarak sürükleyebilir.
Isabelle Stengers kişinin oluşturduğu rutinin temkinlilik haline gömüldüğü ölçüde aptallığı beraberinde getirdiğini söyler. Rutin, karmaşıklık korkusuyla kendini belli bir düzene hapsetmenin bir yoludur. Başka bir yapabilirlik halinin var olduğunu bilerek, başkalığı göz ardı ederek, aynı şeyi tekrar tekrar yapmak aptallıktır aslında. Köklere inmek, sarmaşıkta dolaşmak yerine ortalarda bir yerlerde kalıp rutine düşmek tıkanıklığı da beraberinde getirir. Gilles Deleuze, tekrarın aptallığa yol açacağını ve yaratıcılığı öldürdüğünü söylerken tekrarın yerine ritmi önerir. Ritm, askeri yürüyüş veya atılan slogan dışında her şeydir. Ritm bozulup rutine dönüştüğünde sorulması gereken bir soru var demektir. Hayatın düzenine kendini kaptırmış olan, o acil soruyu sormayı atlar. Stengers'in Gaia'sının her an davetsiz bir şekilde kapıyı çalabileceğini düşünün. Bu kapıyı çalış, salonda çay içip televizyon izlenirken hissedilen huzuru bozar. Televizyon sesini bozan, salondakilerin «acaba kim geldi» diye düşünmelerini bir an için olsun durdurup, geleni hayal etmelerini sağlayan güçtür Gaia. Gelen kişi belirsizdir, misafir için hazırlık yapılmamıştır, hatta belki tehlikelidir.
Sergide, His Tv yayınında Yasemin Nur kül biriktirdiğini, bulduğu farklı yaprakları kaynattığını, her birinden de farklı bir renk farklı bir tesir elde ettiğini anlatıyordu. Başka ritimsel manevralarla bedeni yeniden kuran bir eylemlilik düşünün. Yaprak kaynatmak kutu kutu pense olmayan bir direniş pratiğidir. Yasemin N. yaprakları kendi alanına çağırırken gündelik hayatın kaybolan ritmini ‘iyileştirici' bir pratik olarak yeniden yaratır. Bir gün öncesinin kalıntılarını kapıp götürmek, kenarda köşede kalanları biriktirmek, helalleşmek ve şifadır. Yasemin N. yolun kıyısında kalmış, pörsümeye terk edilmiş, eylemlilikten eylemsizleşmiş yaprakları evinde suya yatırır. Yapraklar kaynayarak yaşamsallık kazanır; Yasemin N.'nin kaynatarak, biriktirerek, toplayarak açtığı çatlaktan yaprağın içine sıkışmış olan suya verdiği renk ile ortaya çıkar. Sudaki renk yaprağın halleridir. Yasemin, Gaia'nın davetsiz bir şekilde gelmesini beklemez, Gaia'yı evine çağırır. Evi belli ki cereyan alır.
Kaynakça
Ahmed, Sarah. Happy Objects, In The Affect Theory Reader. Ed. Melissa Greg and Gregory J. Seigworth. Durham, London: Duke University Press. 2010.
De la Cadena, Marisol. Indigenous Cosmopolitics in the Andes: Conceptual reflections beyond "politics ». Cultural anthropology 25.2. 2010.
Deleuze, Gilles. Guattari, Felix. A Thousand Plateaus. Brian Massumi. University of Minnesota Press: London. 1987.
Deleuze, Gilles. on Cinema: What is The Creative Act, https://www.youtube.com/watch?v=a_hifamdISs (1987), 18:19.
Gordon, Avery. Ghostly Matters: Haunting and the Sociological Imagination. University of Minnesota Press: London. 2008.
Gould, Deborah. Political despair in Politics and Emotions: The Affective Turn in Contemporary Political Studies. New York: Continuum. 2012
Love, Heather. Feeling Backward. Harvard University Press. 2009
Newman, Saul. Anarchism and the politics of ressentiment. In I Am Not A Man, I Am a Dynamite: Nietzsche and Anarchism (ed) John Moore. Autonomedia. 2005.
Stengers, Isabelle. In Catastrophic Times: Resisting the Coming Barbarism. Open Humanities Press. 2016.
Mustafa Kemal Yurttaş
Gülümsemeyince Yüzün Çok Güzel
Oğulcan Ekiz
The Process of Formation of Living Beings
Italo Calvino, Kesinlik makalesinde "iki mutlak" olarak tanımladığı kristal ve alev sembollerinde ilgisini çekenin, zıt kutuplara ait bu iki sembolün yan yana getirilmesi olduğunu söylüyor ve canlı varlıkların oluşum sürecinin en iyi şekilde bir tarafta kristal, diğer tarafta alevle görselleştirilebileceğini alıntılıyor. (Italo Calvino, Amerika Dersleri – Gelecek Binyıl İçin Altı Öneri, Kesinlik, YKY, 3. Baskı, 2013, s. 81-82)
Yapılarının ve renklerinin karşıtlığına rağmen bir bütünlük yakalayabilen ve bunu yaparken tekilliklerinden bir şey kaybetmeyen bu ikilinin, canlı varlıkların oluşum sürecini temsil etmesi fikri bana kendime dair bir şeyler anlatıyor. Canlı'nın Oluşum Süreci fotoğrafıyla bu söylemin zihnimde uyandırdığı görseli olabildiğince başkalarıyla paylaşılabilir hale getirmeye çalıştım.
Şeyda Temel
Woman and Man