İrem Sözen, hem hatırlamanın kıymeti hem de her hatırlanışta yaşanan biçim değişiminin farkında; bir eli gerçeğe bir eliyse kurgulanana uzanan genç bir fotoğrafçı. Çalışmaları hatıralarla oynayan, onları baştan var eden, ancak bu süreçte anlamlar kadar hislerden de yararlanan; puf desen uçan, uf diye yakan, kimi zaman ise yağdıran bir bulut vari. Bu pek sevgili İrem Sözen'le fotoğraf çalışmaları, çalışmalarına yön veren itkileri, kitap formatı ve sergileme yöntemleri üzerine konuştuk.
İpek: Aslında ben girişi çalışmalarını gördüğüm ilk günle yapmak istiyorum. recall isimli kitabına ilk defa 2012 sonunda Torun'da rastlamıştım ve çok heyecanlanmıştım. Çok özel, çok çıplak bir şeye dokunduğumu hissetmiştim bu kitapta. Batur'a (Cemil Batur Gökçeer) "Kim bu kadın?" diye sordum ve Batur "İstanbul'dan bir arkadaşımız, bütün bu kitapları eliyle yapıyor, çok seviyoruz." yanıtını verdi. O gün aldım o kitabı. Benim için gerçekten özel bir kitap; bazen kapağını bile açmıyorum, yetiyor. Ve aldığım ilk fotoğraf kitaplarından biriydi.
İrem: Teşekkürler İpek! recall serisi, 2011 yazında Letonya'da katıldığım Michael Ackerman atölyesi sonrasında oluşmaya başladı. Atölye sonrasında fotoğraf kümesi halindeki seriler yerine, fotoğraflar arasında daha belirgin bağlantılar kurarak bir anlatı oluşturmaya çalışıyordum. Bu kitap üzerinde çalışırken, Torun'un açılacağını, bir kütüphane kuracaklarını haber aldım ve kitabı açılışa yetiştirdim.
recall ve turnaround projelerine dair…
İpek: Biraz recall'dan bahsetmek ister misin? İşlerinde ciddi bir edebi yan sezilmesine rağmen hiçbirinin metninin olmaması çok garip geliyor.
İrem: Konuşmadan, yazmadan anlatmak için bir dil buldum, tadını çıkarmaya çalışıyorum. Tabi yazmadan duramıyorum ama işlerimin bir parçası olacak şeyler değil. Yine de sergi ve kitap üzerine çalışırken defterlerimi karıştırıyorum, bazen işe yarıyorlar ve birlikte çalıştığım insanlarla paylaşıyorum. Ama sonuçta yazı başka bir dil ve (şiir haricinde) bakman veya anlaman gerekenleri daha hızlı ve doğrudan iletiyor. Hele kişisel deneyimlerden yola çıkınca, metni işe dahil etmek daha da zorlaşıyor. Bu yüzden recall'da hiç metin yok, hatta başlığın bile haddini aşmaması için uğraştım. Sessiz bir filmi kurgular gibi kareleri tek tek sıralamaya, boyutlandırmaya çalıştım. Okay'ın tasarladığı ‘turnaround' katalog/kitabında ise defterlerimden kısa metinler kullandık. Belki bir boşluğu tamamlamıştır, hem bitmemiş bir seri olduğu için iyi oldu.
recall'u oluşturmaya başladığımda, yaşadığım bir deneyim üzerine, anıların sürekli bozulmaya uğraması ve hatta en canlı anıların daha çok unutulmasına şaşırmıştım. Ama aklımda bir hikaye vardı, ve muhtemelen birden fazla gerçek deneyime bağlı olarak kurulmuştu. recall'da zihnimde bulduklarımı aktaracak bir dizi fotoğrafı bir araya getirdim. Gerçekte şu veya bu zamanda olmuş belli bir deneyimi anlatma derdim yoktu, fotoğrafları seçerken de bu özgürlüğü kullandım, farklı zamanlardan ve aile albümlerinden fotoğrafları bir araya getirdim. Yeni bir hikaye yazar gibi, sadece eksik kelimeleri veya cümleleri tamamlayacak fotoğrafları aradım, sıraladım ve "böyle hissetmiştim" diyebileceğim bir hikaye oluşturdum.
İpek: Aslında ben de bundan bahsedecektim, Virginia Wolfvari, James Joycevari bir bilinç akışı hali. Bir şey yaşandıktan sonra senin belli şeyleri hatırlaman ancak o belli şeyleri de tarihsel bir sıraya koymadan, o an aklına gelen şeyler gibi sunman.
İrem: Evet öyle, sonrasında onları masaya yatırıp kurgulamak da ilginç oluyor. Bazen tek bir hikaye değil de birbiriyle bağlantılı birçok hikaye çıkıyor. Bunun için bir sunum şekli bulamadım, belki ilerde çıkar ama, aklıma takılan bir şeydi bu. Belki birbirine bağlı kitaplar halinde olabilir. Belki durmadan dallanarak devam eden bir yapı. Fotoğrafları masaya yatırıp bağlaçları kurduğumda dümdüz bir hikaye mi çıkmak zorunda yoksa ağ, harita gibi bir şey de çıkabilir mi… Harita daha anlamlı geliyor, hem pek çok farklı deneyimin aynı ağı dönüştürdüğünü düşününce zihnin çalışma şekline de benziyor. Belki başka bir kurgulama şekli gerekiyordur.
İpek: Bir yanıyla çok özgür bir iş, bir yanıyla da geçmişle bağları düşünürsek, çok bağımlı.
İrem: Geçmiş, şimdi hissettiklerimle ve bu hislerle şekillendirerek algıladığım bir şey. Unutup yeniden hatırladıkça, anlatttıkça, düşündükçe, tekrarladıkça, kaydedildiği yere dokunan yeni şeyler yaşadıkça ister istemez durmadan değişiyor, yeniden yazılıyor. Tam da bu sabitlenmiş geçmiş algısından beni kurtardığı için iyi geliyor bu çalışma şekli. Bu yüzden geçmişe bağımlı olsa da geçmişi de dönüştürebildiği için özgür hissediyorum.
İpek: turnaround'dan bahsetmek gerekirse; görsel dil olarak recall'la çok yakınlar ve adından da kaynaklı bir geçmişe bakış hali var. turnaround'a recall'ın biraz daha derinleştirilmiş hali diyebilir miyiz?
İrem: Aslında hayır diyemeyiz. biri kısa biri uzun olduğu için öyle görülüyor olabilir… recall bir anımsamaysa turnaround bir dönüşüm gibi veya recall bir ansa turnaround bir süreç gibi. ikisinde de benzer bir teknik kullandım ama turnaround henüz recall'daki bütünlüğe sahip değil, tamamlandığında neye dönüştüğünü göreceğim ben de. Ve muhtemelen serinin ismi de değişecek, ‘turnaround' sergi ve katalog için düşündüğümüz bir başlıktı.
İpek: Bir de turnaround'da, senin recall'da da olan portrenin duvara yapıştırılmış hali var. Onu gördüğümde recall da artık bir geçmişin parçası haline dönmüş gibi gelmişti bana. Artık o da irdeleniyor "bu his ne?" noktasında.
İrem: Bir yerden sonra süreç kendisini de işaret etmeye başlıyor sanırım. recall'un kitap baskısından kalan sayfalar sevgilimin evinde duvarın köşesine asılmıştı. Fotoğraflara yapabildiğimiz şeyleri hafızamıza da yapabildiğimizi düşünüyorum. Orada geçmiş bir hikayenin parçalandığını, bozulduğunu, bir şeylerin yeniden yazıldığını görmüştüm.
Diğer projelerine dair…
İpek: Biraz da diğer çalışmalarından bahsedelim istersen. Ne sen anlatıyorsun ne de haklarında çıkmış bir yazıya ulaşabiliyoruz. Bir de örneğin Impermanent'taki çoğu fotoğraf recall ve turnaround'da da var.
İrem: Seriler halinde çalışsam da, serileri birbirinden ayırmak konusunda zorlanıyorum. Belki de net sınırlarla ayırmam mümkün değil. Her bir fotoğraf pek çok anlatının bir parçası olma ihtimalini taşıyor benim için. Ortaklaşan hisler, kesişen anlatılar var. Belki çalışma şeklime uygun farklı bir sistem oluşturabilirim ilerde. Bu iki seri daha eski, recall'u oluşturmadan önceki döneme ait. O zamanlar, recall'daki gibi kurgusal bir anlatıyla uğraşmıyordum. Belli bir dizilimi olmayan fotoğraf serileri oluşturmuştum sadece. Cardiff kısa bir dönemde ve belli bir teknikle üretildiği için daha kolay ayırabiliyorum. 2008 yılında, Cardiff'te geçirdiğim 6 aylık bir sürede, polaroid spectra ile çekilmiş otoportrelerden oluşuyor. Impermanent'ta ise bir zaman sınırlaması yok, 2009′dan beri çekmeye devam ediyorum. Uzun zaman geçirdiğim insanlar ve mekanların fotoğrafları daha çok. İlişkilerdeki kırılmalara, süreksizliklere dair birikmiş fotoğraflar, içlerinde yine aile albümünden bir fotoğraf da var.
Begüm: Bir de bir kitabın daha var sitede.
İrem: Evet, "my lies are my wishes", 2005 yılında mühendislik okurken Jeffrey Baykal Rollins'ten aldığım fotoğraf dersi için yapmıştım.
Begüm: Onun bu projelerle bir bağlantısı var mı? Gerçi çok eski zamanlı bir iş ama, kitaba olan bağlılığının da temellerinden biri olmalı.
İrem: O dönem benim Jeffrey'nin sayesinde, fotoğrafa iyice tutulduğum bir zamanın başlangıcı. Fotoğrafla neden bu kadar ilgilendiğimi kendime sorduğumda hep o zamanlarda başlayan hisse geri dönüyorum. Bir şeyleri konuşmak zorunda kalmadan iletebilmek ve gündelik gerçekliklerden sıyrılabilmenin rahatlatıcı hali . ‘my lies are wishes' kitabı o dönemde çektiğim otoportrelerden oluşuyor. Jeffrey, dersinin final ödevi olarak kitap yapmamızı isteyince, bu kitabı 30 kopya olarak üretmiştim.Teknik bilgim çok çok azdı ama kötü çıkan dijital baskılardan o kadar rahatsızdım ki bir yolunu bulup ucuza ofset baskı almıştım. Cildi için de epey uğraşmıştım. Şimdi bakınca kitabın biçimi için duyduğum ilgiyi, içeriğiyle karşılaştırınca biraz fazla buluyorum.
İpek: Yine bu ara üzerine çalışmayı planladığın hayvanlar projesinden bahsetmek ister misin biraz?
İrem: Henüz yolumu bulabilmiş değilim, ama neyle ilgilendiğimi biliyorum. Hafızanın veya geçmişin sabitliğine dair varsayımlarımız gibi, hayvanlarla ilgili genel varsayımlarımız da mantıklı görünen veya sadece alışkanlıktan ibaret pek çok görüşe dayanıyor. Okuduğum bir kitapta, evrende uzaylı arayıp dururken yanı başımızdaki hayvanlara bakmayı unuttuğumuz yazıyordu. Biraz böyle bir ilgiyle başladı, ortaya çıktıkça daha çok konuşuruz.
Kitap ve duvar formatlarına dair…
İpek: Birçok fotoğraf kitabı atölyesine katıldın; ISSP, Ackerman… ve işlerini de genellikle kitap formatında sergiliyorsun. Bu formatın senin için özel bir anlamı var mı ya da ne ifade ediyor?
İrem: Kitap, insanlara ulaşmam için iyi bir mecra. İlk kitabımı yayınladığımda hiç sergim olmamıştı, belki de olmayacaktı. Kitap ile iletişim kurmaya başlamak iyi bir fikirdi ve birkaç sergi deneyiminden sonra değeri daha da arttı diyebilirim. Bir taraftan da başka bir formatta işlerimi sunabilmem için pek çok kapı açtı. Mesela ilk sergi imkanım, kitabımın Nathalie Gallon'a, Bursa'daki festival sırasında ulaşmasıyla oluştu, ve Paris'te bir sergi için teklif aldım. Sergileme konusunda henüz kitaptaki kadar iyi çalışabildiğimi düşünmüyorum. Kitapta tek başıma çalışabiliyorum fakat sergide başka insanlarla da çalışmak durumundayım. Ve karar vermekte çok daha fazla zorlanıyorum. Kitap tamamen benim kontrolümde, herhangi bir sınırlama veya beklentiye maruz kalmadan çalışabileceğim bir format. Kağıdına, boyutuna, cildine vs. karar verirken özgür hissediyorum ve deneyip görmek, değiştirmek çok daha kolay oluyor. Ayrıca sergiden çok daha fazla insana ulaşıyor ve insanların yanlarında götürüp kendi odalarında bakabildikleri bir şey oluyor. Elle tutulabilir boyutlarda olması, birebir ilişki kurulan bir nesne olması çok güzel. Sergi ile ilgili aklımda hala çok soru var, sergi mekanını anlatıya uygun bir şekilde kurgulamak başlı başına bir iş. Genelde yeterince zamanım ve imkanım olmuyor.
İpek: Çalışmalarını bulunduğun ortama göre, her farklı sergiye göre yeniden biçimlendirip sunuyorsun. Her bir sergide, mecrada baştan kurgulama hali.
İrem: En başlarda sergi mecra olarak çok yeni bir şeydi ve daha fazla ortak karar alıyordum. Sevmediğim bir şey çıkmadı ortaya ama orda sabitlenemezdim, gittikçe istediğim şeylere daha da yaklaşıyorum. Mesela Exhibist sergiside kullandığım format şimdiye kadar en içime sinen format oldu. Fotoğraflar küçüldü ve nesne olarak ayrıştılar çerçeveden. Tepkiler de aldım, yeni bir format denememi sorun olarak görenler oldu, bu beni kısıtlayan, algılarımı körelten bir şey. Bu tür beklentileri karşılayıp kendini tekrarlayan işler üretmekten korkuyorum. O yüzden sergi için farklı biçimler arayıp duruyorum. Belki zamanla belirgin biçimler ortaya çıkabilir ama sabitleneceğini sanmıyorum. Biçim, kitapta olduğu gibi sergide de çok önemli benim için.
Begüm: Belki bu Türkiye'yle alakalıdır; ben hiç yurtdışına çıkmadım ama oranın ortamı farklıdır. Türkiye'de de sanatçının tamamen kendine has bir şey üretiyor olması hala tam kabul edilebilir değil pek çok ortam için. Bizim etrafımızdaki pek çok insan aynı şeyle uğraşıyor ama bu çevrenin dışından biriyle konuştuğumda "nasıl yani, fotoğraf kitabı mı olur" diyebiliyor. Fotoğrafın kitabı olması düşüncesi sadece ünlü birinin retrospektifi ya da katalog gibi bir şey. Edebiyatta daha farklı ama. Bir de ben böyle şeylerin aşama aşama olduğunu düşünüyorum; kitap da bir aşama ve kitabı ancak çok deneyimli insanlar yapabilir algısı da var. Deneysel bir alan olarak kullanılabileceği çok düşünülmüyor.
İrem: Her yenilikte kapıları kapatan birileri oluyor ne yazık ki.
Begüm: Deneyimle özgürlük alanı iç içe geçmiş halde insanların gözünde. Halbuki şahsen sanatın en özgür olabildiği anın ona yeni başladığın zaman olduğunu düşünüyorum ben.
İrem: Oralarda hiyerarşi giriyor, pek çok alanda olduğu gibi. O yüzden de kimsenin senden bir şey beklemediği, seni yargılamadığı bir alan oluşturup orda çalışmak en iyisi. Fotoğraf okumamanın da, çoğu zaman böyle bir avantajı var. Kendini kapatmaktan bahsetmiyorum tabi ki, görmek bakmak gerek etrafta olan bitene, ama birilerinin seni dar bir alana sıkıştırmadığı bir yerde. Oysa iyi diyaloglar, arkadaşlar oldukça özgürleştirici olabiliyor.