Orta Format için yazdığım iki yazıda da fotoğraf ile ilgili fotoğrafı "yapmak" dışındaki konulardan bahsediyorum.
Diğer bir deyişle fotoğrafı okumak, eleştirmek, fotoğraf hakkında konuşmanın yanı sıra; başkalarının üretimini nasıl değerlendiriyorum, nasıl çerçeveliyorum ya da çerçeve yerine geçirgen çizgiler mi çiziyorum, diye soruyorum.
Bu yazı, İTÜ'deki Fotoğraf Buluşmaları'nda üç gün boyunca farklı şekillerde üreten sanatçıların bir araya geldiği sırada yeniden ele alınmak zorunda kalıyor. Fotoğraf hakkındaki bir seride konuşmacı olarak var olduğumda kendimi ne şekilde sunmak istediğimi düşünüyorum.
Malum –belki de değil– kendi kendini sunma, olma, oluşma gibi konulara kafa yoruyorum.
Sanatçı olmanın kurgu olan boyutunu esnetmeye çalışırken sanat üretimini kendiyle kesişen ama aynı zamanda bağımsız bir "şey" olan gören sanatçıların ayağına basmaktan çekiniyorum.
Diğer taraftan da sanat üzerine yazarken aslında başkalarının işleri hakkında konuşmanın belli bir noktada üretimi felç eden bir şey olduğunu fark ediyorum.
Şu ana kadar kurucu editörü olduğum iki proje ile kendi sanatsal üretimimin zaman çizelgesindeki kesişme noktalarına bakıyorum.
BoltArt.net'in çıkış noktasında etrafımızda kendi yaşıtımız bir sürü yaratıcı, düşünen, blog tutan, Twitter'ın suyunu çıkaran arkadaşımız vardı. Eğer bu arkadaşların hepsini arada sırada dürterek bütün bu fikirleri, etkileşimleri tek bir çatı altında toplayabilseydik ne olurdu? BoltArt.net olurdu. Oldu da. Yalnız bu yayının içinde fotoğraf çalışmaları her zaman ayrıksıydı.
İlk projeyi nasıl yayınladığımıza baktım da o bile birinin referansıymış, ben araştırma yapıp BoltArt'ın ilk fotoğrafçısı kim olacak dememişim. (Şimdi tabii üzerinde yazamayacağın, açıklayamayacağın şeyi neden yapmışsın diyorum ama bir taraftan da bu projenin ruhu, bir gecelik düşüncelerin hemen hayata geçirilmesi üzerineydi ki bu heyecanın, bu amatörlüğün projeyi beslediğine inancım hala tam.)
Editör olarak geride durma hali aslında sanatçıların kendi üretimleri hakkında en yetkin kişiler olduğu konusundaki inancımın çıkış noktası diyebilirim. Şu anda BoltArt.net'te işlerini yayınladığım birçok fotoğrafçıyla hala iletişimde olmamın nedeninin de bu giriş noktası olduğunu düşünüyorum. Her e-mailin başında, ismini X'ten aldım vardı; yazılarımla ilgili ne kadar şüphe duysalar da, en azından onları nasıl bulduğum ve neden iletişime geçtiğim konusunda rahatlardı. Bu da konuşmaya 40. dakikadan başlamıza neden oluyordu.
Tam da bu noktada ben fotoğraf çekmeyi bırakıyorum. Bunu basit olarak yorumlamam gerekirse başkalarının üretimini kendiminkinden iyi bulmam ve çekinceyle kendi iyi olacağım şeyler bulmaya çalışmam olabilir. Öte yandan da burada belki de başkalarının üretimiyle ilgili yazarken kendi üretimimin benzememesinin gerektiği, kendimi yazdığım konudan çıkarma isteği var. Diğer bir deyişle, kendi üretimimle yazdığım konunun üretimi arasında bir çizgi çekmek için kullandığım mecrayla arama mesafe koydum. Görselleri farklı şekillerde kullanırken aslında her zaman bir fotoğrafçının kaygısını taşırken zanaatim olan bu mecrayla ilişkim de romantik ve platonik olarak kaldı; hala fotoğraf makinesini kişisel amaçlarla bile elime alırken bir mesafem var.
Metehan (Özcan) ile de aramızdaki iş birlikleri, diyaloglarımız işte bu noktada benim için oldukça değerli oluyor. Metehan, BoltArt.net'te yayınlanan projelerinden sonra m-est.org‘un şu anda linki kapalı olan ilk sayısı (ilk ve son) için iş yollamıştı, daha sonra da yine projelerini farklı şekillerde çerçevelediğimizde ve en son Elipsis Galeri'deki kişisel sergisi üzerine çalıştığımızda, konuşmalarımızın temeli her zaman onun yaptığını neden yaptığı ve bunu ne şekilde açıkladığı, daha doğrusu açıklamak isterken açıklayamayıp, kişisel hikayesini anlatabilmesiydi. Özenmekten çok merakla izlediğim bu tutumu, kendi üretimimi sorgularken kullandığım bir kelime dağarcığı haline gelirken bu etkileşimi küratör-sanatçı ilişkisi olarak tanımlamak aslında bizim aramızdaki bu durumu kalıplara sokma çabamız. İş birliği kelimesindeki eş müelliflikten çok farklı olan durum, aslında git-gellerin zamanla değişmesi üzerine. Her sanatçının kendi için yaptığı şeyleri başka arkadaşları için yaptığında –baskı, scanning, işlerin kurulumu, media playerlar için galerici arkadaşlara yalvarma gibi- aslında gayriresmi olarak yaptığının kurumsal ve oturmuş yapılarda başkaları tarafından yapıldığına bir selam verme. Diğer bir deyişle, sanatçıların gittikçe fazla yalnızlaştığı, bu yalnızlaşma sırasında da profesyonel yapıların içinde kaybolması yerine sanatçıların üretkenliklerini, oldukça geniş olan yetkinliklerini birbirleriyle paylaşarak profesyonelleşmiş dikey yapıları sahiplenmeye çalışmalarını oldukça doğal bir süreç olarak görüyorum.
İsteğim sanatçıların kendi başlarına her işi yaptıklarını ima etmek asla değil; profesyonelliğe ve profesyonel olarak belli alanlarda yoğunlaşmaya, uzmanlaşmaya inancım tam. İlgimi çeken daha çok var olan diyalogları, iş birliklerini kurumsal yapıların içine enjekte ettiğimizde neler olduğu. Resmi yapıların içinde gayriresmiden çıkan şeyler girdiğinde ezelden beri zaten var olanı tekrarlamış mı oluyoruz, yoksa gayriresminin resmileşmesi naif bir fikir mi? Sonuçla süreç arasındaki ilişki ne kadar ilginç? İçini dışına vurmak sadece kendini aka çıkarmak için kullanılan bir strateji mi?