3P: Porno, Paranoya, Politika, II. Deneme

#19
Merve Ünsal
Hakkında Diğer Yazıları

Kara Kitap'ın (Orhan Pamuk) anti-kahramanı Celal Salik ile söyleşi yapmaya gelen yabancı bir televizyon kanalı, Celal'i günlerce bekledikten sonra Galip'in Celal'i Celal'den daha iyi anlatabileceğine inanmaları sonucu Galip'le konuşurlar. Galip'le yapılan söyleşiden evvel çektikleri ‘pornografik' İstanbul görüntülerinden bahsedilir. Bu ‘pornografik' İstanbul meselesine takıldım. Mekanlar nasıl pornografik olabilir? Andrea Fraser'ın sürtündüğü, kendini tatmin ettiği müze duvarları, kolonları aklıma geliyor. İstanbul'un kendisinin de pornografik bir işlevi olabilir mi?

Geçtiğimiz haftalarda Londra merkezli Crossway Foundation'ın bir projesi aracılığıyla İstanbul-Kapadokya-Ankara'yı kapsayan, 10 günlük bir gezi projesi aracılığıyla Körfez Bölgesi'nden 6 genç fotoğrafçıyı gezdirdim. Eğitim ve üretim amaçlı bu gezideki en büyük ‘sorun'lardan biri, Türkiye'nin varolan iç gıcıklayıcı imgelerine rağmen bir tecrübe yaşattırmaktı gelenlere. Diğer bir deyişle, Türkiye'ye, özellikle de İstanbul'a rağmen bir şeyler yapmaya çalışmak. Şehrin haplaştırılmış eskiyle yeninin, Doğu'yla Batı'nın sentezi olması, dev Türkiye bayrakları, nizamsızca serpiştirilmiş minareleri, çarpık kentleşmenin yan etkileri olan tuhaflıkların içinde, ‘belge' üretmek ya da parmakla işaret etmek dışında bir şey yapılabilir miydi?

James Bond filmlerindeki şehir temsiliyetlerini düşünüyorum. Venedik'in kanallarında hız yapan motorlar, Fas'ın dar sokaklarında damdan dama atlayan kötü adamlar aklıma gelen sahneler arasında. James Bond'un İstanbul'da çekilen ya da İstanbul'da geçen kısımlarından akılda kalanlar ise yine su üzerinden bakılan bir şehir, Sinan'ın camileri ve Kız Kulesi.

Buradan 90ların başında ergen hayallerimizi süsleyen Kız Kulesi Aşıkları filmine gidiyor aklım. Sualtı çekimlerinde gördüğümüz çıplak bedenler kadar ilgi çeken aslında Kız Kulesi'nin imgesinde gömülü olan haz sözü. Yakın zamanda Kördüğüm dizisinde Ali Nejat'ın Naz'a Kız Kulesi'ni kapatarak evlenme teklif etmesi ile kullanılan bu mahrem ama bir o kadar da şehir sakinleri olarak paylaştığımız fantazimiz su yüzeyine çıktı.

Çamlıca'da inşaatı son hızla süren camiinin elli bin kişiye aynı anda ev sahipliği yapabilecek olmasının ötesinde aslında en büyük işlevlerinden biri, şehrin silüetine yaptığı ekleme. Buraya ibadet etmeye gitmeyecek olanların bile burayı şehir peyzajının gözüktüğü her yerden görebilecek olmaları aslında bir müdahale olarak okunabilir. Tarihle kurulan bağ, külliye unsurunun ön plana çıkarıldığı bu cami projesi ile aslında eski bir silüeti eskinin belli yönlerini neo-İslam ile harmanlayarak yeni bir şehir inşa etme yönünde atılmış bir adım. Elias Canetti, Crowds and Power'ında iç tarihi oluştururken bütün şehrin performatif bir hale büründüğünden bahseder; şehir sakinleri de bu performansın izleyicileri konumundadırlar. Diğer bir deyişle şehir ortak bir alan olmak yerine bir performansın sahnesine dönüşür. Elli binlik izleyicisini daimi bir potansiyel olarak taşıyan Çamlıca camiisinden daha iyi bir sahne düşünülebilir mi? Şehrin dönüşümünü olmak üzere bir durum olarak tanımlayan, her ana hükmeden kuşbakışı bir yapı siyasi erkin odak noktalarını teşhir etmenin ötesinde aslında bir yön belirleyici konumuna gelir.

Ara Güler'in fotoğraf arşivini Doğuş Grubu'nun sanatçı hayattayken satın almasıyla gündeme gelen bu şehir hafızası ve şehir hafızasının kimler tarafından ne zaman ne şekilde sahiplenebileceği meselesi de aslında yine bir durum teşhisi niteliğinde. Acaba şehir bu kadar pornografik bir aleniyetle değişmiyor olsaydı, bu arşiv yine bu kadar önemli olur muydu? Tutunmaya çalıştığımız neden şehrin imgesi? İşgal edemediğimiz, sahip çıkamadığımız alanlara fotoğraflar üzerinden bir aidiyet mi hissedebiliyoruz? Pornografikleşen olmakta olan şehir mi yoksa olmasını arzuladığımız şehir mi yoksa burnumuzun ucunda olmuş değişimlerden sonra yaşadığımız hüznün ta kendisi mi?

Bu sorular çarpışırken şehrin pornografik imgesinin vardığı en hazin nokta olan Halil Altındere'nin Wonderland (2013) işini düşünüyorum. Şehrin mutenalaştırılmasını helikopter çekimleriyle estetize eden, Tahribad-ı İsyan'ın genç üyelerini şehrin duvarları üzerinde koşturan, sıkıştırılmışlık hissi sanki her zaman bir mücadeleye dönüştürülebiliyormuş gibi gösteren iş, sanatçının estetik kaygılarının şehir pornografisine dönüştüğünde ne kadar acıtabileceğinin bir örneği. Şu anda Galata Port projesi kapsamında yıkılmış olan Antrepo'da 2013 İstanbul Bienali sırasında bir video gösterimi olarak kurgulanmış olan müzik videosu, Tahribad-ı İsyan'ı da Sulukule'yi de İstanbul'un çirkef yüzünü de bir metaya dönüştürerek bir sanat izleyicisi olarak kendimi ‘kirli' hissetmeme yol açmıştı. Gezi'nin hemen sonrasıydı, çoğumuz hala şehirde biz farkında olmadan neler olup bittiğine şaşırarak bir şeyleri içselleştirmeye, kendimize alan açmaya çalışıyorduk. Bu müzik videosu da sanki servis edilen bir haptı; biraz Prozac, biraz Viagra. Tanımadığımız, muhattap olmadığımız şehir ve sakinlerini ağzımızın suyu akarak izletiyordu video çünkü güzeldi. İşte bu bağlamda da bir soru başlığı daha açarak sanatçının kendi pornografik yeteneğini apolitikleştirdiğinde neler olabileceği üzerine düşünmek istiyorum.

Devamı bir sonraki güncellemeye.