Roland Barthes'e hayranlıkla…
"Artık biliyorum ki "ayrıntı"dan başka bir punctum daha var. Artık biçime değil, ama şiddete ait olan bu yeni punctum, neomanın ("bu vardı") iç paralayıcı vurgusu ve onun salt temsili olan Zaman'dır."
Bir zaman makinem olsaydı, sadece 2 gün öncesini bile "ne güzel günlerdi" diyerek yad eden nostalji sever aklım beni fotoğraf tarihimde (evet, tarihimde; zira başkasının hikayesi beni vurduğu anda benim olmaya başlamaz mı?) birkaç ana götürür, ya da birkaç an yaratırdı mutlak. Örneğin hazırlanışını seyretmek için Talbot'un yanına, 1826′ya gitmeyi dilerdim. Arbus'un birkaç çekimine eşlik etmek isterdim; Barthes'in daktiloya kağıt yerleştirmesine tanıklık etmek, bir sohbeti sırasında yan masada gizlice oturup Sontag'ı dinlemek… Sırf "ilk"in kalp çarpıntısını tekrar yaşamak için, çok sevdiğim kimi fotoğrafçıları keşfettiğim ilk anlara dönmek isterdim.
Francesca Woodman'ı bu son sınıfa soksam, "çok" sevdiklerime yüreğim sızlar. Lakin onu incelediğim ilk güne de dönmek isterdim. Dönmek ve hayat hikayesini okumadan önce fotoğraflarını uzun uzun, teker teker incelemek… Hayatının öyle bir dönümü var ki, onu öğrendiğiniz andan itibaren fotoğrafları utandırıyor (evet, utandırıyor.), vahşileşiyor ve bitkin düşürüyor.
Geri dönüp onu kendi hayatından bağımsız inceleyebilmek isterdim; o muydu pençelerin sahibi, fotoğrafları mıydı?
Ailesinin de etkisiyle 13 gibi çok erken bir yaşta fotoğrafa başlayan Francesca, bence hayatının hiçbir döneminde fotoğraf makinesini yanında taşımamıştır; onunla sokaklara çıkıp görüntü avlamaya çalışmamıştır, "ya bir şey yakalarsam" diye düşünmemiştir. Şuna eminim ama: arkadaşlarıyla alışverişe çıktığında gördüğü bir elbiseyi sırf onunla fotoğraf çektirmek için satın almıştır ya da "Kendimi şurada çekmeliyim" diye notlar aldığı gece yarılarına defalarca uyanmıştır.
Başka türlü modeli çoğunlukla kendi olmasına rağmen aynılaşmaması mümkün değil. Sürekli olarak fotoğraf düşünen bir beyin, sürekli bir kendini yeniden keşif hali; hayran oluyorum.
Tarzı, meraklı meraklı makineyi ve kendi bedenini öğrenmeyi amaçladığı; bedeninden bir doku yaratmaya çalıştığı ilk dönem çalışmalarının ardından öğrenci değişim programıyla gittiği Roma'da olgunlaşmaya başlıyor. Bu dönemde keşfettiği ve vaktinin çoğunu geçirmeye başladığı, dönemin dadaist ve sürrealist sanatçılarının da çokça zaman geçirdiği Maldoror Kitapçısı'nın; daha Amerika'dayken hafif hafif sürrealist kokular tüten işlerinin gelişimini fazlasıyla etkilediğini söylesem yanılmam herhalde.
İlk dönemlerinde merakla başlayan ve "rüya" diyerek tanımlamaya biraz yaklaşabileceğim nesnel gerçeklikten kopuk kareler Maldoror'la beraber daha bir bilinçleniyor; artık ne yaptığının farkında bir bilinçsizlik haline kavuşuyor.
Kendisiyle ilgili kulislerde konuşulan önemli bir konu dönemin feminist sanatçılarını fazlasıyla etkilediği. Büyük kısmını 70′ler sonu-80′ler başında ürettiği fotoğraflarının, o dönemde esen feminist rüzgarlardan etkilenmemesi mümkün değil elbette; ama bunu ideolojik bir tabana dayandırmaktan ziyade içgüdüsel olarak yaptığını zannediyorum. Fotoğraflarında sürekli olarak kendi bedenini kullanması, ancak bunu kendi bedenini nesneleştirmeden yapması feminist sanatçıları fazlasıyla etkileyen bir unsur; zira toplum, kendi bedenini bu derece özgür kullanan kadınlara pek de alışık değil döneminde.
Belki de bilinçsiz olmasıdır onu bu kadar etkileyici yapan.
Belki de doğal olması; doğal hırçınlığı, özgürlüğü, merakı…
Doğal olmaya çalışan bir yapaylıktan ibaret günümüzde, yaşamaya devam etmediği için onun adına seviniyorum.
Belki de onu asıl etkileyici yapan hakikaten de şu an yaşamaması.
Ve bu konudaki düşüncemi girişte de alıntıladığım Roland Barthes, bambaşka bir hikayenin, bambaşka bir genci için başladığı sözlerinin devamında en iyi biçimde söylüyor: "Fotoğraf fena sayılmaz; genç de öyle: bu stadium'dur. Punctum ise şudur: o ölecek. Bu olacak ile bu vardı'yı aynı anda okuyorum.".
Francesca, İtalya'daki eğitiminin ardından döndüğü Amerika'da, kariyerine moda fotoğrafçılığıyla devam etmek istiyor. Ancak işleri fazla "eski moda" bulunduğu için reddediliyor (ki fotoğrafın modası kadar korkunç bir tamlama olamaz.). Ve 22 yaşında, yaşadığı apartmanın çatısından kendini atıyor.
Francesca'yı ne zaman düşünsem; kafamda fotoğraflarını çektiği gün, intihar ettiği gün ve bugün birbirine giriyor.
Bu zaman karmaşası başımı döndürüyor.