Cemre Yeşil Söyleşisi

#07
Cemre Yeşil
Hakkında
Şener Soysal - Tevfik Çağrı Dural
Hakkında Diğer Yazıları

Cemre Yeşil ile yeni sergisi "Biz Öyle Bir Şey Yaşamadık" ve diğer çalışmaları üzerine bir söyleşi.

 

"Ben Küçükken Bulutlar Maviydi" ve "Blowback" Çalışmalarına Dair…

Çağrı: İnternette eğitimin ve çalışmaların hakkında pek çok bilgiye ulaşılabiliyor. O yüzden istersen "Ben Küçükken Bulutlar Maviydi"  çalışmanın oluşum sürecini sorarak başlayalım.

Cemre: Magnum fotoğrafçısı Antonio Dagata'nın Marsilya'da düzenlediği workshop'a başvurdum ve bir şekilde seçildim. Bu, orada çıkan bir seri oldu. Ciddi bir üretim sancısı sonunda çıktı. Çünkü bir ay içinde, hiç tanımadığım bir yerde fotoğraf işi üretmem gerekiyordu. Önce, çok yabancı olduğum bu yerde fotoğraf çekmek için herhangi bir şeyin peşinden gitmek benim için çok zordu. İlk iki hafta bambaşka bir seri üzerine çalışmaya çalıştım ama bir yere gitmedi. Sokakta makinayla yürürken karşılaştığım  manzara sonucu bu fotoğrafları çekmeye başladım. Yokluğun içinden çıktı.

Fotoğrafa dönüşmesinden once, Marsilya'da sahilde gördüğüm çok çarpıcı bir manzaraydı benim için. Trambolinde oynayan çocukların rüzgarla, güneşle ve yerçekimiyle kurduğu fütursuz ilişkiyi çok kıskandım. Onu izlemek bana müthiş keyif verdi. On beş gün boyunca her gün oraya benzer saatlerde giderek yüzlerce çocuk fotoğrafı çekip bir seçki yaptım.

Şener: Biz çalışmanı ilk olarak Ufat'ta görmüştük. Başka bir yerde sergilendi mi peki?

Cemre: İMÇ'deki 5533'te, Nazlı Gürlek'in küratörlüğünde Sabancı Üniversitesi ile Hollanda'da bir okulun master öğrencilerinin ortak sergisinde yer almıştı. Temmuz sonunda da Yunanistan'da İnebahtı'da eski bir camiden dönüştürülmüş bir galeride sergilendi.

Şener: Web sitende "Blowback" çalışman da dikkatimi çekmişti. Onun da üretim aşamasından bahsedebilir misin? Bir de, insanların arkasında görünen mavilikler meydanın rengi miydi?

Cemre: New York'ta gittiğim bir ‘artist residance'ında kaldığım sürede oluştu o seri. (Artist residance; insiyatiflerin, müzelerin sadece proje üretilmesi karşılığında sanatçı için ayarladığı kalacak yer/stüdyo/dairedir.)  Yine benzer bir şekilde yabancı bir yerde olmak… Sancılı bir süreçti. Çünkü tanıdık olanın içinde yer almayı seviyorum. Ya da tanımıyorsam da ciddi bir süreçten sonra, orayla tanıştıktan sonra neyin fotoğrafını çekmek istediğime karar veriyorum. İki seri de o anlamda benzeşiyor. Uzak mesafeden, birebir ilişki kurmadan ürettiğim fotoğraflardı.

New York'taki projeyi Times Meydanı'nda çektim. Görünen mavi yer de meydandaki kaldırım aslında. Orası çok turistik bir yer, milyonlarca insan var, kimse yalnız değil ve herkes orada olmaktan çok mutlu. Oradaki yalnızlığımı çok garipsedim, çünkü herkesin yanında biri vardı. Herkes oraya gelip bir süre o kaldırıma oturuyordu. Ben de Times Meydanı'na giderek insanları belli mesafeden fotoğrafladım. Fotoğrafladığım şeye olan mesafe ve tanık olmaya çalıştığım ilişkiler bağlamında bu iki proje birbirine benziyor aslında.

Şener: Sergilemesi ve tekniği de benzerdi, ikisi de tipolojik.

Cemre: Evet, normalde hiç yapmadığım bir şeydi tipoloji aslında, ama yurtdışındayken böyle işler çıktı. ‘Uzaktayken uzakta durmak' meselesi de…

Şener: İlk gördüğümde bana Beşiktaş sahilde denize doğru oturan insanları çağrıştırmıştı. O yüzden de o maviliğin ne olduğunu sormuştum.

Çağrı: Bir yandan da çalışman bana Georg Simmel'in "Metropol kalabalığıyla kıyaslandığında, insanın kendini bu kadar yalnız, böylesine kaybolmuş hissettiği başka yer yoktur." sözünü hatırlattı. Aynı zamanda Walker Evans'ın "Girl in Fulton Street" fotoğrafını.

Cemre: Sen söyleyince aklıma geldi. Ben biraz fazla köklerimi salan bir insanım ve kolay kolay bırakamıyorum galiba. Orada hep insanlar yanlarında birileriyle gezdikleri için bana şunu düşündürdü: Dünyanın bir ucunda yalnız olmakla, orada sevdiğin biriyle birlikte olmak arasında nasıl bir fark var. Uzak neresi? O yüzden "Aslında ev ne demek?" diye sorguladığım bir dönemde bu çıktı biraz da.

 

 

"Biz Öyle Bir Şey Yaşamadık" Çalışmasına Dair…

Şener: Aslında "Biz Öyle Bir Şey Yaşamadık" da senin kök salmayı sevdiğinin ve bağlandığının bir göstergesi bana göre. Her şey fazlasıyla bizden; bize çok yakın insanlar, hayatlar, sesler…

Cemre: Evet, diğerleri çok ciddi bir görsel ve içerik mesafe ile mevzunun dışından baktığım işler iken; burada insanların evlerine, odalarına girdim. Fotoğraflarını çekmekle kalmayıp bir de onlardan hikayelerini anlatmalarını istedim. Tanıdığım ve beni tanıyan insanların fotoğraflarını çekmek bazen kendimi daha rahat hissettiriyor.

"Biz Öyle Bir Şey Yaşamadık" Sabancı Üniversitesi'nde yüksek lisans tezi olarak yaptığım çalışmamdı. Yaşadıkları bir aşk ilişkisi üzerinden fotoğraflarla kurdukları ilişkileri merak ettiğim insanların evlerine gidip onların o fotoğraflarla kurdukları ilişkilere fotoğraf çekerek tanık olmayı istedim. Her ne kadar bu insanlar benim filtremden geçmiş olsalar da birbirlerinden cinsiyet, yaş, sosyal sınıf ve yaşadıkları ilişkiler bağlamından farklı olmalarını sağlamaya çalıştım.

Şener: Serginin tamamı bu kadar mı yoksa bitirme tezinde başka insanların fotoğrafları da var mı?

Cemre: Toplam 14 kişi (ev) var. Tez metni ise biraz daha fotoğraf tarihi ve fotoğraf doğası üzerinden iki kişilik anı fotoğraflarını inceliyor. İnsanların niye böyle bir ihtiyacı olabileceğini; bunun hem tarihsel hem de psikolojik sürecini ve kullanım alanlarını anlamaya çalışıyor diyebilirim.

İnsanın aşk yaşamı ve anı fotoğrafı ilişkilendiriliyor tezimde. İkisi de insana bir şey vaat eden ve insana yaşadığını hissettiren şeylermiş gibi geliyor. Sanki o fotoğraf olmazsa o şeyi yaşamamışız.

Şener: Bana bu çok ilginç geliyor: Anı fotoğraflarını evin içinde çok farklı şekillerde kullanıyoruz, buzdolabının üstünden gardroptaki aynanın kenarına kadar… Tezde bunun hakkında bir bölüm var mı?

Cemre: Yaşam alanımızda özellikle iki kişilik anı fotoğraflarını nerde, nasıl, ne sıklıkta ve ne biçimde konumlandırıyoruz gibi bir bölüm var. Bu konu ile ilgili düşünmüş kişilerden alıntılar yaparak ve bu fotoğraf çekimlerinde neyin nerede olduğuna dair notlar alarak yazdım. Neticede bu "14 kişinin 3'ü şöyle kullanıyordu." diye istatistik çıkarabileceğiniz bir şey değil. Belli bir sınıf üzerinden genelleme yapabileceğiniz bir şey de değil. Çok kişisel.

Bir şehre gidip denizi gördüğünüz zaman onunla tanışmış olursunuz ya, evdeki fotoğraflar da benim için biraz öyle. Gidiyorsun ve biraz bakınca o insanın hayatına   tanıklık ediniyorsun gibi geliyor.

Mesela bu 10 numarada, gittiğim evde hiç bir fotoğraf yoktu ortada. Bu da çıktı yani, evinde hiç fotoğraf koymayı tercih etmeyen birileri de varmış diye düşündüm. Sergide de "düştü mü, yandı mı, çalındı mı?" diye sorular geliyordu. Gerçi sesleri dinleyince anlıyordunuz, ama belki de seyircinin sabrını biraz zorluyordu sesler.

 

 

Çağrı: Malum, metinle birlikte ses kayıtları ve bu fotoğraf serisi tezinin bir parçası. Hocalarına nasıl sundun peki?

Cemre: Jüride Murat Germen, Orhan Cem Çetin, Ahu Antmen, Selim Birsel ve Can Altay vardı. Jüriyi, sergiyi burada kurduktan sonra yaptık. Bir de tez metni üzerinden bir sunum yaptım.

Çağrı: Bildiğim kadarıyla sen GFİ'de sergilemek istedin özellikle.

Cemre: Aslında Sabancı bünyesinde olduğu için okulda açabilirdim. Ama Tuzla şehirden uzakta ve yaptığımız şey şehirde daha canlı oluyor. Galerilerin bu işi sahiplenmeyeceği de belliydi. Ayrıca bu işin doğasına da çok uygun gelmedi. Bir şekilde buraya geldim ve mekan da hoşuma gitti. Bir yandan buranın dağınık mütevaziliği, bir yandan da serginin sterilliği arasındaki karşıtlık ilgimi çekti. Biçimsel olarak da uygun geldi açıkçası. Onların yaklaşımı da benim için çok davetkardı.

Çağrı: Büyük ve ‘steril' olan yerler bize yakın gelmiyor galiba.

 

"Cut" Çalışmasına Dair…

Çağrı: Kadın sünnetini ilk defa "Cut" projende gördüm. İnsan biyolojik olarak da merak ediyor, kültürel olarak da. İki açıdan da biraz anlatabilir misin?

Cemre: Oldukça hassas bir konu aslında. Benim kişisel olarak çok merak ettiğim bir sorunun peşinden yaptığım bir iş oldu. Bunu gerçekten yaşamış bir kadının hayatı nasıl? Cinsel organı kesilmiş ya da zarar görmüş bir kadın nasıl hayatta kalır? Nasıl bir cinselliği olur, nasıl bir anne olur, nasıl bir eş olur? Hikayesi nedir?

Ben aslında bu geleneğin çok dışında biri olarak bu projeyi bir aktivist tavırla ya da bir şeyleri değiştirmek için yapılan bir fotoğraf dökümantasyonu olarak tanımlamadım. Sadece bunu merak ettim ve bu geleneğin olduğu bir coğrafyada bunun nasıl yaşandığını merak edip Senegal ve Gambia'ya gittim. Bunu da Bilgi Üniversitesi'nde fotoğraf okurken bitirme projesi olarak yaptım.

Oraya ne yapacağımı hiç bilmeden,bir  fotoğraf makinası ve bir ses kayıt cihazıyla gittim. Döndüğümde elimde videolar, fotoğraflar, yazılar, notlar gibi bir külliyat vardı. Bu külliyat da 35 dakikalık bir film ve fotoğraf,metin ve illustrasyonların olduğu bir kitap haline döndü.

Kadın sünnetiyle ilgili olarak çok ayrı bakış açıları var. Benim duruşum öncelikle, herşeyin ötesinde konuya dışarıdan bakan biri olarak bunun ‘kötü' bir şey olduğunu söylemeye çalışmamaktı. Çünkü bu tavrı biraz ‘oryantalist' buluyorum. Bu kadar dışarıdan bir yerden başka bir coğrafyanın geleneğine saldırmanın sadece batılılaşma yönünde bir zorlama olduğunu düşünüyorum. Zaten hepimize, batı toplumuna bu geleneğin ne kadar "korkunç" göründüğü aşikar. Bunun tersini söylemek imkansız. Ama bu söylemle hiç bir şeyi değiştiremediğiniz gibi aksine o kültürü çok daha dışarıda bıraktığımızı düşünüyorum.

Bunun tamamen bir gelenek olduğunu düşünüyorum. Hristiyan'ın evine noelde ağaç koymasından pek farklı değil. Şöyle ki; toplumun bu geleneği algılayış ve yaşayış biçiminden bahsediyorum. Tabi ki birinin hiç bir yaptırımı yokken, diğeri insan ölümüne sebep olabiliyor ancak o toplumun doğru olanı yapmak konusundaki inancı üzerinden bu iki geleneğin tamamen aynı olduğunu söylemek mümkün. Bunu hep söyliyorum, konuyla ilgili okuduğum bir makalede şöyle bir örnek vardı: Batılı bir insana "Dişçiye gitme, dişçiye gidersen ölebilirsin, dişçiye gitmek senin insan haklarına aykırı" demek nasıl bize anlamsız geliyorsa, geleneğin uygulandığı toplumlara da bu mevzu bu derece anlamsız geliyordu.

Bir takım kadın çalışmalarında bu görüşümü paylaştığımda çok ciddi tepkiler de aldığım oldu. Sadece şöyle düşünüyorum. Oralı olmayan biri olarak ‘Aman allahım ne kadar korkunç ! ' diye bahsedebilecek insanın ben (ya da toplum olarak biz)  olmadığını düşünüyorum. Özünde bir annenin kızını sevdiği için, toplumdan dışlanmamasını sağlamak için uyguladığı bir gelenek. Onu sevdiği için sünnet ettiriyor. Ama bu geleneği bırakmak ciddi bir toplumsal değişim gerektiriyor ve Batı Afrika'da bir çok ülke şu an ciddi bir değişim sürecindeler.

Benim gittiğim yerlerde çok ciddi bir şekilde bu konuda çalışmalar vardı. Sivil toplum örgütlerine bir yere kadar inanabilen biriyken orada Tostan adlı örgütün ciddi bir şekilde değişime katkıda bulunduklarını söylemek mümkün. Ben de onlardan destek aldım.

 

 

Çağrı: Ölüme sebebiyet vermesi neden peki? Sağlıksız koşullarda yapıldığı için mi?

Cemre: Dünya Sağlık Örgütü kadın sünnetinin dört ayrı çeşidi olduğunu söylüyor. Birinde klitorisi kesiliyor, birinde tamamen dikiliyor. Farklı kabilelere göre bir sürü çeşidi var. Köye sünnetçi bir kadın gelir ve belli bir yaş aralığındaki tüm kızları aynı jiletle sünnet eder. Zaten hijyenik olarak zor koşullar olduğu için ölüm ihtimali yüksek. Onun dışında kan kaybı, enfeksiyon, vs. bir çok sebebi olabiliyor.

Çağrı: Ciddi bir fark gördün mü peki o kadınların yaşamlarında?

Cemre: Tabii ki var. Konuyla ilgili konuşunca bu çok açıkça ortaya çıkıyor.  Bir çok kadın Mandinka geleneğinin onlardan bir şeyler alıp götürmüş olduğunu söyleyip ve giden şeylerin asla geri gelmeyeceğini düşünerek yaşıyorlar. Aslında geleneğin kökeni erkek egemen toplumdur. En ilkel açıklaması şu olabilir: Bir kadının klitorisi varsa çok daha kolay uyarılır ve onu kesersek karımız başkasıyla ilişkiye geçmez ve bize sadık kalır. Tamamen erkeğin toplumdaki yeriyle ilgili bir şey.

 

İnternet sitesine dair…

Şener: Çalışmalarla ilgili konuştuk ama ben bir şey daha merak ediyorum. Genelde fotoğrafçılar internet sitesi yaptıklarında genellikle sadece gözde işlerini koyuyorlar ve geri kalan her şeyi kaldırıyorlar. Ama sende kocaman bir liste var. Tüm projelerini görebiliyoruz. Benim açımdan çok keyifli oluyor ama bu konuda bir sıkıntı yaşıyor musun?

Cemre:  Bazen kıyamıyorum. "İnsanlar benim fotoğraflarıma bakmak istiyorlarsa bunu da görsünler" durumundan kurtulamıyorum ama bunu öğrenmeye çalışıyorum. Bir çok fotoğrafçının web sitesine girdiğinizde bir kaç seri görüyorsunuz. Onun bir görsel dili oluyor. Benim de biraz azaltmam gerek gibi…

Bir de işlerimin tamamının ortak bir görsel dili olduğunu düşünmüyorum. Belki o da bir sebep olabilir, benzer dilde olan seriler daha çok olsa belki daha kolay bir seçki yapardım.

Çağrı: Hangi yıldan beri yaptığın işler orada?

Cemre: Yaklaşık yedi senedir yaptığım işler var. Orhan Cem Çetin'in derste ödev olarak verdiği bir seri bile var. Biraz daha seçmem gerekecek galiba. Ama sen böyle deyince hoşuma da gitti açıkçası. Bakalım…