Coşkun Aşar ile Blackout'a Dair

#25
Coşkun Aşar
Hakkında
Şener Soysal
Hakkında

 

 

Şener: Öncelikle ilgi alanlarınızdan, üretme motivasyonunuzdan bahsedebilir misiniz?

Coşkun: Birbirine yakın belli konular üzerine ilgim olduğunu söyleyebilirim, bunlar da biraz eğitim altyapısından geliyor. Sinema okudum aslında ama fakültem iletişimdi ve orada gazetecilik formasyonu da alma fırsatım oldu. Sinema için başladığım bir alandı fotoğraf; ancak sonrasında fotoğrafın tek başına yapılabilirliği, yalnızlığı beni çok cezbetti. Başladıktan sonra da ciddi biçimde beni sardı ve devam ettim. Tabii gazetecilik formasyonu ve fotojurnalizm eğitimi bana meselelere daha eleştirel bakmayı ve merak etmeyi öğretti.

Kitap ise aslında uzun süredir çalıştığım, birbiriyle konuşan, birbiriyle teması olan konuların bir müddet sonra benim üzerimden bir hikayeye dönüşmesi şeklinde oldu. İstanbul'un biraz daha karanlık yüzünü ele alan, orada yaşayan, orada yaşanılan meseleler üzerinden ortaya çıktı. Blackout'un içerisinde yaklaşık olarak 4 ayrı katman var. Bu katmanlar zaman zaman uzun soluklu olarak içinde bulunduğum farklı hikayeler ve konular olarak üzerine çalıştığım meseleler, yaşadığım yerlerle ilgiliydi ve bunları bir araya getirmek de, zaman içerisinde dönüp baktığımda aslında hepsinin benim üzerimden bir hikaye anlatmasıydı.

Şener: Web sitenizde de yer alan projeleriniz bahsettiğiniz katmanlar, değil mi?

Coşkun: Aynen öyle. Blackout'un içindeki konular çok uzun soluklu çalışılmış konulardı. Şu anda hali hazırda geri dönüp baktığımızda çok hızlı yok olan bir şehrin, yok olan tarafları da yine bu kitabın içinde. Çok kısa zaman aralıklarıyla olan şeyler bunlar, çok hızlı bir değişim ve dönüşüm var. Bu da açıkçası bazı şeylerin önemini ortaya çıkarıyor. O değerin farkına vardıktan sonra onu önemsemeden, "Yapayım, çıkayım, devam edeyim" şeklinde yaklaşamıyorum. Onun hak ettiği zamanı vermek gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden bu kitabın çıkışından önce bu katmanların ortaya çıkış süreçleri önemli tabi.

Ama şu da bir gerçek ki artık objektivizm diye bir şey yok, hepimiz subjektif varlıklarız ve kendi durduğumuz noktadan bir şekilde taraf oluyoruz. Ya da öğrendiklerimizle, kendi yargılarımızla, tutum ve kanaatlerimizle bir şekilde bir şeylere belli bir perspektiften bakıyoruz. O zaman da o hikayemiz oradan oluyor. Bunun böyle olması da çok doğal. Orada edindiğin deneyim aslında hikayelerin özünü oluşturan. Yoksa dünyayı yeniden keşfetmiyoruz, bu hikayeler belki de yüzlerce kere yapıldı burada önemli olan nokta insanın kendini o hikaye içerisinde keşfetmesi. Benim zamanla keşfettiğim şey buydu ve kitap da bunun üzerinden şekillendi. Kitabın bir araya gelmesinde tamamen doğal bir şekilde, organik bir şekilde konuların mekansal paylaşımı ve içinde yaşadığım hayatın içerisinde o konuların da birbiriyle karşılaşması, iletişimi olması söz konusuydu. Bu yüzden bir araya getirdiğim şeyin çok uzun bir süreci var ama kitabın form olarak ortaya çıkışı iki yıl. Tasarımında da tasarımcıyla beraber her şeyde çalıştım. Öğretici ve önemli bir süreçti benim açımdan. Uzun sürmesi her ne kadar yorucu olsa da. Bazen herkesin tamam dediği yerde senin işin başlıyor, o senin öznel ve takıntılı halin ve o işe de bir şey veriyor.

Ş: İki yıl bir yandan uzun bir süre ama bir yandan da 17-18 yıllık bir arşivi taramak için kısa bir süre.

C: O kadarlık çalışmadan bir kitap çıkaracaksınız ve 74 fotoğraf var içinde. Yoğun bir hikaye anlatıyorsunuz ve gerçekten zor bir seçim süreci. "Kill Your Darling" meselesi vardır ya hani, oldukça yoğun bir cinayet süreci işlendi bu kitabı yaparken. Ama aslında bir şeyleri bir araya getirirken belli bir ahenk içinde, dil birliğiyle, çok da doğrusal olmayan yöntemlerle anlatmaya çalıştığım bir hikaye bu. Çünkü hayat paralel yürüyor. Durduğumuz yerde bize doğrusal gelebiliyor ama yan tarafa baktığımızda orada sizin yanı başınızda başka bir hayat da sizinkine paralel biçimde devam ediyor. Ben bu kitabı yaparken aslında içinde yaşadığım hikayeler ve ürettiğim bütün bu işlerden paralel yaşamları da içeren bir doğrusallık yakalamaya çalıştım ve bu hikayenin aslında dramatik yapısını oluşturdu. Fotoğraf biraz da sizden çıktıktan sonra da yoruma açık, kendi hikayelerine ve yorumlarına izin veren bir hal alabiliyor ve bu da çok doğal bir şey. Burada da bu şekilde açık uçlu, direkt hiçbir şeye referans vermeyen, belki de 18 yılın içinde bir gecenin hikayesini anlatan bir şey var. Çok konsantre bir şey.

Ş: Evet, kitabın arkasında süreçle ilgili bir bilgi olmasa hikayenin ne kadar sürede oluşturulduğunu fotoğraflardan anlamak çok mümkün değil.

C: Tabii. İçinde referans olabilecek belki de tek bir şey var, bir polis arabası. Fotoğraflarımda bilgi vermeyi her zaman sevmiyorum, aslında tam da fotojurnalizmin tersi, 5N1K'nın tersi bu tutum. Ama bazen soru sormak cevap vermekten daha güçlü oluyor. Fotojurnalizmde de aynı hikaye mevcut; gerçekle, yalanla, manipülasyonla bir sürü şey mümkün. Bu yüzden bence işin samimiyeti önemli. Ne anlatmaya çalışıyorsunuz ve bunu nasıl yapıyorsunuz.

Ş: Kesinlikle samimiyet çok önemli. Sizin çalışmalarınızda da Taksim'de yaşamış olmanız ve hayatınızın zaten bunun üzerinden kurgulanmasından dolayı aynı samimiyet görünüyor.

C: Evet, bir sokak ötesi benim hayatım. Orada yaşıyorum, orada oturuyorum; ilk başladığım hikayelerden biri de sokak çocuklarıydı ve o zaman Taksim'e çok yakın bir yerde okuyordum ve hayatım orada geçiyordu. Gece onlarla beraber bankamatiklerde yatıp kalkıyordum. Tanıklığı kendi filtrenizden geçiriyorsunuz ve ona özgünlüğü katan da bu filtre. Kendi içinden geçirdiğin andan itibaren parmak izini bırakıyorsun. Bütün mesele de orada geçiyor.

 

 

Ş: Buradaki işlerin sergilenmeyip kitaba dönüşmesi bana anlatım dili olarak daha cazip geliyor. Herhalde sergide görsem bazı işler daha büyük basılıp daha vurucu hale getirilmeye çalışılacak ve bambaşka bir yere gidecekti. Ancak kitapta her şey çok lineer ve birbirini takip ediyor, hiçbiri doğrudan öne çıkmıyor ve tamamında bir hikaye görmüş oluyoruz. Bu işe baktığımda bana etkileyici gösteren bir artı idi.

C: Bütün yaptığımız işlerde limitlerimiz var. Bir şey kolaylaşırken bir diğeri zorlaşabilir. Klasik anlayışta fotoğrafların bölünmemesi, kitabın yapım ve maliyeti açısından bazı tekniklerin kullanılamaması gibi sıkıntılar var. Frederic Lezmi ve Okay Karadayılar ile ortak bir çalışma kurduk, çok da iyi bir çalışmaydı, ikisi de işinin ehli. Ortak çalışmaya da açık insanlar olmaları benim için çok önemliydi. Ben işimi teslim edip bırakabilecek bir yapıda değilim, bu yüzden uzun ve meşakkatli olsa da böyle bir çalışmayı tercih ediyorum. Sonunda da mutlu bir yere vardı. Klasik bir fotoğraf kitabı gibi fotoğrafları bütün göreyim gibi bir sıkıntı oldu ama bu baştan beri düşündüğüm bir şeydi. Çünkü dışarıya da taşabiliyor, kendi içerisinde başka bir çerçeve ile sınırlandırmıyor. Ayrıca format olarak yatay kitapları pek sevmiyorum, albüm hissi veriyor. Bu yüzden dikey bir formatta olması iyiydi, ancak fotoğraflarımın çoğu yatay. Fotoğrafların çoğunda da ilgi odaklarının ortada oluşu gibi bir sıkıntı yaşadık. Fakat bu bir kitap ve bu bölünmeler bazen fotoğrafı iki fotoğraf gibi algılatma özelliğine de sahip. Kitabın kendi dili de oluştu. Bazı yerlerde rahatsız edici şeyler oldu ama o riski göze aldık. Bir şey kaybederken başka bir şeyi kazanıyorsun, bunları hep göz önünde bulundurduk ama %95 oranında mutlu sona ulaştık. Gelen tepkiler de çok güzeldi. Hali hazırda PhotoEspana 2018 The Best Photography Book of the Year ödülünde self-Publish kategorisinde on kitapla birlikte son seçkiye kaldı. Şu an Biblioteca Nacional de Espana 2'da sergileniyor. Slovenya'daki The Angry Bat Photobook Award 2018'de Juri özel ödülü aldı.

Farklı katmanlardan, farklı kitlelerden bir çok insanla bir araya geldiğimde; belli ortak noktalarım ve kişisel bakış açılarını gözlüyorum ve oradan Türkiye'yi bilenlerin bir kısmından gelen yorumlar da gerçekten artık geri dönemeyeceğimiz bir noktada bir virgül atmak gibi geldi. Çünkü hayatımız çok hızlı değişiyor ve dönüşüyor. Fotoğrafın handikapları git gide büyüyor. Bugün hayatımız paranoyaklaşmaya başladı, ben fotoğrafa başladığımda fotoğraf makinesi sempatik bir aletti, şimdi antipatik bir alet. Bu yüzden kendimi de şanslı hissediyorum, ben sokakta direkt fotoğraf çeken bir insan değilim ve gerçekten merak ettiğim bir yerde yaşayarak, orada büyüyerek, öğrenerek iş üretiyorum. Fotoğraf çekmek benim için bir öğrenme biçimi esas olarak. Dokunmak, koklamak gibi bir duyu. Çünkü bir şeyi merak ederek ilerliyorum. Anlattığınız şeyin derinliği, duygu yoğunluğu, kendi içerisinde özgün olması; ona güzellikten farklı bir boyut katıyor. Uzun süre çalışmanın, içinde olmanın, yaşamanın öğretici kısımları da bu. Önce dolmak gerekiyor. Bir bardağa koyduğunuz su nasıl dolunca taşıyorsa ben de bu süreci yaşıyorum. Bu kitapta benden taşan şey. Kendi açımdan şunu söylemeliyim; ilgi duyduğum, çalıştığım konuların bana çekici gelmesi gerekiyor. Sokağa çıkayım, fotoğraf çekeyimden farklı bir şey. Bana çekici gelen nedir, ilginç bir şekilde bilmediğimiz ve merak ettiğimiz, hatta biraz korktuğumuz şeyler. Korkunun, yasağın çekiciliği başka bir şey. O kırılma noktası da merak ve korkunun üzerine gitmek gibi bir şey.

Ş: Sanırım bu anlattığınız şeylerden ötürü bu kitap ya da sizin ürettiğiniz şeyler, toplumun bilip de bilmezden geldiği şeyleri dikte etmeye, göze batırmaya, vurgulamaya çalışmıyor. Sadece bu var ve siz de bunun içinden geçip bir arşiv oluşturmuşsunuz gibi geliyor. Bu taşma tabiri bu yüzden güzel. Belli bir tortu dışarıda kalıyor ve insanlarla paylaşıyorsunuz. Ama bardağı döküp "Bakın bunlar var, buradalar" demiyorsunuz.

C: Ben günlük tutmayı çok istedim ve fotoğraftan sonra bunu biraz yapabildiğimi düşündüm. Belki benim ilgim de buradan geldi. Fotoğraf çekmeseydim yazardım diye düşünüyorum. Bu kadar şeyi yaşıyorsam, tanıklığım oluyorsa, bir şekilde onu kaydetmen gerekiyor. Çünkü hafıza unutuyor. Fotoğraf çok keskin. Bir kontak senin bir şeye nasıl yaklaştığını, ruh halinin nasıl olduğunu, nerede olduğunu, kiminle olduğunu, nerede ne yapıp nereye gittiğini, ne kadar korktuğunu, nasıl yaklaştığını gösteriyor.

Ş: Güzel bir hatırlama mekanizması.

C: Her fotoğraf zip edilmiş bir şekilde ve sen oradan yola çıkıp arkasına gidebiliyorsun, çünkü senin hafızan bir taraftan onunla bir başlangıç noktası yaratıyor.

Ş: Ben şu anda instagram'a bu şekilde yaklaşıyorum. Birinin çektiğim ve paylaştığım bir şeyden bir etkileşim alması önemli değil ama geriye gittiğimde gördüğüm şeyler beni etkiliyor. 3 yıl önce ben bununla ilintili olarak şunları yapmışım diye o etiketlemeyi sağlıyor.

C: Şeyi düşün, son çektiğin fotoğraf oraya kadar geldiğin bütün süreci üzerinde taşıyor. Bu da hafızanın bir yerde çok sıkıştırılmış bir şekilde kayıt almasını sağlıyor, sen oradan çözebiliyorsun. Bu çözümlemeler sende gerçekçi hafızalara geri dönmek gibi olsa da başkaları için de oraya baktığında kendinden, geçmişinden bir şeyleri çözmesine vesile olabilir. Kare içine sıkıştırılan şey iyi sıkıştırıldıysa farklı okumalara imkan veriyor.

 

 

Ş: Blackout ismi nasıl ortaya çıktı?

C: Blackout'un İngilizce'deki anlamı karartma. İki farklı anlamda derinliği var, öncelikle pasif bir savunma biçimi. Özellikle savaş zamanlarında gece evlerin ışıkları karartılarak düşmandan korunmayı sağlayan bir savunma biçimi. Blackout bu anlamda bir izolasyon yaratır içerideki ışık ve dışarıdaki karanlık arasında. İkincisi kendinden geçme ve bilincin başka bir boyuta kayması, hatırlamama, o hatırlamama zamanında nerede olduğunla ilgili bir şey. Biraz o tarafı kendimle de ilgiliydi. Bu bir yandan da benim Blackout'um.

Blackout aslında mekansal bir yere oturuyor, ama bu Calvino'nun Görünmez Kentleri'ndeki gibi bir şehir parçası, bir yer burası. Içinde yaşayanları var, oranın sakinleri var. Aslında küresel bir şey. İçindeki yaşam dışarıdan görünmüyor. Bir taraftan görünmek istemiyorlar, diğer taraftan da gerçekten o görünmeme isteğinin onlara büyük bir özgürlük yarattığı bir alan yaratması. Mesela belki benim işlerimi yakından bilen insanlar tek tek bu katmanları ayırabilir. Ama bu bakış açısından çıkıp kitaba bir bütün olarak bakan diğer herkes için, içerideki bireylerin tek tek kimliklerinin ve ait oldukları sosyal toplulukların bir önemi kalmıyor. Çünkü gerçekten de hayat böyle bir şey, insanları ayrıştıran bizleriz. Bazen hikayenin bütününe bakmak gerek. Ben de kendi işlerime dönüp böyle bakabildiğim için bir ritm yakalayabildim ve insanlara kimliklerinden ötürü değil; o yerin sakinleri olarak ve birbirleriyle gerçekten de ilişkileri olduğu için böyle bir hikaye kurdum.

Bu arada şöyle şeyler de geldi başıma. Bu kitabı ilk olarak 12 dummy olarak paylaştım. Her biri farklı, çok küçükten büyüğe, elde yapıştırarak yaptım. İlk dummylerden bir tanesini 9 saat evde kahve içerek yapıştırdım ve onunla 3.5 ay bir yolculuk yaptım. Tamamen benim alışkın olduğum dünyadan farklı bir yere, Latin Amerika'da Buenos Aires'ten başlayıp Meksika'ya kadar bir yolculuk. Ve o yolculukta insanlarla paylaştım bunu. İlla da fotoğrafla alakalı olması gerekmiyor bakan insanların. Saf bir şekilde insanların karşılaşmasını seyrettim.

Bir iz bırakıyorsun geride. İnsanların bu kitaba bakıp, okuyup, görüp; bundan gerçekten de kişisel, tek başına bir şeyler alabilmesi bence önemli bir elde edinim. Bu yüzden çok kitlelere yönelik, sansasyonel şeylere yönelmiyorum. Anlık tepkiler, anlık yükselişler çok ilgimi çekmedi hayatta. Yapabilirdim, çektiğim şeylerle bunları doğru zamanda doğru yerde de yayınlayabilirdim ki gazetecilik anlayışını benimsemiş ve öyle bir eğitim almış; doğru zaman, doğru yer, doğru şekilde bir konuya girersen spekülatif bir şekilde bunu sunarsan gayet popüler bir geri dönüş alabilirsin. Bunlarla ilgilenmemeyi ve bunlara kulağımı tıkamayı, hayata kendimi iyi hissedecek şekilde bakmayı çok önemsedim. O yüzden de şizofrenik bir hayatım oldu. Hayatta kalmak ve üretmek arasında. Bu yüzden de zorlaşan bir hayatımız var. Buna üretim açısından daha farklı çözümler bulabiliriz. Ben 10-15 yıl önce de kitap çıkartabilirdim, ama bundan hiçbir pişmanlığım yok. Hayatım boyunca 3 tane kitabım olsun ama hepsiyle barışık olayım, niye bunu yaptım demeyeyim.

Ş: Benim anladığım kadarıyla siz zaten ürettiğiniz şeylerle hayatta kalmanızı sağlayan şeyleri ayırmış oluyorsunuz. Bunun da şöyle bir artısı var, zaten sanat piyasası da düzgün işleyen veya mantığı olan bir şey kesinlikle değil.

C: Önemi yok. Sen fark et ya da etme; gönüllü ol ya da olma, satılacak bir şeyin, satış amacıyla piyasaya çıkışı olan şeyi fark ediyorsun. Bir galeriyle bu şekilde çalışmama kararı aldım, zaten öncesinde de yoktu galerim. Minimal yaşıyorum hayatta, çok da fazla bir şeyim yok, ama çok fazla bir şeye ihtiyacım da yok. İhtiyacım olan her şeye hemen hemen sahibim. Mutlaka eksikler vardır, ama azla yaşamayı öğrenirsen o zaman biraz daha barışık oluyorsun. Üretimin yavaş ama seni tatmin eden bir üretimse bence bir sıkıntı yok. Kitabı cebimden bir para vererek, kredi alarak yaptım. Bir şekilde bastım kitabı. Basarsın da. Zamanında bu kitaba sponsor olmak isteyenler oldu, bir sürü farklı yayıncı da oldu. Ama birçok şeyi atladım. Ama düşünsene, 20 seneye yayılan bir iş yapıyorsun ve sadece küçücük bir prodüksiyon parasıyla bütün işe hakim olabilecek bir hareket yapıyorsun. Kitabın arkasına küçücük bir logo bile konulmasına karşıydım ve yaptırmadım. Çünkü bunun üzerinde onların ödeyemeyeceği kadar büyük bir emek var. Bu kitap bir süre sonra kendi parasını öyle ya da böyle çıkartır, kara geçmesi zaten söz konusu değil, kitaptan para kazanamazsın ama geriye düzgün bir kitap bırakmak önemli bir şey. Hiçbir şeye karışılmasa bile arkaya bir logo koymak istemedim. Bir yayıncı olabilirdi, yayıncılar konusunda da vardı bazı seçenekler ama ilk kitaplarda onlar da ticari olarak bakıyorlar, satıp satamayacağına bakıyorlar. İyi promote edecek büyük bir yayıncıyla çalışırsan o riski alabilirsin, ama birine bütün haklarını verip biraz kitap alıp, prodüksiyon parasını da cepten verip ortada kalmak istemem. Şu an gerçekten yaptığım şeyle mutluyum. Dediğim gibi, hayatta nasıl ekmek yediğimin çok önemi yok ama ürettiğim şeye kimsenin ne elinin ne dilinin ne de maddi açıdan fikrinin uzanmasını hoş bulmuyorum. İşime hakim olmak istiyorum.

 

 

Ş: Uzun süre Taksim'de yaşadınız ve bu kitabı oluşturan projeler ortaya çıktı. Şimdi ise Taksim'den Beykoz'a taşındınız, bir yandan seyahatler de var. Bundan sonraki üretim pratiği için aklınızda bir şey var mı? Kitap ya da doğrudan hammadde konusunda. Bu biraz dönüşüyor mu, bunu da merak ediyorum.

C: Tabi dönüşüyor. Hayatta gittiğiniz yollarla beraber bunlar da dönüşüyor. Ben hep hayatımın belli dönemlerinde yolculuklar ettim, bazı yolculuklarda sadece notlar aldım, bazen sadece deneyimledim. Kameranın arkasında kaldığınız zaman ilk defa gittiğiniz bir yerde size ilginç gelen ilk intibalar olabilir, ama bunları fotoğrafa dönüştürmek benim her zaman çok hoşuma gitmedi. İlk önce o yaşamla ilgili bir bağ kurmak ve orayla ilgili bir tecrübe ve deneyim elde etmek. Tanıklık meselesini kameraya çok yoğunlaştığınız zaman bazen kaçırabiliyorsunuz. Bazen çekemiyorum, içine girmek gerekiyor. Bir yeri ilk defa gördüğünüzde notunu alıyorsunuz ama bunlar dokunmak gibi. Birkaç defa gitmek, birkaç defa uğramak gerekiyor. Size çekici gelen bir tarafını bulmak gerekiyor. Mesela bir seyahat planım varsa o seyahatte biraz da her yerde ortaklıklar üzerinden, duygular üzerinden, mekanı ortadan kaldırarak; farklı mekanlarda çekilse de tek bir mekanmış gibi gösterilebilen ya da onları bir duyguda birleştiren şeyler üzerine konsantre oluyorum. Her yerde çekebileceğin şeyler. Böyle dönüşümler yaşıyorum.

Ş: Yol üstünde olacaksınız ama yine mekansız ve zamansız.

C: Evet, biraz öyle. Her yerde çekebileceğim şeylere de kafam çalışıyor. Fotoğraf çekmek kafanızın içinde dönen hikayeler, sorular, sorunlar, takıntılarla ilişkili olduğu için bunu işlemek adına Zimbabwe'ye gitmeye gerek yok. Ya da Zimbabwe'ye gittiğinde de kendinle ilgili bir şey bulabilirsin. Küba'ya gitsem, Hindistan'a gitsem büyük ihtimalle fotoğraf çekmem. Tabi bilinen anlamda diyorum. Var çekilmiş bir sürü fotoğraf öyle. Eğer ki gerçekten bir şey bana ciddi olarak çekici gelmiyorsa (çekicilik de renkle biçimle ilgili değil.) benim takıntılı olduğum, merak ettiğim, farklı kültürde de olsak aynılıklarımızla ilgili bir şey olabilir. Insani bir noktayla ilgili. Mekanı anlatan şeyin, mekanın kendisiyle ilgili olmayacağı bir durum. O yüzden de artık belli yerlerde belli şeylere de konsantre olabilirim, ama her yerde kafamın içinde, bende olan bir şeyi görüp de orada da bir şeyler üretebilir ve onları bir araya getirebilirim. Biraz ucu açık göçebelikle beraber. Her yerde olabilirim, her şeyin içinde olabilirim. Ve gerçekten bazen çok çekingen olabilirim, bazen de çok derine gidebiliyorum. Bu insani bir süreç, neyi görüp neyle karşılacağımla da ilgili...