Tıkanıklık

#Tıkanma
Deniz Kırkalı
Diğer Yazıları

Yüzmeyi iki yaşında kolluklarım olmadan havuza düştüğümde öğrendim. Ben suyun içinde çırpınırken annem havuz kenarında saniyeleri sayıyormuş. Bazı şeyleri ancak çırpınarak öğreneceğime inanıyormuş belli ki. Öğrenme anı ile boğulma anı arasındaki doğru zamanlamayı tutturmak da annem için oldukça zorlu birkaç saniyeye mal olmuş.

Denizle yan yana büyüdüm. Ben küçükken oturduğumuz evin camekânlarına kış gecelerinde dalgaların serpintisi vururdu. Sabah tuzlu ve bulanık camlara uyanırdık. Yıllarca sabah ilk işim o camları kontrol etmek oldu. Ben uyurken neler olduğunu bilmek önemliydi. Uykunun değerini uğruna kaçırdıklarım üstünden biçerdim sanki. Oldum olası da sevmedim uyumayı.

Su ile ilişkim ergenlik yıllarım sırasında farklı bir biçimde derinleşti. Evde sığınabileceğim (ve dikkat çekmeyeceğim) tek yer banyoydu diye belki. Ve suyun iyileştiriciliğini o kaçışlar sırasında keşfettim. Hâlâ kafama bir şey takıldığında veya bir işin içinden çıkamadığımda duşa girerim. 

Yanında oturduğum, saatlerce bakakaldığım, içine girdiğim, hâlâ zaman zaman gücünden korktuğum ama bir yandan da içinde dünyanın en korunaklı yeri gibi hissettiğim su birikintilerini, kendisi de nihayetinde bir su kitlesi olan bedenim üzerinden de çokçadır düşünüyorum. İki sene önce Ayşe İdil İdil'in poşe'deki kişisel sergisi için bir metin yazmıştım. Yakın zamanda ona dönüp baktım. İki senedir İngilizcedeki "body of water" deyişi, yani suyun bir bedene ihtiyaç duyuşu ile ilgili içime sinmeyen bir şeyler var.

Babam ürolog. Çocukluğumdan beri bana su içmemi tavsiye ediyor. Bir yerim ağrıdığında, çocukken sık sık olduğu gibi mideme bir şey dokunduğunda, sinirlendiğimde, korktuğumda, terlediğimde, ağladığımda, uçağa bindiğimde, acıktığımda, yaz geldiğinde. Yeni yeni fark ediyorum ki hayatımda en ciddiye aldığım tavsiye bu olmuş. Hatta çevremden her şeyin çözümü suymuş gibi davrandığım için tepki alır olmuşum. Günde en az 3 litre su içiyorum. En büyük tekno-fantazilerimden biri de el bileğimde derimin altına vücudumdaki su oranının yüzdesini gösteren bir çip yerleştirmek. Şimdilik göz kararı idrar testi ile yetiniyorum. Ne kadar berrak o kadar hidrate, altın kuralım. 

Buralarda ismimin Deniz olması ve su ile kafayı bozmuş olmam hakkında karşılıklı birkaç vasat espri yapabiliriz dilerseniz. 

Suyla düşünmenin/suyu düşünmenin benim için neden bu kadar içgüdüsel ve verimli olduğunu bir süredir kafamda döndürüyorum. Öteki ile ilişki kurmakla alakalı biraz; hem senden bir parça, hem seni içine alan, hem içine aldığın, birbirine geçiren, aynı zamanda senden dışarı taşan. Suyu düşünmek aynılığın ve farklılığın kesiştiği bir yerde düşünmemi sağlıyor. Suyun akışkanlığı, formsuzluğu, ara buluculuğu, muallaklığı, değişkenliği ise birçok konuda inandığım birçok şeyin maddeselleşmiş hâli gibi. 

Hâl böyle olunca tıkanıklık kelimesinin bende nasıl sevimsiz hisler uyandırdığını belki tahmin edebilirsiniz. Durgun su benim için biraz trajik bir imge. Tıkanıklığın açılma anı ve suyun harekete geçerken neden olduğu girdap ise doyuma ulaşmak gibi. 

Bazen durgun suların hakkını yeterince vermediğimi düşünüyorum. Ama bir su kütlesi olmaktan çok şey öğrendim. O nedenle belki de durgun suları tahminimden çok daha yakından tanıyorum. Hatta o kadar yakından tanıyorum ki varoluşsal bir krize dönüşüyor bu durgunluk.

Hepimiz aynı "su"dan geliyoruz. Ve her su, bu birincil su birikintisinden başka su birikintilerine yine başka bir su birikintisi ile, başka bir su birikintisi üzerinden taşınıyor. Yani bedenden bedene ya da bir su kütlesinden başka bir su kütlesine (from one body of water to another body of water) hareket ediyor. Aynı anda bu sıvılara hem bir kap hem bir boru hem de bir musluk görevi görebiliyoruz. 

1995 senesinde İzmir'de yaşadığım semtte büyük bir sel oldu. Ben hayretle, annem dehşetle arka camlarının üstüne kadar yavaş yavaş su altında kalan arabamızı izlerken, babam ve birkaç arkadaşı mayolarını giyip sele atlayarak ana rögar kapağını açtılar. Su hızla evimizin giriş merdivenlerinden geri çekildi, tıkanıklık durduruldu. Kurtarılabilenler böylece kurtarıldı. Şimdi düşününce oldukça tehlikeli ve yersiz bir tepki olduğunu fark ettiğim bu kahramanlık hikâyesi bütün semtimizin kocaman bir su birikintisi olduğu ve okula mayomla yüzerek gidebildiğim rüyalara yol açmıştı. Ne kadarı gerçekti ne kadarı hayal gücüm hâlâ emin değilim. 

Hepimize ait kalmış şeyleri çokça düşündüğümüz bir sürecin içinde iken, su üzerine daha da çok düşünmeye başladım. Suyun ne kadar hepimize ait olduğu ya da ne kadar adil dağıtıldığı büyük bir soru işareti. Ancak sadece var olarak, bir beden olarak buluşabileceğimiz kısmi bir ortak nokta. Belirsizliğin ve bu nedenle olasılıkların çok olduğu yerlerde/anlarda en çok suda, suyla düşünüyorum.