Neye göre eleştiriyoruz? Sevdiğimiz insanların işlerine ‘olumlu' önyargıyla bakıyor muyuz? İyiyi ve kötüyü nasıl ayırıyoruz?
Murat Germen ile ‘eleştiri'ye dair bir söyleşi. İlavesi, 'Muta-morfoz' ve yeni projeler üzerine bakışı ile Orhan Cem Çetin'in son sergisi ‘Yeni Çağ' hakkındaki yorumu.
Eleştiriye Dair…
Çağrı: Eleştiriyi neye göre yapıyorsunuz?
Murat Germen: Belli kıstaslarım var, değerlendirirken önem verdiğim bazı konular var. Salt cin fikir veya taksi şoförünün de aklına gelebilecek bazı sığ çıkarımlara dayalı olup da, görsel ifade kalitesini iyice arka plana iten işlerden genellikle pek hazzetmiyorum örneğin. İşin estetik ve/veya zanaat bölümünü devre dışı bırakarak işi beğenebilmem için konu, tema, öykü, kavram veya fikrin çok güçlü olması gerekiyor; ki bu da, ne yazık ki, pek nadiren oluyor. Yalnızca görselliğe dayalı işlerin de sığ olabilme tehlikesi var şüphesiz, ki bazı çalışmalarımda bu tuzağa şahsen düştüğüm oldu.
Bir eseri iyi, kötü veya orta karar bulmak bana yetmiyor; her türlü yorumuma, gözlemime bir açıklama getirebilmeye çalışıyorum. Sadece beğenmek veya beğenmemek iş değil, nedenlerini ortaya koymadığınız sürece şahsi algınızın çok da önemi yok bence. Eleştiri getirsem bile; o iş hakkında ağır konuşmam, hakarete varan yorumlarda bulunmam; yapıcı olmaya çalışır, "iş nasıl düzelir"e ilişkin kendimce öneri getirmeye uğraşırım. Sanatçıya "Bu detayı işine neden dahil ettin?", "Neden bu konuyu gündeme getiriyorsun?", "Neden bu görsel dili kullandın?" gibi sorular sorulabiliyorsa; eleştiriyi getirene de "Peki anlıyorum, bu eleştiriyi getirirken dayandığın kaynaklar veya değerlendirme kıstasların neler?" diye sorulabilmeli.
Beğenmediğim işin ortalıkta var olmaması gerektiği gibi yorumlara hiç girmem, kimse benim beğendiğim şeyler yapmak zorunda değil çünkü. Ortamı zenginleştiren çeşitlilik; her türlü ifade biçiminin var olması hem sanatçı hem de izleyici açısından hayli faydalı bir durum bence. Her türlü işin bir müşterisi var, sizin beğenmediğiniz bir işin yok olmasını istemek çok faşizan bir tavır. Üniversitede ders verirken öğrencilere gösterdiğim örneklerin hepsi benim sevdiğim örnekler değil. Belki en az üçte biri; hayatımda hiç yapmayacağım, yakınlık duymadığım, hatta neredeyse tasvip bile etmediğim şeyler. Ama onları yine de gösteriyorum, kendi beğendiğim işleri başkalarına empoze etmek bana hiç heyecan vermiyor. Bunu yaparken şöyle bir beklentim var bir yandan: Benim önyargı beslediğim, ilgi göstermediğim bir konuda öğrencilerden birisi bana öyle şahane bir çalışma getirebilir ki, ben fikrimi değiştirebilirim; buna hep açık olmaya çaba gösteriyorum…
Çağrı: Peki, sanatçıyla gidip konuşmuyor musunuz iş üzerine?
Murat: Beraber çalıştığım galerinin sanatçılarından böyle talepler gelebiliyor, ben de benzer taleplerde bulunuyorum. Birisi sorduğu zaman fikrimi söylüyorum ve her daim net bir açıklama getirmeye çalışıyorum. Neden beğendiğimi veya beğenmediğimi sebepleriyle anlatıyorum.
Aktarım iki boyutta çalışıyor: Birisi anlatım formatı, kullandığın görsel dil yani. Diğeri ise içerik. Bunu şu farklı şekillerde kombine edebiliriz: Aşina olduğumuz bir anlatım biçimini, çok tüketilmiş bir konuda kullanırsan belki en çabuk tüketilebilecek sergi bu oluyor. Bu ikisi üst üste geldiği zaman "bundan çok gördük daha önce, bana yeni bir şeyler katmıyor…" diyebiliyorsunuz. Bir diğer olasılık; bildik bir ifade biçimini daha önce çok tüketilmedik bir içerikle kullanıyorsunuz. Burada, bir öncekine nazaran, yenilik ortaya çıkması olasılığı biraz daha fazla. Üçüncü olasılık, pek alışagelmedik bir ifade biçiminin aşina olduğunuz bir konuyu aktarması. Bunun da farklı bir şey sunabilme olasılığı daha yüksek. En üst nokta ise son olasılık; yani, daha önce çok rastlanmamış bir ifade biçimini görece özgün sayabileceğimiz bir içeriği aktarırken kullanmak. Bu tür durumlarda eserler bütününe dönüp bakmamak için olsa olsa bu işten pek anlamıyor olmak lazım. Bu tür sanat, özellikle de bir çok şeyin tüketilmiş olduğu zamanımızda nadiren karşına çıkıyor, çıktığında da algını ve bakış biçimini değiştirebiliyor.
Yol ve Muta-morfoz'a Dair…
Şener: Peki işleri eleştirirken iş sahibiyle olan yakınlığınız ya da arkadaşlığınız eleştirinizi etkiliyor mu? Bizde şöyle bir durum oluştu mesela; Murat Germen sergisi ise kesin iyidir, diyoruz. Olumlu bir ön yargıyla gezmiş oluyoruz.
Murat: Öyle bakmamak lazım. Herkes her an çuvallayabilir. Her daim iyi bir şey üretmek hiç kolay değil. Web sitemde üç dört ay öncesinde daha fazla sayıda kategori ve eser vardı. Bunları yavaş yavaş elemeye başladım. "Web siten çok kalabalık" eleştirileri geliyordu, ciddiye aldım ve bana faydası olduğuna inanıyorum. Bu sayede kayda değer olmadığını düşündüğüm bazı serilerden kurtulmuş oldum, olduk…
Çağrı: Aslında sizin web siteniz için gelen eleştiriyi ben bu sergi için, Şener de "Yol" sergisi için duymuş.
Şener: "Her fotoğraftan çok fazla keyif alıyoruz. Ama bu anlatımı ve dili oluşturmak için bu kadar fotoğrafa gerek var mıydı?" gibi bir eleştiriydi.
Murat: Çok doğru bir eleştiri. İstanbul Modern'de kesinlikle lüzumundan fazla fotoğraf vardı. "Yol" serisi 45 baskıyla değil, 25-30 baskıyla, daha büyük boyutlar kullanarak rahatlıkla sergilenebilirdi ve bu sayede daha etkili olabilirdi. Küratör ile birlikte bu dengeyi daha iyi kurabilirdik.
Her ne kadar benzer bir görsel dil taşısalar da, Muta-morfoz sergisindeki sayıyı fazla bulmuyorum, çünkü sadece dokuz fotoğraf var. Karşılaştırabilmek üzere Serkan Taycan'ın "Homeland" serisini ele alalım. Serkan'ınki o kadar birleştirici bir genel başlık ki, Serkan'ın ailesi ile birlikte yaşadığı her yerden her türlü içerik bu serinin içine girebilir. Her ne kadar Serkan bu seride kullandığı film formatı ve çekim tekniği ile belli bir istikrar sergiliyor olsa da, her türlü içerik bu seriye dahil olabilir ve doğru fotoğrafları seçmek kaydı ile daha çok fotoğraf hikayeyi monotonlaştırmaz, bilakis zenginleştirebilir. Muta-morfoz'da ise kullanılan akıllı ölçeklendirme algoritması dolayısı ile oluşan doku şablonu, tekniğin uygulandığı her kent fotoğrafını birbirine benzetiyor ve bu yüzden çok sayıda fotoğraf koymak bir yerden sonra tekrara yol açabiliyor. Bu yüzden sayıyı 9 gibi bir rakamda tutma kararı aldım. Bu kadar az bir sayı olmasına karşın, sergilenen fotoğrafların hepsine aynı derecede yakınlık duymuyorum. Aralarında daha yakın bulduklarım ve daha az sevdiklerim var şüphesiz…
Çağrı: Fotoğrafları galeride sergilemek için neye göre elediniz?
Murat: Öncelikle tüm fotoğrafların Türkiye'den olmasına özen gösterdik (buradaki "biz" kipi "galeri sahibiyle birlikte" anlamına geliyor). Bu seride dünyanın farklı kentlerinde üretilmiş işler var ama şimdiye kadar, Kahire ve İskenderiye gibi bizim kültürümüze görece daha yakın sayabileceğimiz kentler dışında, yurtdışı kentleri içeren eserleri hiç satamadık. Galeri ise satabilmek üzere var olan bir kurum, arkalarında büyük sermayedarlar olmayan galerilerin önemli varlık nedenlerinden birisi satabiliyor olmak. Bu yüzden daha çok satma potansiyeli olan işlerin dahil edilmesi gibi bir kıstas çıkıyor ortaya; bunu da çok yadırgamamak lazım çünkü bu dünyada kuralları sanatçı belirlemiyor.
İnsanlar kendi kültürlerine ait içerik görmekten hoşlanıyorlar. Bu olguyu Hollanda sanat ortamında da gözledim; Hollanda'daki galerime Amsterdam, Rotterdam gibi şehirlerde ürettiğim eserleri yolladığımda, daha önce büyük masraflara mal olan baskıları bile almakta tereddüt etmiş Hollandalılar, sadece dijital dosyayı görerek bile edisyonları bitirmecesine sipariş verdiler.
Diğer seçim kıstası ise benim metinde yazdığım çerçeveye görsel ve içeriksel zemin sağlayacak fotoğrafların bir araya konması oldu. Bazı fotoğrafların gayet iyi satacağını, diğerlerinin ise hiç satmayacağını öngörerek bir seçim yaptık (ki bu öngörüler büyük çoğunlukla doğru çıktı). Satmayacakların yerine satabilecek işler koyamaz mıydık peki? Koyabilirdik ama benim aktarmaya çalıştığım çerçeve oluşmazdı bu şekilde, ve ticari kaygıları bir yerden sonra devre dışı bırakmak gerekiyor haliyle…
Çağrı: Galeri noktasına geldiğimizde, satın alacak koleksiyonerin ya da bir başkasının "Murat Germen'in işleri iyidir." şeklinde bir algısı var mı sizce?
Murat Germen: Bu ortam içerisinde seni nereye konumlandırdıklarına bağlı. Konumlandırma senin elinde bulunan bir şey değil. Bu sektörü şekillendiren insanlar var ve onlar karar veriyorlar gidişata. Eserler borsa kağıtlarına dönüşüyor. Senin daha önce bildirdiğin olumlu görüş ise, senin saygılı yaklaşmadan kaynaklanıyor. ‘Hocadır, efendi adamdır, ters bir tarafını görmedik, herhalde iyi şeyler yapmıştır' gibi bir hisle bakıyorsun belki olaya. Ama yukarıda belirttiğim konuda, yani piyasada, bazı istisnalar dışında bu anlamda bir saygı söz konusu değil. Birileri başka birilerinden "şu kişinin işleri bu ara moda, gelecek vadediyor" gibi bilgiler alıyor ve AVM'de alışveriş eder misali "hadi gidip alalım" deniyor…
Şener: Galiba sanat eserleri bilgi aktarım ve anlamdan ziyade koleksiyonerlerin sahip olabileceği bir şey haline geliyor.
Murat: Bazısı diyor ki, "senin eserini daha kamusal bir alanda görmeyi isterdim. Satılıp koleksiyonerlerin evine gidince hiç kimsenin göremeyeceği bir hale geliyor." Doğru bir saptama, ben de işleri bir evde yaşayan 3-5 kişi yerine bir müzeyi ziyaret eden binlerce kişinin görmesini tercih ederim. Bazı koleksiyonerlerin özel müze açmasının eleştirildiğini, "herkes de müze açıyor canım!!!" gibi yorumların yapıldığını duyuyoruz. Bu aşamada bu müzelerin açılmasının aslında faydalı olduğunu düşünmek de olası. Bu sayede evlerde, hatta depolarda duran işlerin herkesin erişimine açık olması söz konusu oluyor.
Çağrı: Ortadan kaybolması deyince bende çağrışım yaptı da, burada veya Contemporary Istanbul fuarında fotoğraflar bir bütün olarak sergilenir ama tekil tekil satılıyor. Sergiyi de anlamı da parçalamış oluyoruz…
Murat: Çok doğru. Bu da eleştirilebilecek bir nokta. Ben burada sergide içeriksel anlamda bütünlük oluşturacak bir görsel dil oluşturmayı amaçladığımı söylüyorum, ama aradan bazıları satılınca bu bütünlük de kaybolmuş oluyor, kesinlikle haklısın. Ancak bütünlüğü koruyabileceğim şekilde bir sergi yapmamı sağlayabilecek ortam çok fazla yok. Müzelerde sergi açmak dikkat çektiğin bu sorunu çözüyor aslında ama müzede sergi açmak da her zaman, herkese nasip olmuyor. Müzede satış olmuyor, masrafların hepsi kurum tarafından ödeniyor. Satıldı/satılmadı endişeleri olmadan, bütünlük bozulmadan sergilemiş oluyorsun.
Eleştirinin daha çok şu şekilde olmasını isterdim: İçinde yaşadığımız kültürün ifade biçimleri nelerdir? Nelerden beslenir? Biz nelerden etkileniyoruz, onları nasıl paylaşıyoruz? Bunun olası bir kültürel devlet desteği ile olan ilişkileri nelerdir? Bu konularda hangi akademik çalışmaları yaptık? Bunları değerlendirdikten sonra bana birisi gelip diyebilir ki, "bak şimdi; senin kültüründe belli ifade biçimleri var, onlar zaman içerisinde evrilmişler ve belli bir aşamaya gelmiş veya gelememişler, dünya çapında etkileri olmuş ya da olmamış. Batı hegemonyası altında olan küresel ifade biçimlerini kullanıyor olabilirsin ama hiç olmazsa içerikte yerel bir boyut yakalamak olası değil miydi?" Bu tür spesifik dayanak noktaları olan yorumlar, her zaman paylaşmasam bile, benim için değerli eleştiri sınıfına giriyor. Hoş, kötü niyetli yapıldığı çok açık olan, kıskançlıktan kaynaklandığı için çok hoyratça şekillenen eleştirileri de aklımın bir kenarına yazıyor ve ciddiye alıyorum. Sadece aktarım biçimleri bana çok itici geliyor. Bu iticiliğe bir örnek vereyim: Geçenlerde çok önemsediğim ve samimi arkadaş olduğum bir genç koleksiyonerimden; genç nesilden bir fotoğrafçının benim işlerimi gördüğü zaman kusma gereksinimi duyduğu bilgisini aldım:) Üstelik bu kişi hem bu lafı sarf edip hem de bir sergi açılışında yanıma gelip gülümseme maskesini takarak dakikalarca benimle konuşmuş (bir çıkarı vardır herhalde, ya da cesur değildir), koleksiyoner de bu ikiyüzlülükten hayli şikayetçi idi. Kim olduğunu kesinlikle gerçekten öğrenmek istemediğim bu kişi veya kişiler samimi bir şekilde yüzüme karşı bu "hararetli" duygularını aktarsalar, arkamdan konuşmak yerine onları kusturmamak için ne yapabileceğim konusunda önerilerini iletseler daha faydalı olurdu şüphesiz. Şu aşamada tek önerebileceğim şey işlerimi ve özellikle de beni gördüklerinde oradan uzaklaşmaları; alerji yaratan durumlardan en etkili kaçınma yöntemi alerjenlerden uzak kalmak…
Yeni Projelere Dair…
Çağrı: Hocam kayıttan önce bahsetmiştiniz ama… Yeni işleriniz konusunda?
Murat: Bu çalışmayı artık kızağa çekiyorum. Sırada "İnsan Manzaraları, Sokak Görüşü" serisi var. Bu seriden çok keyif alıyorum. Çekmesi de, onları bir araya getirmesi de ayrı bir haz. Onun dışında, bilgisayarımda "sergi" diye bir klasörüm var ve oraya devamlı sergi projesi notları alıyorum. Ama tabi yüz fikir akla gelir, bunların beşi görece iyiyse ne ala. İki üç farklı projeyi aynı anda çalışmayı seviyorum. O zaman gittiğin yerlerde gözün daha geniş bir yelpazede algılıyor.
Örneğin İnsan manzaraları serisini, 14 mm süper geniş açı lensle çekiyorum. Bu seri Muta-morfoz'la birlikte süregiderken kent çekimi için 70-300 mm'yi takıyordum. Bu iki lens bambaşka kapsamda oldukları için onları kullanma biçiminiz de değişiyor şüphesiz. Bu değişiklik hem algıda hem de pratik eylemde mod değiştirmenizi gerektiriyor ve bu durumdan haz duyuyorum.
Şener: Biraz daha sepya gibi duran, daha kırsalı anlatan fotoğraflarınız vardı. Onun devamı gelecek mi, diye merak ediyorduk.
Murat: Sanıyorum Burgazada'da çekilmiş, siyah-beyaz ve panoramik olan, daha bir seri oluşturamamış, belgesel sınıfına sokabileceğimiz fotoğraflardan bahsediyorsun. Sevdiğim bir seri ama yine eleştiri kapsamına alabileceğimiz aynı konuya geri dönüyoruz işte. Geçenlerde Sanat Limanı'nda gerçekleşen büyük bir sergi için onlardan dört adet bastırdım ve orada paylaşma şansım oldu ama bu anlamda bir fotoğrafa talep olmayınca galeri ortamında sergileyemiyorsun. Müze veya başka bir platformda bir karma sergiye çağrıldığımda, tema kapsamına uyarsa ancak sergileyebileceğim işler bunlar. İyi sevindim bu fotoğrafları gündeme getirdiğinize, ben devam edeyim o zaman :)
Çağrı: Biz açıkçası bundan ziyade o işi bekliyorduk. Çünkü geçen sene bireysel konuşmalarımızda biraz daha mimariden uzaklaşayım istiyorum diyordunuz.
Murat: İnsan Manzaraları beni mimarlık ve kentten uzaklaştıran seri oldu. Muta-morfoz aslında iki senedir ortalıkta dolaşıyordu, şu zamana kadar hiç sergisi açılmadı ve ona rağmen bir çok koleksiyonere çok sayıda satış gerçekleşti. Bu yüzden "Muta-morfoz için solo sergiye gerek yok" diye düşünüyordum ama bir çok kişi "külliyatında önemli yer işgal eden bir serin bu, sergi açmadan olmaz" dediler. Sergiyle birlikte bu seriye ait eylemimi bitirme, ya da daha doğrusu rölantiye alma, başka serileri paylaşmaya başlama fırsatı edindim…
Orhan Cem Çetin'in "Yeni Çağ" Sergisine Dair…
Şener: Olumlu ön yargıyla bakışımızdan bahsederken sormak istedik, siz Orhan Cem Çetin'in sergisi için ne düşünüyorsunuz?
Murat Germen: Öncelikle, sergi başlığını çok isabetli buluyorum. Hem Cem için yeni bir çağ, hem de içinde yaşadığımız yeni çağın kendine haslıklarına odaklanma söz konusu. Cem belki daha önce yapmadığı türden, ondan görmeye çok alışık olmadığımız bir projeyle karşımıza çıkıyor, bu anlamda değerli bir sergi bu. Yeni çağın kendine haslıklarını, kendine has bir dille aktarıyor Cem. İçerik güncel fotoğrafın ilgilendiği bir içerik, ama Cem, gene güncel bir eğilim olan anti-estetik yaklaşımın bir estetiğe dönüştü(rüldü)ğü gündemdeki moda fotoğrafçılık eylemi yerine kendi imzasını attığı bir seri çıkarıyor karşımıza. Moda dili kullanan, bu yüzden çok fark yaratmayan ve ama buna rağmen çok özel bir iş yaptığını varsayan, burnundan kıl aldırmaz bazı fotoğrafçıların analiz etmesi gereken bir sergi.
Çağrı: Anti-estetik bize batan, bizi rahatsız eden şeylerdir. Cem Hoca'nınkiler batmıyor, gayet sakin yumuşak bir dilde anlatıyor.
Murat: Cem'in fotoğraflarında sansasyonel bir bedensellik, özellikle irkiltmek üzere tasarlanmış bir tuhaflık, cesur olduğu varsayılan ama bence banalden öteye gidemeyen kişisellikler gibi basit numaralar yok. Böyle basit numaralar kullanıldığında, aynı reklamlardaki gibi hissediyorum; o özneye, nesneye karşı algım değişmiyor, hatta birisi beni aldatmaya çalışıyor duygusu oluşuyor… Fotoğraf benim bir şeye karşı olan gündelik algımı değiştirebilmeli, başka bir açıdan bakmamı sağlayabilmeli, izleyicisini ciddiye almalı. Cem'in de izleyicisini çok ciddiye aldığını gayet yakından biliyorum; başka bir açıyla bakmamı sağladığını da farklı vesilelerle hep deneyimleyebiliyorum.
Belki sunumda farklı yollar izleyebilirdim, Cem'in büyük bastığını küçük, küçük bastığını büyük bastırtabilirdim ama bunlar çok keyfe keder şeyler tabi. Sonuçta bu sanatçının dili, sen onu değiştirince cümlesini, belki de vurgusunu değiştirmiş gibi oluyorsun…