Fotoğraflar Neden Çerçevelere Sığmıyor?

#21
Ece Gökalp
Hakkında Diğer Yazıları

Aile fotoğrafları ve Fotoğraf'a müdahaleler üzerine…

Önümde 50×40 santimetre ebatlarında kanvas üzerine basılmış bir fotoğraf var. Fotoğrafı Kars'tan İstanbul'a giderken uçaktan çekmiştim: Karlı tepeler, tarlalar ve yollar görünüyor. Fotoğrafın üzerine geçen akşam annemin portresinin izlerini yapmıştım iğneyle, ışığa kaldırıp baktığınızda delikler belli belirsiz görünüyor. Annemin suratı bu fotoğrafa işlenecek, fakat neden? Neden annemin bir portresi ve yanında bu fotoğrafı sergilemek yerine, annemin yüzünü bu fotoğrafın üzerine nakış yapma gereği duyuyorum?

Öncelikle "Neden nakış?" sorusuna kısaca değinmek isterim; fotoğraf, doğası gereği çoğunlukla hızlı olmayı gerektirir, anı yakalamak (anlar asla yakalanamaz olsalar dahi) ve onu kaydetmektir en basit haliyle fotoğraf çekme eylemi. Nakış ise saatlerinizi, günlerinizi alan —ki ben dikiş makinesi kullanmıyorum—, yoğun konsantrasyon gerektiren, epey zahmetli bir iş. Tarihsel sürecinde orta çağ hanımlarının evlerinde boş vakit geçirirken zihin aktivitelerine dalmamaları için teşvik edilmiş, sanat kategorisinden itinayla çıkarılıp zanaat olarak görülmüş —ah bu erkek bireyler—, günümüze kadar da —en azından Türkiye'de— direkt olarak ev kadınlığıyla ilişkilendirilmiş bir teknik.* Dolayısıyla annemin ve kendimin onlarca fotoğrafını çekmiş olmama rağmen, bu projedeki dertlerimi sadece fotoğraf çekerek yansıtamayacağıma karar kılıp, uzun zamana yayılan bir süreçte nakışla portrelerimizi bu baskılara işlemeye başladım.

İlgilendiğim konular hakkında araştırma yaparken, genel olarak olayların fotografik yönünü bulup, konuları bu eksende ele alsam dahi, bir şekilde dert edindiğim şeylerle çektiğim fotoğraflar arasında zayıf bir bağ olduğunu düşünüyorum bazı durumlarda. Fotoğraflamaktan keyif aldığım şeyler ile dünyaya ilan etmek istediğim düşüncelerim her zaman örtüşmüyor. Bunun benim fotoğrafçılık yetilerimden ziyade, çok katmanlı olguların yine çok katmanlı süreçlerle ve üretimlerle anlatılabileceğine olan inancımla ilgisi var. Dolayısıyla benim için amaç fotoğraf üretmek değil. Fakat fotoğrafla olan tutkulu ilişkimden ötürü, fotoğraf genel olarak söylemek istediklerimi söyleyebilmek adına sıklıkla kullandığım araçlardan biri. Fotoğraf benim için "yakalanmaya" çalışılmış bir andan çok daha fazlası, ve fotoğraf tarihini düşündüğümde bu gibi tartışmaları yapan bir çok insanı düşünmek mümkün.

Aile fotoğraflarına geri dönelim. Barthes'a göre "Fotoğraf", fotoğrafçının karşısında olagelen bir performanslar düzenidir*. Gil Pasternak'a göre aile fotoğrafları "hiçbir zaman yaşanmamış hayatların kaydını oluşturur". Aile fotoğraflarıyla ilgili kuramsal çalışmalarda "Aile"nin fotoğraflardaki temsiliyetinin yetersizliği ya da yanıltıcılığı üzerinde sıklıkla durulan konulardan biri. Haliyle benim şu sıralar üzerinde çalıştığım aile fotoğrafları ve bu fotoğraflardaki temsiliyetle ilgili düşüncelerimi göstermek için fotoğraflara müdahale etmem kaçınılmazdı. Uzak akrabalarımdan birinin araştırmaları sonucu çıkardığı aile ağacındaki kadın isimlerinin noksanlığını, bulduğum aile fotoğraflarındaki kadınların kendilerini çoğunlukla ne yapacaklarını tam olarak bilemez halde konumlandırmalarını, dedemin kısa süreli fotoğrafçılık kariyerini, anneannemin kısa süren hayatına (bulabildiğim kadarıyla) üç fotoğraf sığdırmış olmasını görmek ve diğer birçok cinsiyet, temsiliyet, aile, roller, bahtsızlıklar ekseninde ilerleyen iç tartışmamı tek katmanlı bir üretimle ifade edebilmek benim için çok zordu. Aslına bakarsanız, projeye dahil ettiğim aile buluntularının birçok kişi tarafından üretilmiş, sahiplenilmiş, terk edilmiş, müdahale edilmiş şeyler olduğunu da göz önüne alırsak, benim müdahalem sadece son müdahale oluyor, asla ilk müdahale değil.

Örneklerle bu çok katmanlılığı biraz daha açmak istiyorum. Annemin portresini ve kendi portremi dağlık manzaralara işliyorum, çünkü içimde en derin yerlerde teşebbüs eden iki diyalog türünü bir araya getirmeyi istedim: Sadece bakmak ve fotoğraf çekmek için gittiğim yabancı diyarlarda durup gördüklerimle yaptığım ve kendi içimde annemle yaptığım konuşmalar. Bu konuşmaları ne diyalog ne de tam bir monolog olarak görebiliyorum çünkü çoğu zaman kafamın içinde bana cevap veren, dağları ya da annemi temsil eden başka bir ses var. Bu sesin, kendi sesim olduğunu bilsem de; bunun bir başka düzlemde annemin ya da o manzaraların sesi olabileceğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu bağlantılar bu yazıyı okumayan izleyiciler için görünmez bağlantılar olacaktır, zaten bu kadar otobiyografik bir konuda, bunca detayın anlaşılmasını da beklemiyorum—her şey izleyici için değil ne de olsa—, daha ziyade akıllarda oluşabilecek bir "Neden?" sorusu ve oradan hareketlenecek alakalı/alakasız düşünceler, benim için kafi. Projenin her noktası bir kitap açıklığında olmak zorunda değil nitekim.

Elimde başka bir fotoğraf daha var. Bu fotoğraf, katlanmaktan epey yıpranmış. Sanıyorum ki büyükbabamın cebinde çokça zaman geçirmiş, küçük olmasına rağmen kendine uygun büyüklükte bir cep bulamamış, üzerindeyse garip bir mizansen içeren bir fotoğraf. Fotoğraf, zamanında başka bir fotoğrafçıya verilmiş, ailenin geri kalanına dağıtılmak üzere fotoğrafın bozulmuş kısımlarının düzeltilmesi ve fotoğrafın büyütülerek çoğaltılması istenmiş. Fotoğrafta bir dayım —okumamış bir anne-babanın gururu olarak— okul formasıyla gazete okuyor; anneannem kendi annesinin öğretisi sonucu kameraya direkt bakamıyor—Müslümanlığın kamerayla olan ilişkisi ona bu şekilde öğretilmişti—, başka bir dayım da okul önlüğüyle poz vermiş—okul önlüklü çocuklarda ayakkabı var, okula başlamanın ödülü olarak çocuklara ayakkabı alındığını düşünüyorum bunu görünce—, annem, teyzem ve diğer bir dayım ise olanca çocuklukları ve fakir üst başları ile kameraya bakıyorlar; fakat annemin suratında bir değişiklik var. Kuzenimden orijinal fotoğrafı istediğimde şunu fark ediyorum: Orijinal fotoğrafta annemin suratının bir kısmı olmadığından fotoğrafçı küçük dayımın suratını annemin suratına kopyalamış ve fotoğrafı kurtardığını düşünmüş—olmalı—. Fotoğraftaki bir diğer kız çocuğunun suratı buraya gerekli ayarlamalar sonucu çok daha isabetli olabilecekken, fotoğrafçı için bu gibi bir detayın bir önemi olmamış.

Bu fotoğrafın okuması bana Barthes'ın kendi annesinin fotoğrafı üzerinden yaptığı bir tartışmayı hatırlatıyor. "Kış Bahçesi Fotoğrafı'nı çoğaltamam. O yalnız benim için vardır. Sizin için diğerlerinden farksız bir resim, ‘sıradan'ın binlerce görüntüsünden biri olacaktır; o hiçbir biçimde bir bilimin gözle görülür nesnesini oluşturamaz; sözcüğün olumlu anlamı ile bir nesnellik kuramaz; olsa olsa studium'unuzu ilgilendirir: dönem, giysiler, fotojeniklik; ancak onda sizin için yara yoktur."

İlk olarak Barthes'ın şu noktayı —belki de bilerek— atladığını düşünüyorum: "Winter Garden" Fotoğrafı'na bakan bizler, Barthes'ın analizinden sonra merak dürtüsüyle fotoğrafın kendisini de görmek isteriz, ve görsek de yazdıklarıyla ilgili değil, merak düzleminden ötürü bir ilişki kurabiliriz o fotoğrafla. İkinci olarak ise aile fotoğraflarının kendilerinin, haklarında yazılanları direkt olarak dile getirememesi sorunsalıyla ilgili düşünüyorum. Sesli düşünelim: Kendi annemin, 3-4 yaşlarındayken anneannemle aynı karede olduğu fotoğrafları gördüğümde hissettiklerimi benden başka sadece kardeşlerim hissedebilir, ki onlarla bile aynı şeyi hissetmeyeceğimiz kesindir. Hepimizin annemizle kurduğu ayrı bir ilişki, ananemle ilgili ayrı bir fantezisi var. Anneannem bizler için bir fanteziden öteye geçemeyecek bir figür, tek bildiğimiz annemizin annesi olduğu ve 35 yaşlarındayken hastalanıp, hayatını kaybettiği. Ailemizin —çekirdek ve geniş ailenin— dışındaki insanlar için bu fotoğraflar ne ifade edebilir?

Başlı başına, aile fotoğraflarımı bir duvara asmam ve izleyicilerin benim düşünce dünyama girmelerini beklemem nafile bir çaba olurdu. Her halükarda, aileyle ilgili, aile yadigarları üzerinden söylemeye çalıştığım şeyler özel olarak sadece kendi ailemde cereyan eden şeyler veyahut aile fotoğraflarında anlatılmak istenen şeyler değil: Anlatılmadığı halde orada olan, yani fotoğraflarda gördüğüm punctum boyutu bahsetmek istediğim. Annenin ne olduğundan, ne olmaması gerektiğinden, kişisel isyanlarımdan, kadınların görünmezliğinden ya da göründükleri hallerden konuşmak istiyorum. Bunu yaparken kumaş kullanıyorum, nakış yapıyorum, dedemin güncesine karşılık bir günce üretiyorum, vesaire… Kadınsı, —kadınsılığından dolayı— sanat pratiği olarak görülmemiş teknikleri kullanmaya çalışıyorum. Aile ağaçlarında ismi geçmemiş kadınlara parmakla işaret etmek istiyorum; bakın, buradalar! Otobiyografik eşyalar ile izleyicinin kendi tarihine ulaşmaya çalışıyorum; doğurganlık senin de hayatının önemli bir konusu; doğurganlık, doğurgan olmama, doğurmak, doğurmamak, doğmak ve nice do(g)malardan konuşmak istiyorum. Bütün bu konuşmaları yaparken ise en çok fotoğrafta bulabiliyorum ifademi; fakat asla "sadece" fotoğrafta değil, daha ziyade fotoğraf sayesinde. Dolayısıyla elimdeki aile fotoğrafları da çerçevelerinden, sınırlarından taşıyor, asıl amaçlarını yitiriyor ve benim yeni yüklediğim görevler ve anlamlarla eski anlamlarını ve işlevlerini unutmadan bir nevi reenkarnasyona uğruyorlar.