İpek Çınar, Güncelleme #15′te Cemil Batur Gökçeer'e dair bir açık mektup yazmıştı. Gökçeer ise cevap hakkını kullandı ve bu mektubu yazdı.
İpek,
Hayatımda 13. kez taşıyacak olduğum bir başka evin içindeyim, bu senede 0,393939396 ev eder.
Evimden taşınmama sebep olan, oturduğum evin satılacağını öğrendiğim gün, telefonum çalıp eski evlerimden birinin boşaldığı haberini aldığımda (o ev özeldi, seviyordum onu, aceleyle çıkmıştım, düğümü de o sırada yapmıştım) benden önce verilmiş bir karar var gibi gelmişti ve uyacaktım ona. Sonra eski evin sahibi, kutularımla beni şu oturduğum evde bırakacak fikir değişikliğini yaptı. Evren de öyle net falan konuşmuyor insanla.
Bazen korkunun kötü bir şey olmanın aksine bazı şeyleri duyumsamanın yegane yolu olduğunu düşünüyorum, bu şeyler her ne kadar çoğu zaman yaşayan herhangi bir şeye karşılık gelmeseler bile. Sevdiğim bir arkadaşıma Karadeniz'i severim dediğimde aldığım cevabı hiç unutmuyorum, "içine girilebilir olmayan bir denizi nasıl sevebilirsin?!". O kadar hak verdim ki hala bir ezik hissederim o konuşma aklıma geldiğinde.
Mektubunda hep düğümden bahsediyorsun. Yakınlarda ona kitap yapmaya başladığımda artık sanırım evinde oturup cine aşık olmuş bir kadının hayalini kuran bir adamdan biraz farklı oturacağım işin başına. Çok değişmiyor belki insan zamanla, ama her anın hissi nerdeyse bambaşka. Sanırım o zamanlarla ilgili daha çok konuşmadan önce kitaba başlamam lazım, sadece şu geliyor aklıma, o sıralar aşk bir kahramanlık gibiydi sanki, çünkü o aşılmaz sefaleti gören birinin elinden gelenlere bakıp ne kadar da yeteneksiz olduğunu kavraması an meselesiydi. (Aşk yetenek ister kuşkusuz).
Kılıç sallamak bir jest olmadan önce, kütlesiyle, önce ileri sonra yere doğru hızla fırlayıveren yörüngesiyle, ele alındığında insanı tamamen elegeçirebilecek güçte bir alet değil mi? İnsan şaşırabilir insanın mı alete, aletin mi insana ait olduğuna.
…………………….
Bazen kafamdaki düşüncelerin baktığım yeri örten bir pus gibi yayılışını seyrediyorum. Şu anda yeni taşındığım evdeyim. Bu sefer severek yerleştiriyorum kütüphaneyi. Bu ev kutu gibi ve şu dar yerdeki haliyle mesafeleri daha da bir kütleli alıyor gibiyim. Sonra pencereden içeri bir kedi giriyor, daha yerleşmemiş şu evi geziyor. Tüm o boşlukları dolduran adımları arasından fışkırmaya başlayan tüyler, onu kaşındıran toz ve irkilten bütün sesler… Bir şok yok, zamanın içinde yayıla yayıla genişleyen vahşi ve yoğun bir şeyi büyütüyor gibiler. Bir şeyleri kıracak bir tereddüt kalmamış gibi geliyor bugün, o pencereden girip sonra geldiği gibi giden kedinin evde açtığı alanda deri hastalıkları alışıldık, tırnaklar tutunduğu yeri parçalayabilecek kadar keskinler.
İnsanı umutsuzluğa düşürebilecek ne kadar çok şey var. Sanırım hareket dursaydı altından kalkmam gereken onlarca şey üstüme yıkılmıştı çoktan. Bu mektubu günlerdir bitiremiyor bekletiyorum, biraz evvel GAA ile yaptığınız korsan serginin videosunu seyrettim, otobüste giderken hazırlanışınızda yaşadığınız heyecanı hisseder gibi oldum. Şu an farkına varıyorum ki izlediğim, gördüğüm şeylere artık biraz da inanmak isiyorum, fotoğrafla daha az güven sorunum kalmış gibi. Beni bu kadar üretmeye sevkeden bir sorun ortadan kalksa da ne sorun ne şüphe bitiyor insanın hayatında. Mektup zihnimde açılınca karşıma çıkan "orta format" fotoğraftan bahsettirmeden durmuyor, ama bahsedebileceğim çok şey yok onunla ilgili gibi hissediyorum bu aralar. Gel gör ki hayatımda ilk kez evim dışında bir atölyede çalışmaya başlayacağım önümüzdeki hafta (14 taşınma eder).
Çok heyecanlıyım!
Tüm bu mektup kafamın bir kat daha toplanmasına yardımcı oldu. Hiç toplanan bir kafa gördün mü? Islanmış toprak gibi buruşur sanki, ağırlaşır, yoğunlaşır, pek sempatik bir görüntü değil sanırım, o yüzden birçok insan yalnız kalmayı tercih ediyor olabilir.
Begüm ve Şener'e selam söyle. Bunca koşturmacanın arasında açık mektup gibi çılgınca bir şeyi adama yaptırabilecek o güçlü kollarınıza serip serpilirim.
Cemil ya da Batur