Gölgelerin Gücü Adına mı? Hadi Canım Sen de...

#22
Cenk Mirat Pekcanattı
Hakkında Diğer Yazıları

21. yüzyılın henüz başındayız ve ben akademiden 3 arkadaşla buluşmaya İstiklal'e çıkacağım. Çünkü birkaç gün önce bölümdeyken aramızda 1 fotoğraf sohbeti için söz kesmişiz. Randevulaşırken aleni değiliz. Daha dün gibi hatırlıyorum her birimizin kendine has muğlak 1 havası vardı. Sanki komünist partinin kaçak üyeleri gibi kenar köşelerde gizli fiskoslar etmiştik.

Neyse Turnacıbaşı'ndan hamama doğru akarken, İstanbul benle eş zamanlı ama benden bağımsız mikro 1 öyküsünü üretiyor… 2 Bebe, Yunan Konsolosluğu'nun kapısına dayanmış, kapının ağzını burnunu kırıyorlar… Kapıdaki sesli dahili iletişim şeysinden, bir kadın bozuk aksanlı Türkçesiyle, onlara ne istediklerini soruyor. Meğersem bu sübyanlar Galileo Galilei Lisesi'nin öğrencileriymiş, laylon topları gördüğü şiddetten kaçmış, konsolosluğa sığınmış… Hem de siyasi iltica hakkı talep ederek… Çocuklar O'nu istiyorlar… Acelem vardı. İşin sonu neye vardı bilmiyorum. Umarım top kurtulmuştur.

Nihayetinde arkadaşların yanına varıyorum. Birimiz eksik, az biraz sonra o arkadaş da damlıyor. Sohbete koyuluyoruz. ÇOK dertliyiz… ÇOK… Sohbet oluyor, Şikâyetnâme… Okulda hocalar şöyle… Yok efendim camiamız zaten böyle… Sergi yapmaya kalksan, torpilin yoksa yalan olursun… Mevcut fotoğraf dergilerinin alayı sektör dergisi gibi ürün tanıtıyor… vs… vs… Velhâsıl mayasıllı g*t gibi hiç susmak bilmiyoruz. Sonunda ortak 1 kanaate varıyoruz. Ve diyoruz ki; "1 yayın çıkaralım! Bu şikayetleri dile getirirken, çözümler de önersin. Ülke fotoğrafına hizmet etsin…" Tabi ki hepimizde havalar 1500! Kurtardık lan işte ülke fotoğrafını…

Önce ad koyma girişiminde bulunuyoruz. Aramızdaki 1 saksağan, "Gölgelerin Gücü Adına! olsun", diye öneriyor. "Yavaş!", diyoruz. "Rahvan gel binici sarsılmasın. Öyle isim olmaz…" Her nasıl olduysa sonunda orta yolu bularak ‘Gölge' adına karar veriyoruz…

Gölge Fanzin İlk Sayısının Kapağı

 

"Işığın Olduğu Her Yerde Gölge de Vardır"

1 de slogan patlatmak lazım tabi… O aralar Eurosport'ta Uzak Doğu dövüşleriyle ilgili 1 turnuva var. Adamlar organizasyon için çok bumbastik 1 tanıtım filmi çekmişler, paso dönüyor kanalda… Adam gavurca diyor, ama meali şu: "Işığın Olduğu Her Yerde Gölge de Vardır". Babalar bunu Carl Jung'dan, biz de Eurosport'tan aparmışız. Oldu mu bi' de cillop gibi sloganımız… Ohh! Oh! Mis…

Sohbetin devamında, içeriğin ne olacağını tartışıyoruz. Hepimiz hemfikir olmuşuz… Eleştiri yazıları öncelikli olacak… Sergileri ve albümleri eleştireceğiz. Fanziniz ne de olsa… Türkçesi fanatik dergi yani… Yayın Yönetmeni yok! Sansür yok! Kaygı yok! Koyver gitsin…

Gel zaman git zaman, güz ayında ilk sayımızı çıkarıyoruz. Turuncu kağıda, fotokopi yoluyla çoğaltmışız… Namuzsuz, çiçek gibi… Kapağında 19 Ağustos 1839 yılında Fransız Bilimler Akademisi'nde François Aragon'nun "Sayın Baylar, doğa, ışık aracılığı ile bir yüzeyin üzerine geçirildi" sözleri ile başladığı ve Daguerreotype'i lanse ettiği konuşmasını betimleyen 1 görsel var. Tabi biz komikli 1 şeyler yapalım istemişiz; Güya François, "Beyler, Gölge çıkmış hapı yuttuk", diyor. Diğer babalar da panikmiş, ağızlarından s*çtık minvalinde 1 takım laflar çıkıyor…

Bu ilk sayı İstanbul fotoğraf zamiasında epey ses getirdi. Memleketteki tüm derneklere de birer kopyayı açık zarf usulü postalamışız. Vay anam vay! Vay anam vay!

Fakat azıcık mide bulantım var benim… Çünkü içimizde çirkin 1 bebek var. Oportünist kaygılarıyla eleştiri yerine, sergi tanıtımı yazıp, boncuk dağıtmış… Neyse boş geçelim. Zaten gemiyi de, çok affedersin ama, fareler gibi ilk o terk etti.

Gölge Fanzin'in 12. Sayısından

 

Cevval Kaplumbağa'nın Gazabından Tırsan Papyonlu Tilki

Bu arada grubun sözcüsü seçilmişim, röportajlar yapılıyor. Tv'lere gazetelere çıkıyoruz. Bak!… Bak!… Az biraz popülerleşince ağır eleştiriler de alıyoruz. Ne de olsa çıbanın başını tezden ezmeliler… Meşrulaştırmamalılar. Tehditlerle sindirmeliler… Cevval Kaplumbağa abimize, gözlük+papyon+parıldak 1 fotoğrafçı -ki o zamanlarda hocamızdı- ağır giydirmiş. Dün gibi hatırlıyorum. Verdiği 1 röportajın hiç alakası olmayan 1 yerinde, "Tecavüze uğramış kaplumbağa ile onun derdine hayıflanan kurbağa" gibisinden 1 cümleyle "Tıss!", diye zehrini akıtmış. Kurbağa da ben oluyorum bu arada… Adam bana bildiğin Pezevenk demiş! Ulan bu olanların fotoğrafla ne alakası var?

1 vakit İstiklal'de yürürken; %60 Hasan'ın orada, balkonda cam güzeli gibi otururken denk geliyoruz. Cevval Kaplumbağa abimiz atılıyor, biz de düşüyoruz peşine, anında galerideyiz. 3-5 satır önce dediğim gibi okulda hocamız da olan bu fotoğrafçı şahsiyet, atarlanıyor da atarlanıyor. Ama bi' şeyi unutuyor… Cevval Kaplumbağa abimiz 1 Laz! "Ve canını sıktın mı, 1 Laz, 10 kaplan gücündedir, bebeğim." Neyse ki kendisinin o günlerde çıkmış olan 1 albümü, Fotoğrafevi Kütüphanesi'nden çıkartılarak özenle imzalanıp, Gölge Fanzin'e hediye ediliyor. Konu kapanıyor. Böylesi bir çok vaka yaşanıyor. Ama uzatmayıp, tadında bırakayım.

Sonra 1 bakıyoruz, o zamanlar anlı-şanlı, bizim de çok sevdiğimiz 1 dergi hamur kağıt baskısının ardına, sarı saman kağıda basılı fotoğraf eleştirileri eklemeye başlıyor. Kimi yazılar Allah'ı var iyi… Ama içimiz sızlıyor. "Keşke işbirliği yapsaydık… Bizim tarzı böyle bariz araklamasalardı… Ama yine de "Hadi canları sağolsun!", diyoruz. Sonuçta maksat ilham vermek değil miydi? Verdik işte! Daha ne? Sonra bu dergiyle 1 ara tuhaf 1 ilişki kurulur gibi olup, ardından yalan oluyor.

Gel zaman git zaman grup içinde farklı odaklar oluşuyor. Jurnallemeler, entrikalar, çekişmeler falan filan… Sonuçta aramızdan ayrılanlar oluyor. Tabi ki eklenenler de… 1 ara birkaç iş adamı (hastasıyım) Gölge Fanzin ile ilişki kurup, bizi ticarileştirmek istiyor. Refleks olarak, "Yok baba. Öp de cebine koy teklifini…", diyoruz. Sonra bocalamaya başlıyoruz… Sayıların çıkışları tekliyor. Çünkü mevcut kadronun geneli, birkaç atımlık barutları bitince, hafifçecik yan çizmeye başlıyor. Tın! Tın! Meğer kafalar yağmalanmış peynir tenekesi gibi boşmuş… Bu kadarmış fotoğraf hakkında söyleyeceklerimiz… Biz de kapalı grubumuzu açıyoruz. Çağrılarda bulunuyoruz. "Yazın, çizin, eleştirin, yollayın", diye… Ama çok az, tek tük katkı sağlayan oluyor. O da devamlılığı olmamak kaydıyla…

Gölge Fanzin Manifesto

 

Vermişim Merhum Babamın Anısına Bursu Kime Ne?

Merhum Türker (Cimcoz) aracılığıyla Nikos (Economopoulos) ile bağlantı kuruyoruz. "On the Road" adlı atölyesi ve fotoğrafa bakışı hakkında, 8. sayıya 1 röportaj patlatıyoruz. Röportaj sonunda soruyor: "Siz ne ayaksınız?" Anlatıyorum… Yakalamışım ya! Bir de sansarlık yapıveriyorum. Diyorum: "Baba be! Biz 1 burs veriyoruz. Karınca kararınca hani! Biz de şu kadar yeni lira var. Sen de destek ver, kazananı senin atölyeye, "Eti senin kemiği benim yollayalım." Diyor: "Deli oğlan paraya gerek yok!" Allah razı olsun. İlk bursu Aytunç Akad'a "Duvar" projesi için veriyoruz. Ardından Deniz Koçak ve son olarak Nihat Karadağ'a… Son ikisini de merhum peder adına vermişim, koltuklarım kabarık!

13′ün uğursuzluğundan mı nedir? O sayıyla birlikte durduk. Sabah ataletiyle yataktan kalkamayan öğrenci gibiydik. Ortalama 4 yıl geçti yeniden momentum kazanmak için… Canına yandığımın beklemek en uzun yolculukmuş… Şimdi yeni sayıyla ve yepyeni fikirlerle geri döndük. Ama fikirler şimdilik gizli kalsın. Fotoğrafa kafa yoran herkesi aramıza bekliyoruz. Teklif var… Israr yok… Gölge Fanzin'den başka türlü beklentileri olanlara da kapımız açık! Onlara, "Gel ama sıkılırsın" diyoruz.

 

14. Sayı Kapağı

 

Adi Bir Röntgenciden Ötesi Değilim…

Ben nasıl mı bulaştım fotoğrafa? Ailemin fotoğraf makinemizle olan gizemli ilişkisi, alakamı tetikleyen ana unsur oldu. O makine, adeta bir devlet sırrı gibi kilitler altında saklanır. Özel günlerde ortaya çıkarak, ebeveynlerim tarafından kullanılırdı. Flaşlar patlar. Tuhaf sesler çıkar. Herkes o tuhaf kutunun içine hapsolurdu. Ardından alet, yine sırra kadem basardı. Günün birinde, Oğuz Aral'ın meşhur Hafiye Mahmut'u misali, makinenin saklandığı yeri bulup, içine hapsolanları kurtarmaya karar verdim. Sonuç hüsrandı. Önce filmi ardından da pederin contayı yakmıştım. Babam kendine geldiğinde üzerimde ufak bir fizyoterapi uygulanmıştı. Sonuçta fotoğraf kalıcı bir etkiyle bilincimin altına üstüne, her bir yerine nakşoldu. Fotoğraflarım yaratıcı değil, çünkü sosyo-belgesel fotoğraf, yaratıcılık kavramıyla genel manada alakadar değil… Anlatırım ama şimdi bu çok uzun bir hikaye… Odaklandığım temel meseleler: ‘O an', ‘Sahihlik', ‘Samimiyet' ve ‘Kültürel Arkeoloji'yle alakadar… Bakmayın böyle ciddi ciddi laflar ettiğime… Adi bir röntgenciden ötesi değilim. Erken dönemlerimde; ‘Güz', ‘Sonsuz Matem: Caferiler' ve ‘Pera' adlı projelerimi gerçekleştirdim. Bir dönem, ‘Türkler' adında 1 proje yapmaya koyulmuştum. Fakat, ülkenin geçirmekte olduğu sosyo-politik süreç… Değişim… Dönüşüm… Artık ne haltsa, beni düşündürdü. Koşulları daha objektif değerlendirebileceğim ya da safımı seçeceğim döneme kadar, bu projeyi nadasa bırakmaya karar verdim. Memleketin hali sebebiyle şu aralar fotoğraf yerine çile çekiyorum. Ama dert değil, bu da geçer…

 

Gölge Fanzin'i takip etmek ve iletişime geçmek için aşağıdaki kanalları kullanabilirsiniz.

İletişim: [email protected]

Twitter Hesabı: https://twitter.com/golgefanzin

Youtube Kanalı: https://www.youtube.com/channel/UCJFEc23S_SIyvxmVfpn_7KA

Facebook Sayfası: https://www.facebook.com/golgefanzin/