Kill Memories: Sergen Şehitoğlu'nun Yeni Kitabı ve Düşündürdükleri

#20
Örsan Karakuş
Hakkında Diğer Yazıları

Kill Memories yalnızca günümüzdeki buluntu nesnelerle sanat üretimi gerçekleştirmenin dijital bir denemesi değil, temeli çok sağlam sorulara oturtulmuş; hem yöntem, hem estetik, hem de içerik bağlamındaki incelemelerde insanı çok zengin bir biçimde karşılayan oldukça çekici bir kitap.

4 Mayıs 2016 Çarşamba akşamı, Karaköy FiLBooks'ta Sergen Şehitoğlu'nun daha önce sergisi de gerçeklesen işi Kill Memories'in kitap lansmanı vardı. Kitabın içeriğinde, kitaba adını veren Kill Memories çalışmasıyla birlikte Sergen Şehitoğlu'nun iki işi daha yer alıyor. Aynı zamanda kitabın editörü Nilüfer Şaşmazer tarafından hazırlanmış çok detaylı bir söyleşi de mevcut. Bu söyleşi kısmını bir kenara koyacak olursak, kitap üç basamak halinde okunabilir.

İlk basamakta kitaba adını veren, web kamerasıyla çevrimiçi canlı video şovlar düzenleyen ve "Kill Memories" takma adını kullanan bir kadının portreleri yer alıyor. İkinci basamak, gözlerin iç mekândan dışarıya doğru yönlendirildiği, aslında insanın asıl soruları sorana kadar daha az bir farkındalıkla izlediği Google Street View (GSV) üzerinden oluşturulmuş, ‘sokak fotoğrafları' olarak okuyabileceğimiz işleri içeriyor. En sonda ise kapanışı Mt. Paektu yapıyor.

Dolayısıyla kitabı birkaç farklı açıdan ele almak mümkün. Bireyden ve kapalı alandan başlayıp yavaş yavaş sokağa inerek kamusal alana açılan ve sonunda insanı tamamen silip sadece insana dair "iz" görebileceğimiz bir seviyeye yükselten ölçeksel bir incelemeyle başlanabilir. Bu ölçek hususunu şahsen önemsiyorum çünkü bir açıdan bize çalışmanın asıl ekseninde yer alan mahremiyet kavramının, mahremiyet ihlalinin ya da mahremiyet alanlarıyla doğrudan veya dolaylı temasların birer iz düşümünü çıkarmaya yardım ediyor. Bu ölçek algısı, mahremiyet olgusu, söz konusu olabilecek bir ihlal ya da bireyin ve bireylerden yola çıkarak toplumun bu mahremiyet algısı ile ilişkisini boyutlandırmak hakkında açıkça bir iddia sunmasa da bence çok daha önemli bir şeyi yaparak bizi açık cevaplar bulduğumuzu sandığımız yerlerde daha çok soru sormaya itiyor.

Girişi, kitaba da adını veren Kill Memories serisiyle yapıyor Sergen Şehitoğlu. Bu bölümü incelediğimizde aslında ihlalden çok bir tür ifşayla baş başa kaldığımızı fark ediyoruz. Günümüzün en güçlü̈ iletişim aracı olan internet, bir anda tüm perdeleri ortadan kaldırıyor ve görünür olmayan ortaya saçılıyor: Performansı yapan kadın, toplum normlarında en mahrem sayılan beden ve çıplaklık, kadının belki de bu sayede hayatını kazanışı. Aslında burada ihlali varsayılan mahremiyetin düzeyi, sadece kadının kurguladığı zaman ve alan dahilinde izlenebildiği için sandığımızdan çok daha basit. Bu bilgiyse yanında başka bir soruyu getiriyor: Kişi kendini tercih ederek, bilerek ve muhtemeldir ki kontrol ederek normal şartlarda mahrem sayılabilecek alanları ifşa ettiğinde, burada o alanın mahremiyetinden bahsetmek mümkün müdür? Ya da bir başka biçimde sorarsak: bir sergi salonu ya da bir mağaza vitrininden daha farklı bir etkiden söz edebilir miyiz? Sadece bize sunulduğu kadarını görebildiğimiz ve bize izin verilen noktaya kadar konuk olabildiğimiz için, bildiğimiz mahremiyetin tanımı bozuluyor. Bu da seyircinin bilmediği çok daha başka bir mahrem alanın varlığına işaret ediyor. Mahremin tanımı olmasa da bilindiği, yer aldığı sınırlar yer değiştiriyor.

 

 

İnsanlar artık bir tür kimlik belirleme aracı haline gelen, hatta devletlerin insanlara verdiği nüfus cüzdanı ya da kimlik kartlarının da önüne geçmiş bir sosyal medya kimliği üzerinde yaşıyor. Pek çok insan cüzdanlarında taşıdıkları kartların bilincinde dahi değilken ve onları varlıklarının bir işareti olarak görmezken sosyal medyada çevrimiçi taşıdıkları kimlikleri bir anlığına erişilmez olsa ne yapacaklarını bilemez, çıplak kalmış halde hissediyor kendini. Sosyal medyanın sunduğu araçlarsa insanlara mahremiyetin sınırlarının ya da tanımının sorgulamasını yapma fırsatı bırakmadan aslında taşıdıkları en mahrem anlarını bilinç dışı olarak dünyaya sergilemelerine yardımcı oluyor. Yani "Kill Memories" in web kamerasındaki şovu, mahremiyetin kutsal kitaplarla tanımlanıp örtünmeyle işaret edildiği, aklımıza yerleşmiş o ilk anlamını yerle bir ediyor. Diğer taraftansa biraz daha dikkatli baktığımızda Sergen Şehitoğlu'nun yakaladığı bambaşka bir mahremiyet alanını fark ediyoruz. Bunlar çok belirgin olmasa da okunabilir izler ve bize bu alanın varlığını işaret ediyor. Özellikle Şehitoğlu'nun bu iş için oldukça uzun süre şovları izlemesi, bir noktadan sonra bilinç dışı bir aşinalığı ve asla etkileşime geçmemiş olsa dahi bir tür tek taraflı tanışıklığı getiriyor. Yani, geçen bir yıldan fazla süre insana karşısındakinin mimiklerini, duygu durumundaki dalgalanmalarını istemsiz okumayı öğrenebilmesi için oldukça yeterli olabiliyor. Fotoğraf tarihinde defalarca gördüğümüz, portre fotoğrafının gücüne işaret eden, yüzlerin üzerine kazınan hikâyelere benzer bir etkiyi burada da gözlemlemek mümkün. Böylece bizim eriştiğimiz mahremiyet aslında bize verildiği sanılandan daha farklı hale geliyor. Fotoğrafların sadece tarafsız bir gözlemcinin ya da rastgele yakalanmış anları kaydeden bir aracın elinden çıkmadığını, mahremin silik çizgileri üzerinden zar zor da olsa okunabileceğini görebiliyoruz.

 

 

İkinci bölüm, Google Street View (GSV)'ın aracının dokuz kamerasıyla onlarca farklı ülkede çektiği fotoğrafların arasından yapılan bir seçkiden oluşuyor. Burada mahremiyet konusunun dışında, ilk bölümde insanın kafasında canlanan ve daha da sivrilen bir soruyu artık sorabiliyoruz: sanat eseri üretiminde aracın sınırları ne olabilir? Ve bu soru da çok büyük bir resmin ana hatlarına işaret ediyor. Zira özellikle GSV çalışması, fotoğraf makinesiz bir sokak fotoğrafı denemesi olarak okunabilmesinin yanı sıra, Sergen Şehitoğlu'nun seçkisinin üzerine inşa oluyor. Orada fiziksel biçimde bulunarak görüntüyü tutan sanatçı değil belki; ama mekanik bir edimin içine uzaktan farklı araçlarla dahil olarak bir şekilde üretilmiş olan görüntüye bilinç katıp, onu yeniden üretiyor. Burada belki hammadde sunan biriyle o hammaddeden yeni bir varlık üreten kişi örneğini kullanabilirim diye düşünüyorum. Günümüzde bu yeni mecranın getirdiği imkanlar çok geniş olsa da, bu aynı zamanda çok kaygan ve dezavantajlı bir zemin. Dolayısıyla bir araç olarak bu yeni medyanın kullanımı, üretimler çoğaldıkça çok daha fazla tartışılacak elbette. Ancak kişisel olarak bu kitabı yöntemin başarılı bir örneği olarak gördüğümü söylemeliyim.

 

 

Çözümlemesi çok daha zor ve insanı birçok soruyla baş başa bırakan asıl çerçeveye, yani mahremiyete geri dönmek gerekirse; GSV ile bilinen sınırların nasıl bulanıklaştığını çok daha açık biçimde görmek mümkün. Çünkü burada kullanılan görüntüler bir sokak fotoğrafçısının elinden çıkmış doğallıkta ve bir sokak fotoğrafçısının çalıştığı ortam olarak kamusal alanda elde edilmiş. Ancak buradaki en büyük fark GSV'nin bir belgeleme işlevinin ötesine geçip bir veri toplayıcısı olarak çalışması. Bu veri toplama amacının, gerçek niyeti bu olmasa da bir çeşit (belki ağır bir itham olacak ama) röntgenleme eylemine dönüştüğü hissine kapılmamak zor. Kamusal alanda, mahremiyetin çizgilerinin daha belirsiz olduğu bir bölgede tam bir işgal denmese bile bir tür ifşaya tanık olunuyor. Bir güvenlik kamerası hassasiyetiyle çalışan dokuz fotoğraf makinesi adım adım, bir ülkenin bir şehrinde, insanın ulaşabileceği uç noktaları dahi kayıt altına alıyor. John Berger'in bahsettiği; fotoğrafın, içerik konusunda önemini açıklamasa dahi içindeki nesnelerin varlığı konusunda çürütülemez kanıt teşkil etmesi durumu da bunu destekliyor. Bu veri toplama işlemi esnasında alınan kayıt ciddi bir ihlali içerse de veya içeriğin önemi tartışılabilir olsa da, gerçekte o olayın ya da nesnenin orada olduğunun ispatını taşıyor.

Kitapta hem anlatımı tamamlayan hem de grafik olarak noktayı koyan son parça ise Mt. Paektu. İki parçalı tek bir fotoğraftan oluşan bu çalışma; sakinliği ve durağanlığıyla kitabın kapanışında bize bambaşka bir konuyu hatırlatıyor: izleniyoruz. Her gün farklı araçlarla, farklı ölçeklerde, zaman dilimlerinde ve mekânlarda kayıt altındayız. Çin gibi kapitalizme uyum sağlayarak dünyanın en büyük sermaye güçlerinden biri haline gelen global bir ülkede de olsak, Kuzey Kore gibi güncel dünyadan yalıtılmış ve tamamen sır kabul edilen bir ülkede de yer alsak bu gerçeklik değişmiyor. Hollywood'un bize doksanlı yıllarda sunduğu, komplo teorileriyle dolu ajan filmlerindeki askeri uyduların kolumuzdaki saati dahi kusursuz bir netlikle gösterdiği filmlerde güldüğümüz durumu, aynı aşırılıkla olmasa da (ki yine bunun gerçekliğini de test edecek konumda değiliz) sadece ticari uydularla bile neredeyse mümkün hale geldiğini gördüğümüz bir dönemde yaşıyoruz. Mahremimiz bugün Mt. Paektu kadar büyük bir soru işaretine dönüşüyor ve sondaki o kocaman göz sürekli izlendiğimizi bize hatırlatıyor.

 

Yazarın notu: GSV serisinin fotoğrafları, https://www.instagram.com/gsv_killmemories/ adresi üzerinden hala yayınlanmaya devam ediyor.