Cemil Batur Gökçeer'e Açık Mektup

#15
İpek Çınar
Hakkında Diğer Yazıları

17.03.14

Güzel Batur,

Açık mektup yazmak, eleştiri kelimesinin ağırlığından kaçınmak adına iyi bir yöntem. Ancak hitabı tek ve özellikle de tanıdığın biri olan bir mektup yazmak çok zor. Yine de bu mektubun ufak tefek tatlı anların göze çarpanı; suratında her daim gülücük bedenindeyse hoplayıp zıplama isteği olan birine yazılması bu gerginliği bir nebze kırıyor. Sen ve ben varız bu mektubun içinde, geri kalanlarsa salt kulak misafiri. Ve ben bu kalıbına sığmaz, uslanmaz arlanmaz kişiliği hep sevsem de, "sevgi"nin önüne pekiştirme sıfatları, ardınaysa hayranlığı ekleyen şey Düğüm'dü.

Adettendir biri hakkında yazarken onun hayat hikayesiyle başlamak. Birçok fotoğrafçının şeceresini sayabilirken tanıdığın birininkinden bihaber olmak bu bilginin anlamsızlığını ortaya koyuyor aslında. Bu yüzden bu bilgileri atlayıp direkt fotoğraf yolculuğunla başlayacağım izninle.

Fotoğrafa Bilkent Üniversitesi'nde Turizm ve Otel İşletmeciliği okurken seçmeli ders alarak başlamışsın. Alan olarak "kazara" belgesel fotoğrafı seçmişsin. Şu gün geldiğin noktayı düşünürsek bu cümlede "kazara" sözcüğü olmasa nasıl kondururdum bilemiyorum. Ancak bu yolculuk ne kadar belge ve belgesel alanında başlamış olsa da daha ilk andan itibaren kendi üslubunun sinyallerini vermişsin bana göre. Öncelikle Moldova'da insan ticaretinin çocuklar üzerinde etkileri, ardından Dilovası'nda kontrolsüz gelişen endüstri, derken Kuzey Irak çalışmanla bu alanda uzunca vakit geçirmişsin. Ancak bu çalışmaların seni tatmin etmediğini de sıklıkla dile getirmişsin. Nitekim bu kadar kalıbına sığamayan birinin kalıpları esnek olsa da belli bir fotoğraf türünde kalması şaşırtıcı olurdu. Ve bu belgesel fotoğraf dönemin, 2004-2010 diyelim, Aksaray'da bir tatil sırasında dinlediğin bir hikayeyle, fotoğrafta ne istediğini keşfetme dönemi olarak rafa kalkmış, Düğüm'le beraber sonlanmış.

Yıl olmuş 2011. Ve biz artık fotoğrafın gerçekliğinden ziyade Batur'un gerçekliğini görmeye başlamışız.

Düğüm'ü tek bir cümleyle tanımlamam gerekse; bir cin masalından, aşk hikayesinden, dedikodudan yola çıkıp tecavüzle sonuçlanan bir kabus derim herhalde. Ancak çalışmayı hakkında sadece bunları söyleyerek tanımlamanın yüzeysellik suçundan yargılanıp hüküm giymek olduğunu da kabul ederim. Bir kadının sürekli duyduğumuz ve artık kanıksadığımız hikayesinden ziyade, kahramanlara göre münasebetsiz bir meraklı, seyirciye göreyse dedektif sayılabilecek Batur'un gerçeğe ulaşma çabası; o kadının etrafında dolaşması, ama ona bir türlü dokunamaması… daha en başta, belki de bir tek romantik bir Batur'un inanacağı bir aşk hikayesinden doğan bu çalışmada ilk düğüm olan sen misin yoksa gerçekten de hikaye mi tahmin edemiyorum. Ortadaki durum bile belirsizken ayrıntılara inildiğinde herkesin durumda bir parmak olsun payının çıktığı Asghar Farhadi filmlerindeyiz sanki. Ortada suç yok mu, yoksa herkes mi suçlu? Çözmeye çalıştıkça karmaşasının ayırdına vardığımız bununla beraber içinde kaybolmaya başladığımız düğüm gittikçe büyüyor sanki.

Bu işi önüme tekrar açıp tüm okuduklarımdan bağımsız, sadece kurgudan ipuçları çıkarmaya çalışıyorum; önce uçsuz bucaksız, önsüz sonsuz araziler karşılıyor beni. Derken insanlar görmeye başlıyorum. Kimi zaman kendi isteğiyle, kimi zaman teknik uğraşlarla saklanan (ya saklanmayı tercih eden, ya saklamayı tercih ettiğin) insanlar. Bir yüz görme ümidi taşıyorum, görürsem birilerinin doğruyu söylediğine inanacağım çünkü. Bir fotoğraf göreyim ve ona baktığımda korkmayayım, üşümeyeyim, ona inanayım ve anlamaya başlayayım umuduyla ilerliyorum. Öyle bir fotoğraf gelmiyor. İtiraf edeyim, o fotoğraf gelmedikçe hızlanıyorum; ancak olmuyor. Yüzleri gördüğümde de inanacak halim kalmıyor. Düğüm'ün her bir karesinde oradan oraya savruluyoruz biz de. Her yöneldiğimiz yüzde sorunun cevabını görmeye çabalıyoruz. Her seferinde duvara toslayıp umudu biraz daha kaybediyoruz.

Sanki seninle beraber Aksaray'da kadının ailesine gidip bu hikayeyi anlatmalarını istemişim, kapı yüzüme kapanmış. Sokaklarda seninle beraber yürüyüp insanlara bu hikayeyi sormuşum; "Niye arıyorsun. Senin bir sorunun varsa yardımcı olayım, ama o kızın hikayesini sana anlatamam." demişler. Ümidim yavaş yavaş azalmış; üşümüşüm, şüphe etmeye başlamışım. Ve ben de seninle beraber fark etmişim: "Cin peşinde gitmek öyle yumuşak, tatlı bir serüven değil. Aşk denilen şeyin belki de en ürkütücüsü.". "Aşk" sözcüğünü buraya nasıl yakıştırdın bilmiyorum, aklıma gelen tek şey: böyle "aşk"a lanet olsun.

Bazen de şunu merak ediyorum; Moldova, Dilovası, Kuzey Irak gibi belgesel çalışmalarla ve gerçeklik odaklı bir bakış açısıyla başlayan fotoğraf hayatın Düğüm'de birden dümen kırıyor. Hem içerik, hem de biçimde yeni denemeleri körükleyen keskin bir algı değişimine (öylesine keskin ki ilk dönem işlerinden örneklere hiçbir yerde rastlayamıyoruz, retrospektif sergin bile 2012′den bu yananın fotoğraflarını içeriyor.) inandığın bir hikayenin yalan olduğunu öğrendiğin Düğüm, neden mi oldu yoksa bir sonuç mu merak ediyorum. Sanki Düğüm adını bir yandan bu cin hikayesinden alırken öte yandan sana uzanıyor: senin gerçeklik algının, onca yıllık fotoğraf birikiminin, yolunun düğüm olmasını ve her şeye yeniden başlamanı simgeliyor. Bu değişimine yalanı fark etmen mi neden oldu yoksa çoktan değiştiğin için mi bu hikayenin peşine düştün, buysa seyircinin kafasında, üçüncü bir düğüm olarak ortaya çıkıyor. Sayende edebiyat öğretmenleri yaşadı Batur; söz sanatlarıyla uğraşanlara yeni bir tevriye örneği çıktı.

Ardından gelen Mağara Albino'ysa gerçekliği sorguladığın bu yolda, hem teorik hem de teknik açıdan daha da ilerliyor.

Bu yolculuğun daha nerelere ulaşacağı ise, benim kafamda, meraklı heyecanlı bir soru işareti olarak duruyor.

Çok sevgiyle,

İpek

 

Editör notu: İpek Çınar'ın sanatçılara yazdığı mektuplar Orta Format'ta yer almaya devam edecek. Her ne kadar bu bir açık mektup olsa da, sanatçıların da cevap hakkı mevcut ve isterlerse bir sonraki güncellemede yer vereceğiz.