Metehan Özcan Söyleşisi

#12
Metehan Özcan
Tevfik Çağrı Dural
Hakkında Diğer Yazıları

Metehan Özcan ile çalışmaları ve üretim pratiğinin merkezindeki katmanlılık hali ile şehire dair bir söyleşi.

 

‘Resimli Bilgi'ye Dair
Çağrı Dural: ‘Resimli Bilgi' sergisinde Merve Ünsal ile birbirinizden etkileşiminiz nasıl oldu? Bir de eleştiri olarak gelmiş midir bilmiyorum ama; "Tek bir sanatçının olduğu işin küratörü mü olur arkadaşım?" diye söyleyenler oldu mu? Malum küratöryel çalışma da, sanatsal bir aktarım da olabilir bu durum. Aslında sizin ikinizin ortak çalışması görülebilir bu sergi; senin çalışman ve Merve'nin küratörlüğü. Merve Ünsal – Metehan Özcan sergisi de olabilirdi belki.

Metehan Özcan: Aslında Merve Ünsal'ın öncesinde deneyimlemediği bir şeydi, o yüzden çekingen davrandı doğal olarak. Kendi sanat deneyimi de deneysellik üzerine olduğu için kabul ettiğini düşünüyorum. Benim için de öyle birisinin ihtiyacı şuradan doğdu: İlk sergim okuldaydı, Gazi Üniversitesi'ndeki. Geçen sergi hastanedeydi. Ticari bir galeride ilk kişisel sergim. O galeri de bir fotoğraf galerisi. Onun için de hem dışarıdan, hem de disiplinler arası birisinin olması iyi olacaktı.

Çağrı: Bu kadar çalışkan olmasının getirdiği bir durum olsa gerek. Bu iş için de biçilmiş kaftan; hem bir galeride çalışıyor, hem de bir sanatçı. M-est ve Bolt-Art'tan gelen bir editöryal/küratöryal çalışma tecrübesi de var. Dolayısıyla üçünü birlikte barındırabilen bir insan olması, bana da en iyi Merve yaparmış gibi düşündürüyor. Bir yandan da şu durumu düşündüm: Elipsis Galeri de kendi çizgisini kırmış oldu. Çünkü, biz Elipsis'te çerçevelenmiş; eser haline getirilmiş fotoğraf sergisi görmeye çok alışmıştık.

Metehan: Ben de Elipsis'i öyle algılıyordum, çekincelerim vardı. Ama önce Serkan Taycan, sonra da Yusuf Sevinçli'nin işlerini orada görünce; aslında düşündüğüm kadar katı olmadığını kavradım. Sinem "Hadi karar ver, bak burada sana bişey yapalım." dediğinde tamam demedim başta. "Deneysel bişeyler yapmak istiyorum, burada yapabilir miyim ki?" dediğimde "Tabi ki yaparsın." dedi. O zaman fark ettim ki dışarıdan o sınırı biraz da biz koyuyoruz. Sanatçılar da galeriyi dönüştürebilir, en azından şu anda öyle düşünmek istiyorum. Bu serginin gidişatında, durum böyle olabileceğini gösterdi. Bunun bir sebebi yine Merve'nin aktörlerden birisi olması. Yani benim bu konudaki isteğim ama tecrübesizliğim, Sinem'in gözünün güçlü olması ama daha önce böyle bir şey denememiş olması… Karşı karşıya gelir, zıtlaşır bırakırdık belki, bilemiyorum. O tamamen bana teslim eder miydi onu da bilmiyorum, ama Merve'nin de olmasıyla beraber, "Tamam siz aranızda ne yaparsanız yapın, benim için tamam." oldu. Öyle dedi yani… O yüzden iyi oldu.

Çağrı: Evet, benim bunu deme sebebim de "Yakın Menzil"de örneklerini gördüğümüz; senin son çalışman, Özgür'ün tartısı veya Gözde'nin kutusu gibi fotoğrafı çerçevenin içinden çıkaran materyalerin hepsi de pek örneğini görmediğimiz işlerdi. Bunu bence kırmış oldunuz.

 

Şener: Malum sergi metni olarak okuduğumuz röportajda anlattığın gibi, burada da genel olarak "Resimli Bilgi"nin nasıl oluştuğundan bahsedebilirsin.

Metehan: Resimli Bilgi, ilk başta 2012'de edisyonlar sergisi için ürettiğim bir seriydi ve o seride önceden çekmiş olduğum kamusal mekanları ve nesneleri yanyana getirerek bir ortak hafıza oluşturmaya çalışıyordum. O ortak hafızanın altına, burası şu mekandır veya burası hastanedir gibi bir şey yazmıyordum. Hepimizin deneyimlediği toplu halde bir yerlerde bulunma hali, bunun getirdiği bürokrasi, mekanların hep anonim olma hali ve çok fazla insanı içinde barındırma zorunluluğu. Mesela şu anda bulunduğumuz odanın sadece taşınabilir şeylerle kişiselleştirilmiş olması…. İşte apartman yapıldıktan sonra, apartmanın sırasıyla konut, dershane sonra hastane olma olasılığı var Türkiye'de. Öyle olunca, yolumuzun geçtiği mekanlarda zaten hiç kişisel iz yok. ama onlara dair bir belleğimiz de var.

Mesela sandalye duvara sürttüğünde iz çıkmasın diye konan tahtalar vardır ya; Ziraat Bankası'nın bir ek binasında o tahtayı kaldırmadan mekanı bölmüşler. Çünkü o tahta ve yer döşemesi iki tarafta farklı renkteler. Yine koridorda bir merdiven sonradan eklenen duvara tosluyor, merdivenin diğer ucu da 4-5 basamağıyla küçük bir odada devam ediyor. Böyle bürokratik ve sistemin getirmiş olduğu, kişinin bireyselliğin olmadığı durumlar. Öyle olunca da ben içgüdüsel olarak konuları yan yana koyuyordum. O da yine çok kolay tüketilebilir birşeye dönüşüyor ve çok sezgisel olarak da iletişime geçmiyor. Resimli Bilgi'de kullandığım imajların bazıları temsiliyet için çekilmiş, birebir bir projenin tanıtımı veya bir mekanın tanıtımı için çekilmiş, üzerine koyduğum şeylerse gündelik anı fotoğrafları. Dolayısıyla farklı kaynaklardan imgeleri aynı düzlemde görüyoruz. Ve hangisinin hangi amaçla çekildiğini anlayamıyoruz. Bu da ona bakarken kendini nerede konumlandırıcağını ilk başta pek çözemediğin birşey. Yani ben sana bu kitabı verdiğimde, işte bu bilmem ne kullanma kılavuzu, bu senin ders kitabın deyince başka gözle bakıyosun; bu arkadaşımın ilk romanı desem başka gözle bakıyorsun. Oradaki imgeler de üstüste verildiği zaman, o da başka oluyor. Benim de küçükken ansiklopedilerle baktığım his oydu. Alfabetik olmasından kaynaklanan, midye dolmasıyla mide yıkamayı yanyana gördüğümde kurduğun o sürreal ilişkiyi, burada yapmaya çalıştım.

Çağrı: Aslında şöyle diyosun: İzleyici olarak bunu hangi gözle izlemeliyim? Araba teknik bilgisinin olduğu o fotoğrafa bir mühendis gözüyle mi yaklaşmalıyım, ki o fotoğraf bir yandan da güzel bir fotoğraf. Reklam fotoğrafı da olabilmiştir belki, araba çok ön planda. Arabayı satın alacak kişi olarak mı bakmalıyım, yanındaki kadın olarak mı bakmalıyım?

Metehan: Aslında bu var, Facebook'ta ilk aldığı arabanın fotoğrafını profil fotoğrafı yapanlar da var. Bir nesnenin senin olana kadar, nesnenin imgesiyle geçirdiğin bir süre var.Atıyorum ilk cep telefonunu almadan önce, sen bir yerlerde onun fotoğrafını görüyosun, sadece diğer kullanıcılarda görmüyorsun. O nesne için üretilmiş reklamlarda görüyosun, yerleştirmelerde görüyorsun ve sende ona karşı bir arzu uyanıyor. Onu ilk aldıktan sonraki fotoğraflayışın da bence onlardan etkilenmiş oluyordur. belki bilgisayar cep telefonu gibi küçük şeylerde değil ama işte, o şimdi en çok konutta oluyodur. Serkan'ın "Kabuk" sergisinde olan o Boğaziçi Sitesi'nin Boğaziçi oluşunun bence sebeplerinden bir tanesi, fotoğrafın Boğaziçi imgesini belirli bir yere indirgemesi. Filmlerde veya dizilerde İstanbul deyince boğazın gösterilmesi ve insanlarda böyle bir arzunun, sahip olma isteğinin oluşması. Sınırlı bir sahil şeridinden bahsediyoruz, dolayısıyla oraya taşınan insanların orayı başkalarına göstereceği zaman orayı fotoğraflayış biçiminde, yine orasıyla ilgili en çok çoğaltılan imgeyi oraya sığdırmaya çalışacaklar.
Çağrı: İnsanların İstanbul'a gelip Ortaköy'den Mecidiye Cami'ni köprüyle beraber alıp kartpostal gibi fotoğraflar çekmesi de benzer bir durum. Aslında şimdiye kadar hep şunu tartıştık: Bizim fotoğrafı yönlendirmemiz, fotoğrafın bizim algımızı yönlendirmesi. Ama şu noktada sen, fotoğrafın doğrudan izleyenin kişiliğini etkilemesi üzerine gidiyorsun.

 

 

 

Çalışmaları ve Üretim Pratiğindeki Katmanlılık Durumuna Dair…

Çağrı: Son dört işin (Foça Tatil Köyü, Kartpostallar, Resimli Bilgi, Üç Şehir) üzerine konuşuyoruz daha çok. Dört işinde de çok bariz bir şekilde ortak nokta katman durumu. Öncesinde yan yana birleştiriyordun, şimdi üstüste. Kartpostallarla ilgili çalışmanı belki ara dönem olarak sayabiliriz, ama yine onda da önlü arkalı olmasından mütevellit bir katmanlılık hali var.

Metehan: Bir de kartpostallarda ardışık olarak görüyorsun. Onları kullanmaya ilk karar verdiğimde kataloğun basılması için taslak görüntü istemişlerdi. Ben de tipolojiyi yapmak adına kartpostalları masanın üzerine yaydım, gökyüzünün açıklığına koyuluğuna göre veya otelleri falan ayırıp, o şekilde fotoğraflarını yollamıştım. Sonra herkes "Aa ne güzel işte böyle masanın üzerinde sergilesene hepsini" dedi. Ancak bende insanların onun nesneliğine bakacağı yapıyı göremeyecekleri kaygısı oluştu. Bir şehir, bina falan görmeyeceklerdi ve yan yana gelmiş bir sürü kartpostal göreceklerdi. O katmanlılığı, bu sefer onları ardışık ve büyük göstererek yapmaya çalıştım. Bire bir o binayla karşı karşıya kalıyorsun. Şu kadar gördüğün zamanki boyuttan daha büyük bir hale, daha yakın bir mesafeden bakıyorsun ve içine daha çok girebiliyorsun. Bir de o küçücük yazılmış el yazılarını dev gibi görmek ve onların zamanlı olarak kurguya değişmesi… Mesela işte bir yazı duruyor, sonra aynı yazının yanında birkaç görüntü değişiyor, bu sefer neyle ilişkilendireceğini tam bilemiyorsun. Fotoğrafını gördüğümüz yer yazıda bahsi geçen yer mi, yoksa yolda geçtiği yerler mi?

Bunun dışında işlerimdeki katman meselesine gelince; herhalde benim kafam ansiklopediler yüzünden çağrışımla çalışıyor. Yani hepimizin öyle olduğunu zaten düşünmek istiyorum da, tek bir şeye baktığında tek bir şey göremiyorsun. Hem dikkatin dağınık bir insansan, ders kitabına baktığında sadece yazıyı değil, illüstrasyonu da amacından ayrı okuyorsun. Öyle olunca bu katmanlaşma halini nasıl görünür kılabilirim, ayrı ayrı düşündüğüm şeyleri üst üste koyduğum zaman nasıl bir algı oluşur? "Üç Şehir"de mesela, gece gezmelerimin diğer İstanbul fotoğraflarını baskılaması ya da Ankara'da Melih Gökçek'in yapmış olduğu TOKİ konutlarıyla o Harikalar Diyarı'ndaki Guliver heykelinin üst üste gelmesi… Şimdi bunu görünce orası gerçekten o ölçekte bir yer mi ya da öyle bir yer var mı, çok anlaşılmıyor. Çünkü o duyguyu daha çok arttırıyor benim o Guliver katmanını oraya koymam. Orası işte bir konut sitesi ama daha yollar yapılmadan böyle binalar takılmış gibi durdukları için, peyzaj görünmeden sadece binaları gördüğün için, ölçeği çok anlayamıyorsun. Bir de, bir anime karakterin heykelinin dikiliyor olması bütün o imgelerin, karakterlerin ölçeklerinin ve kamusal olanla özel olanın da karışmış olmasından; yani belediye başkanlarının kendi evi gibi şehri dönüştürüyor olmasından dolayı.

 

Çağrı: Genel olarak bir imgeyi, ansiklopediye bakmaktan söyledin, bir anda farklı parçalara, farklı katmanlara bölüyorsun, sergilerinde de bu katmanları bir araya getiriyorsun. Yani önce bir tüme varım yaparken sergilerinde tümden gelimle okuma yaptırıyorsun.

Metehan: Çünkü tekil bir imgeyle sanki çok vurgulayarak, üzerine çok bastırararak söylemeye çalışıyorsun gibi geliyor. Bir de, nereyi çetkiğin benim nerede bulunduğum ve ne yaptığımla ilgili olduğu için doğal gelişti. İstanbul'da o sırada çok dolanıyordum. Şimdi Ankara'da Tübitak projesi için dolanıyorum. Artık İzmir'deyken sokak sokak gezeyim gibi bir durumum yok. Daha çok elimden kaynakları geriye dönüp yeniden okuduğumda nasıl katmanlaştırabilirim düşüncesi o zaman doğdu. Bu sefer gezerken neler bulacağım değil de şimdiye kadar yaptığım şeyleri niye yaptım, nasıl okutabilirim ve ben nasıl dönüştüm? Mesela o ilk çektiğim fotoğrafları galeride kurarken nasıl algılamıştım? Şimdi nasıl sunuyorum? Kendi okumamı da yapıyorum. Sadece onlardan da oluşabilirdi sergi ama o zaman daha çabuk tüketilirdi gibi geliyor.

Çağrı: Alışılageldik hatta sıkılmaya başladığımız çerçeve içinde tekil fotoğrafı güzel ya da beğenilebilecek şekilde, yine kendi içerisindeki bir estetikle sunuyorsun.

Metehan: Sadece evinde kurduğun şekli müzeye getirmek ya da yayında gördüğün bir şeyi çerçevelemek ya da daha önceden çerçevedeki bir şeyi doğrudan duvara yapıştırmak gibi denemeler hepsi. Ama hepsini bir yerlerde gördüm ki, o benim bilinçaltımda kalmış. Mesela Batur'un Torun'daki sergisi de buna örnek. O da bir sürü farklı düzenleme yapmıştı. Duvara sıvanmış bir fotoğraf üzerine çerçeve işler de koymuştu.

Çağrı: Peki Foça Tatil Köyü çalışman bu dört işin arasında harici kalıyor diyebilir miyiz? Zaman ve mekanda bilerek yanılgıya düşmediğin ve algımızı da sorgulamamızın gerekmediği bir o işin var galiba.
Metehan: Yani kurgusal olanın derecesini, müdahaleyi konuşuyorsak, orada çok müdahalede bulunmadım ama oranın bağlamını bilmek de heyecanlı. Orası bir tatil köyü olarak tasarlanmış, ama nasıl yaşanmış bilmiyoruz. Sergiyi gezen bazı insanlar "Aa ben burada kalmıştım." dediğinde başka bir anlamı oluyor. Bizim gibi kalmayanlar gördüğünde bir takım yapılar ve insan isimleri görüyorsun. O insan isimlerini oraya kim verdi, çalışanların isimleri miydi? Yoksa bu kişiselleştirme bence daha çok tam da bugün yapılandaki gibi bir tema yaratma kaygısı.

Çağrı: Biraz daha fonetiği güzel kelimeler seçmişler gibi.

Metehan: Club Med'in de doğayla iç içeliğinin getirdiği şey de çok dozunda. En azından şu halinde baktığın zaman, işte oradaki zeytin ağaçlarını da korumuşlar, araziye yapısını çok değiştirecek şeyler de yapmamışlar, binaların mimarisi de yine Akdeniz-Ege diyebileceğimiz bir tür. Dolayısıyla sadece oradaki müdahale insanların isimlerinin konularak oraların Türkleştirilmiş olması. Kartpostallarda görüyoruz, deveye falan bindirmişler, orada öyle bir yaşam olmuş ama ben onu o fotoğraflarda söylemiyorum baskın olarak, konuyu çok saptırmıyorum. Sadece, senin de dediğin gibi bitkinin bir tasarım nesnesi olmaktan çıkıp artık orayı ele geçiriyor olması beni çok büyülemişti. Onu daha çok belgeleme gibi, yani dökümantasyon da değil ama.

 

Çağrı: Burada da çok güzel bir sözün vardı: "Kayıp, yaşandığı anda geçmiş oluyor." Varolabilen bir şey kaybolur, dolayısıyla tam olarak fotoğrafla örtüşen kavramlar.

Metehan: Merve "Neden bu fotoğrafları çekiyorsun?" diye sorduğunda, ben de "Yıkılacağını bildiğim için." demiştim. Bizde şehrin aynı anda bir sürü yeri yıkılıyor, yeniden yapılıyor. Bunlar çok kısa sürede oluyor. İstiklal Caddesi'nin yapılarının son 50 yılda hangi hızla değişmiş olduğu… Şimdi git gide daha da hızlandı. Hiç onların yıkılacağını düşünmezdik. Demirören'in yapılabileceğini bundan 10 yıl önce birilerine söylesek, bilmiyorum tahayyül edebilir miydi?

Şener: Bu kadar buluntu imge toplamaya nasıl başladın? O binaların fotoğraflarını görece emlakçılıktan gelen bir şeyle çekiyordun. Ama bir arşiv oluşturmak, eski dergiler, anı fotoğrafları da var.

Metehan: Tasarımla ilgilenmeye başladıktan sonra tasarımın geçmişte nasıl uygulandığı ve yayınlandığını analiz eder hale geliyorsun. Birisinin evine misafirliğe gittiğin zaman onun evindeki şömine detayı ilgini çekiyor mesela. Bir de önceden bizim evde kalan dergilere yeniden bakmaya başlıyorsun. Eskiden onlara birinin evi diye bakıyordum. Bilmem kimin evi ya da bahçeli bir ev ya da Türk filmlerinde gördüğüm bir ev diye bakıyorsun. Mimarlık eğitiminden sonra ne şekilde kurgulanmış diye bakıyorsun. Sonra kendi çektiğim fotoğraflarla onlara yeniden dönüp baktığımda hepsi çok boşatılmış ve yalıtılmış gelmeye başladı. İnsandan arındırılmış, bağlamından kopartılmış, böyle tüm kişisel eşyalar kaldırılmış, ne olmuş, ne bitmiş orada çok anlamıyorum. O zaman başka bir amaçla çekilmiş bir şeyi yeniden okuma şansın oluyor. Saklamak da, biz çok taşındık ve belki o yüzden evimizde çok fazla fotoğraf yok. Bazen tek fotoğraf buluyorsun, bazen de bütün albümü buluyorsun. Adamın gençliğini, düğününü, bazı durumlarda hastanedeki son hallerini bile görüyorsun. Öyle bir şey de varmış hastalanmış, karısı ve çocukları var. Kaza geçirmiş, birileri ziyarete gelmiş. Ya da aynı adamın iş ortamında çok ciddi halini, sonraki sayfada mayolu halini görüyorsun. Farklı zamanlardan durumlar bir albümde.